Cumhurbaşkanlığı seçiminin gündemde olduğu şu günlerde "Müslüman-Türk" geleneğindeki "Devlet" anlayışını hatırlamakta ve hatırlatmakta sayısız faydalar var. Bu anlayış, "semavî" ve "beşerî" evrensel devlet anlayışının da bir tesbiti ve görüntüsüdür.
Önce şeyhimiz EDEBALI'nın "beylik kılıcı"nı kuşanan "Kara Osman" nam Gazi'ye söyledikleri ile başlamak yakışık alır:
"-Ey Osmancık! Artık beysin, beyliğini bil!.. Bundan sonra öfke bize, uysallık sana! Suçlama bize, katlanma sana! Yanılma bize, hoşgörme sana! Acz bize, yardım sana! Geçimsizlikler, uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, çatışmalar bize, adalet sana! Kötü söz bize, şom ağız bize, haksız yorum bize, bağışlama sana! Üşengeçlik bize, gayret sana! Uyuşukluk, rahat bize, uyarmak, şevklendirmek, gayretlendirmek sana!"
İşte beyden teb'aya değil, teb'adan beye tarihten süzülüp gelen ulu öğütler!.. İşte Osmanlı'yı "Beylik"ten "Devlet"e; "Devlet"ten "İmparatorluk"a götüren misyon ve mefkure!.. Tabandan tavana, tavandan tabana saygı akışı!.. Bu terazide bir de kendimizi tartmaya ne dersiniz?
İMAM-I AZAM'DAN ŞEYH EDEBALI’YA
Şeyhimiz Edebalı'nın "beylik kuşağı"nı elleriyle taktığı Osman Gazi'ye yüklediği bu ağır mes'uliyet, aslında İslâm fikriyatıyla yüklü "Türk devlet geleneği"nde mevcut bir mit ve misyon idi... İşte "Azam İmam" Ebû Hanife'nin "Devlet" yaklaşımı:
"-Zulmü yok etmek bir kutsal borç. Ama Devlete başkaldırmadan. Devleti yok bilmeden. Devletin devletliğine zarar vermeden..."
Ehl-i Sünnet'te "Hurûc ale's-Sultan" yok... Bir azınlık görüşte ise "şartlı" olarak var... "Fitne" çıkarmamak şartıyla... Bunun mânâsı "Müslüman'ın Müslüman'a zarar vermemesi" demek...
Müslüman'ın Müslüman'a zarar vermemesi şartına bağlı "başkaldırma" niçin meşru sayılmamış?.. Sebebi açık: "Devlet", millet varlığına bir şemsiyedir. Onu yok sayarsanız, "mülk" de kalmaz, "millet" de... "Mülk-i millet", devlet şemsiyesi ile vardır. Tarihte de, bugün de...
BÜYÜKLÜK BÜTÜNLÜK İSTER
İster seçelim, ister seçilelim, "büyüklük" bütünlük ister. Bir de tevâzû. İşte o da, Edebalı Hazretlerinin kutlu ağzından:
“-Ey Osmancık! Ululanma, rakiplerini hor görme!.. Düşmanını çoğaltma! Düşmanlığın başını da, sonunu da sen seç, sen başlat, sen bitir! Boyundan, soyundan, dininden kimselere düşman olma, kin gütme! Boyundan, soyundan, dininden olmayan kimselerle kurduğun dostluğu yoldaş dostluğu ile bir tutma! Öyle dostluklara sadık ol ama bel bağlama! Hesabını-kitabını onlara dayama! Düşman seçerken, gücünü kılı kırk yararcasına ölçüp biç!”
Şu ulu sözler sanki bugün için söylenmiş:
"-Dostlukta da, düşmanlıkta da aşırılığa düşmeyiniz! Zira bugün size dost olan, yarın düşmanınız olabilir, bugün düşman olduğunuz, yarın dostunuz olabilir."
"Ya devlet başa, ya kuzgun leşe" diye boşuna mı söylenmiş?
Biz vatandaşız... "Devlet"e ve "devletli"ye bunu deriz. Ve "iktidar", "muhalefet" diye seçtiklerimize...
"Bey" beyliğini, teb'a teb'alığını bilmeli değil mi?
Bilmeli!.. Bilmeli ki. "fitne" olmasın; “devlet” yara almasın!.. "Tarih" ve inancımız da, evrensel devlet anlayışımız da, "vatandaş" vicdanımız da bunu söylüyor.