"Tafrika Mûcidleri" başlıklı bir yazı yazacağımı söyleyince, ilk itiraz yazının başlığına yapıldı. Bu yıl üniversiteyi kazanan oğlum "-Bu başlığı kullanma, kimse anlamaz" dedi.
Acaba doğru mu idi? Her gün içinde yaşadığımız tefrika, kâğıda dökülünce "anlaşılmaz" mı olacaktı? "Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez" diyen Akif okunmayınca, dili de anlaşılmaz mı olmuştu? Keşfi ve icadı yüzyıllarca geride bıraktığımıza göre, yeni nesillerin "kâşif" ve "mûcid"le tanışık olmaması da herhalde tabiî idi...
ŞEKSPİR, İNGİLİZCE VE...
"Tafrika Mûcidleri"ne yapılan itiraz, beni 27 yıl gerilere götürdü. Prof. Dr. Kemal ERASLAN, o yıllarda "lise" hocası idi ve "Edebiyat" dersimize geliyordu. "Şekspir"i işlerken söyledikleri, hâlâ kulaklarımızda...
Fransızca ve Lâtince'nin tesiri altındaki "zayıf" İngilizce'yi dış tesirlerden kurtarıp, konuşulan-yazılan bir "güçlü" dil, "halkın dili", "ilim dili" haline getiren Şekspir, tâ 1500'lerin sonlarında yaşamış... Ama bugün konuşulan İngilizce işte o çağlardan kalmış ve giderek gelişmiş "Şekspir" İngilizcesidir. İngilizler bugün Şekspir'in dili ile yazar, onun dili ile konuşurlar.
Bizim -hem de okumuş, üniversiteli- çocuklar bile 1936 yılında vefat eden M.Âkif'i, 1958’de kaybettiğimiz Yahya Kemal'i anlamıyorlarsa, buna ne denir? Akif niçin okunmaz, Yahya Kemal, hattâ Samiha Ayverdi, Nurettin Topçu "niçin okunmaz"ın çaresini bulmadıkça, "-Bu millet nereye, nasıl varır"ın cevabını da bulamayız.
Bir yandan 50 yıl, 80 yıl önceki kendi "dil"imize -her ne hikmetse- karşı çıkarken, diğer yandan yabancı dil "ihtiyaç"ını, önce yabancı dil "moda"sına, sonra da yabancı dil ile "eğitim"e çevirdik... Her şeyden evvel halledilmesi icabeden, işte bu meseledir... Ve aynı psikolojiye bağlı kompleksler…
TEFRİKA MÛCİDLERİ
Ne kadar "ortak" kültür paydası varsa, hepsine başvurup, millî bütünlüğünü tahkim etmek zorunda olan Türkiye'de her gün yeni "tefrika" unsurları icad ediliyor.
Kullandığımız dili "kim anlıyor, kim anlamıyor" diye tereddütte bırakılmışsak, herhalde bu da şuurlu şekilde icad edilmiş bir tefrika unsuru olmalı...
"-Gelin canlar, bir olalım!" diyen Hacı Bektaş Velî'nin "tefrika" unsuru olarak kullanıldığı bir ülkede, hangi sun'î ayrılığa şaşılır?..
Siyasî ve ideolojik maksatlar dışında, bu memlekette ne zaman bir "dinî" kaynaklı "Sünnî-Alevi" tartışması çıkmıştır?..
Dış kaynaklı bir "fesat" hareket hariç, Türkiye’de ne zaman bir "Türk-Kürt" tefriki görülmüştür, söyleyebilen var mı?
"Okullar tatil oldu, camilerde Kur'an kursu furyası başladı" mealli yayınların altında ne var, araştırmaya değer... "Evren imam hatip liselerine sıcak bakıyor" başlığı ile yayınlanan Cumhurbaşkanlığı açıklamasından sonra hızı kesilen polemikler de öyle...
"Türk-Kürt", "İmam-hatip-Kur'ân kursu", "cami-diyanet", "irtica-din" konulu bir polemik duydukça ürpermemiz bundan...
Bulunduğumuz coğrafyada ancak "tefrika" ile değil, bütünlük ile ayakta durabiliriz... Yoksa, "Demirperde-hür dünya" farkı yok, komşular elbirliği etmiş, aleyhimize sun'î "tefrika" sebepleri icad ediyorlar.
"Tefrika"yı ve "mûcid"ini biz anlamasak da...