Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
DİN BİR LÜKS DEĞİLDİR, DİN HAYATIN İÇİNDEDİR - 13 Ağustos 1982

(Din, konuşurken; alışveriş ederken, görev yaparken, çalışırken, askerin, sivilin, işçinin, patronun, esnafın, tüccarın, amir ve memurun, kısaca herkesin ruh enginliğinde duyması ve yaşaması gereken prensiplerdir.)

Din, toplumun disiplinini sağlayan ilahi bir müessesedir. Yüce İslam Dini ise son din, gerçek dindir. Tarihimiz içerisinde İslamiyet’in seçkin ve etkin bir yeri vardır. Kandillerde, bayramlarda, Cumalarda, Teravihlerde, insanımız yüz-yüze göz-göze bir araya gelmenin, kaynaşmanın heyecanını yaşamıştır. Çağlar mevlit-mevlit, kandil-kandil bütünleşen Türk insanının din kardeşliği tezahürleri ile aydınlanmıştır.

Son asrın buhranı, insanları aynı inançta, aynı heyecanda birleştirememe başarısızlığıdır. İnsan aklı; duyguları, kaprisleri olan bir varlıktır. Aklın duygulara yön vermesi, toplum menfaatinin şahsi çıkarlara tercih edilmesi, toplayıcı fikirlerin ruh ve zihinlere etki oranına bağlıdır. Türk insanını savaşta ve barışta birleştiren hâkim fikir, yüce İslam Dini’dir.

Din bir lüks değildir. Din, hayatın içindedir. Yaşayan, davranışlarımıza ölçü olan, emir veren bir disiplindir. “Namaz insanı her türlü edepsizlik ve kötülük (fahşa ve münker)lerden men eder” ayeti, bunun ifadesidir. “Yalan söyleyen ve yalan (gibi kötülük) ile amel eden kimse (oruç tutuyorum zannederek boşuna aç kalmasın!) Onun yemeyi ve içmeyi bırakmasına Allah’ın (asla) ihtiyacı yoktur” hadisi de, ibadetlerin bir hikmetinin de insanın ahlakını yüceltmek olduğunu te’yid etmektedir.

            Din, milleti oluşturan güçtür. Din birliği, insan topluluklarını millet haline getiren, onu diri ve ayakta tutan en önemli kaynaktır. Hiç kimse bu ilahi disiplinin dışında değildir.

Din, konuşurken; alışveriş ederken, görev yaparken, çalışırken, askerin, sivilin, işçinin, patronun, esnafın, tüccarın, amir ve memurun, kısaca herkesin ruh enginliğinde duyması ve yaşaması gereken prensiplerdir. Başka bir değişle Din, camide ve seccadede bırakılan bir fantezi değildir. İşçiyi daha verimli, öğrenciyi daha çalışkan, halkı kanunlara karşı daha saygılı, piyasayı daha güvenli yapan faktörlerden biri de dindir.

Dine saygılı toplumda cinayet, karaborsa, kanunsuz fiyat artışı, adam kayırma, rüşvet, zimmet, kanunlara karşı isyan yoktur. Bunlar, dine karşı saygısı azalmış toplumlarda kolayca filizlenen içtimai hastalıklardır.

Kötülükler ve suçlar, polisin, jandarmanın görmediği yerde işlenirler. Herkesin başına ise bir polis dikme imkânı yoktur. Bu disiplin, kalplere yerleştirilen sorumluluk ve din şuuru ile kolayca sağlanır. O halde din eğitimi ve disiplini, suçların önlenmesi bakımından kanunlara yardımcıdır.

İslam Dini, gerici, tutucu değil, itici bir güçtür. “İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır” diyen, çalışmayı ibadet sayan, hizmetçi ile efendiyi aynı sofrada oturtan,”İşçinin ücretinin teri kurumadan verilmesi”ni emreden, kul hakkını hak sahibinin affına bırakan, toplumun içinde, ona yön veren, yücelten, yükselten bir dindir.

Dindar millet çalışkandır. Fabrikasını kendisi kurar, makinasını, ilacını, silahını kendisi yapar, madenini, petrolünü kendisi işletir. O halde gerçek din, gerçek Müslümanlık, aydınlıktır, ışıktır, ileriliktir, medeniyettir. Bu ışığın, bu medeniyetin aydınlattığı mes’ud toplumlarda cehaletin hoyrat eli ruhları karartamaz, zihinleri saptıramaz. Böyle toplumlarda tarihi materyalizmin inkâr tohumları yeşeremez.

Din, toplumu ayakta tutan sosyal bir bağdır. Tarihi zamanlar içerisinde okulun, yolun, ışığın giremediği yurt köşelerinde insanımız dinin bağlayıcı, düzen verici otoritesi ile ayakta kalabilmiştir.

Türk insanı, büyük çilelerden, tecrübelerden geçmiştir.

Halkımız arasında hala yetim malı “DOKUNULMAZ ŞEY”dir. Başkasının ırzı kendi ırzımızdır. Başkasının malı “Kul Hakkıdır” diye korunmuştur.

Tarih boyunca devletin himaye edici elini her zaman yanında göremeyen insanımız, Türklüğünü bu sayede koruyabilmiş, hayatını böylece sürdürebilmiştir.

Tarihimde ölüyü soyan, güçsüze saldıran, devlet malını yağmalayan örnekler yoksa bunu ulu Müslümanlığa borçluyuz. Kul hakkını, Allah’ın engin affediciliğinin dışında bırakan prensip, tarihimizi maddeci ve yağmacı bir tarih olmaktan kurtarmıştır. Tarihimizde, insan insanın kurdu değildir. İslamiyet’in güçsüzlere, kimsesizlere uzanan sosyal yardım ve dayanışma müesseseleri sadece vatandaşları değil, en yakın akraba ve komşudan başlayarak bütün insanlığı kapsayan geniş kardeşlik müessesesini kurmuştur. Ulu Müslümanlığın sosyal dayanışma ve yardım kurumları, zekât ve sadakadan ibaret değildir. Doğan her çocuk toplumun teminatı altındadır. Bu, aidatsız, başvurmasız, karşılıksız, toplu sigorta demektir. Böyle teminat ancak Müslümanlıkta vardır.

İlaç bulamayan hastadan, açlıktan kıvranan yoksuldan en yakından başlayarak çevre çevre bütün toplum sorumludur. “Komşusu aç iken tok uyuyan bizden değildir” hadisi, bu konuda en güçlü prensibi koymuştur.

İslamiyette ölçü madde değildir.

“Ferdi cemiyetin kurdu” yapan anlayış, ihtiyar dünyamızı çeşitli blok çıkar ve kavgalarının insafsız arenası yapmıştır. Vicdanları sarsan endişe, değer hükmü “Madde” olan düşüncenin tahribatıdır.

Ölçü madde olursa, evlat ana-babayı menfaati olduğu müddetçe sever. Tüccar müşteriyi çıkarı olduğu için aldatır. Asker cephede menfaati varsa savaşır. Böyle bir toplum şerefli, mutlu bir toplum olamaz.

Toplum düzenimizi sağlayan, bizi millet yapan bir önemli unsur da, kutsal iman varlığımızdır.