Dünya bir yerlere doğru gidiyor. "Doğu Bloku"ndaki yeni oluşmanın "Batı"yı ve topyekün dünyayı nasıl etkileyeceği, sosyal siyasetçilerin dikkatle üzerine eğildikleri bir konu...
Dünyada yeni dengeler oluşur, ülkeler yeni bir çağa hazırlanırken, "İslâm ülkeleri" ne durumdadır? Sorunun cevabı, "düşünen" Müslümanlar tarafından araştırılırken, Mısır'ın başkenti Kahire'de "İslâm İşleri Yüksek Konseyi" toplandı. Seyrek aralıklarla yapılan ve 22-26 Şubat 1990 tarihleri arasında üçüncüsü gerçekleştirilen toplantıda, "İslâm dünyasını tehdit eden tecavüzler ve bu tecavüzlere karşı alınacak tedbirler" konuşuldu.
20 İslâm ülkesinin "bakan" seviyesinde temsil edildiği toplantının, dünyanın bir "dönüm noktası"nda olduğu şu ortamda İslâm ülkeleri önünde çakılan bir "kıvılcım" olabileceğini düşünüyor, ümit ediyoruz.
Nitekim Türkiye'yi "bakan" protokolünde temsil eden Divanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mustafa Said YAZICIOĞLU, toplantıya sunduğu Arapça "tebliğ"de, "beynel-İslam" işbirliği ihtiyacından sozetmiş; dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan bazı Müslüman azınlıkları tehdit eden tecavüzlere dikkat çekmiştir. Bulgaristan ve Batı Trakya'da yaşayan "MüslümanTürk" azınlığa -ikili anlaşmalara rağmen- reva görülen ve zulüm mertebesine varan baskılara, Sovyet Azerbaycanı'nda yaşayan "Batı" destekli işgale ve diğerlerine...
"İnanmayanlar bile birbirlerinin yardımcılarıdırlar. Şayet siz böyle yapmazsanız, yeryüzünde büyük bir fitne, büyük bir fesat ortaya çıkar" (el-Enfâl: 73) ikazına kulak tıkanınca, işte sadece İslâm ülkelerinin değil, ihtiyar "arz"ın durumu ortada... Allah -hâşâ-yalan söyler mi?
Diyanet İşleri Başkanı’mıza, 20 İslâm ülkesinin hükümet seviyesinde katıldığı bu "önemli" toplantı sonunda, Türkiye açısından edindiği intibaı sorma fırsatı buldum: Ülkemizin dışarıda "iyi" tanınmadığını; Türkiye’nin "din hizmetleri" ve "din eğitimi" konularında diğer İslâm ülkelerinden "ileri"de olduğu halde, bunu tanıtamadığımızı ifade ettiler.
Gerçekten de İslâm ülkeleri birbirini tanımıyor. Dahası, kendi kaynaklarımızı, kendi değerlerimizi, kendi imkânlarımızı bilmiyoruz. Henüz kendi kültürümüzü ortaya çıkarabilmiş değiliz. İslâm ülkeleri olarak kendi aramızda henüz bir iletişim ağı kuramamışız.
Avrupalı bizi tanıma konusunda bizden ileride. Hayret değil mi? Ansiklopedimizi Hıristiyanlar yazdılar. Onların yazdığı "İslam Ansiklopedisi"ni bundan 46 yıl önce neşretmeye başladık, henüz bitiremedik. Onlar 2. baskısını yaptılar. Diyanet'in neşrettiği "Tecrid", Buhari'nin tamamı değil, muhtasarı. Fransızlar bunun tamamına 60 yıl önce sahip idiler. Taberi'yi yabancılar bastılar. Beyzavî'yi onlar neşrettiler. Keşfü'z-Zünün'u Latince tercümesiyle onlar yayınladılar. İnanması zor ama, "Mu'cemü’l-Müfehres Li-elfaz'ıl-Hadîs en-Nebevi" adıyla Hadîs Konkardans'ını müsteşrikler yazdılar.
İslami kaynakların bir envanterini henüz çıkarabilmiş değiliz. Kaynaklarda yeralan farklı hükümlerin ortak paydaları tespit edilmemiştir. Geçmişimizde "tahlil" çok, "sentez" yok. Bugün o da yok.
İslâm ülkelerinin kültürel açıdan yapması gerekenler bunlar. Bir de "siyasî" yaklaşım ihtiyacı var. Önce "buluşma" noktalarını tesbit etmek; buluşulamayan noktaları, bu "buluşma" çizgileriyle halkalamak ve halline çalışmak... Bu da işte bu tür "Beyn’el-İslam" buluşmalarla olur.
Kahire bütün bu konularda bir "ilk adım" olmasını diliyoruz.