İslâmiyet ilme, ilmi çalışma ve araştırmalara önem vermiştir. Gerek ayet ve hadislerde, gerek din kitaplarında bu konuya geniş yer verilmiştir.
“Bilinmeyen”i çözmek, eşyaya bakıp yaratanı bulmak, dağı - taşı toprağı yararlı kılmak, tabiattaki incelik ve güzelliklerden ilâhi kudrete yükselmek, insanın görevidir.
"Rabbınız yeryüzünde sizi kendisine hafife kıldı. Sizi arzı işlemeye, onun nimetlerinden yararlanmaya memur eyledi ve diğer yaratılmışlara hâkim kıldı" ayeti bunu ifade eder.
"Yârabbi, bana eşyanın hakikatini Öğret!" hadisi, insanın bilinmeyene inmek, maddenin analiz ve sentezine yönelmek, "Bilinmeyen"den bilinen en yüceye yükselmek görevinin en güzel örneğidir.
“Nereye baksam Allah'ın yüceliğini görüyorum” sözü Bunu te'yid eder.
“İlim öğrenmek, kadın ve erkek her Müslüman’a farzdır” hadisi, ilim tahsilinin terki caiz olmayan bir yükümlülük olduğunu belirtmektedir. Hadiste kastedilen, hem din nemlerinin, hem müsbet ilimlerin öğrenilmesidir. Büyük telâm Bilgini Gazzâlî, "İhyâ-ül Ulûm"unda matematik, astronomi, cebir ve benzeri müspet ilimlerin öğrenilmesinin de "Farz" olduğunu belirtmektedir.
Nitekim “İlim iki çeşittir: Biri din ilmi, diğeri insanların yaşamaları için gerekli diğer bilgilerdir" hadisi bunu te’yid eder.
Gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayınız!" ayeti; "Düşmana düşmanın silahı ile mukabele ediniz!" hadisi, ilmî çalışma ve teknik araştırmaların İslâmiyet'in kesin emirleri olduğunu belirten kaynaklardan birkaçıdır.
"İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır" ve "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışınız" hadisleri de bu emirlerin tekrarıdır.
O halde geçmiş ve gelecek bütün bilimlerin ilmi metodlarla tahlili, bu tahlil ve analizden yeni sentezlere ulaşılması, Müslümanlar için farz ve şarttır. İslâm Peygamberi, Medine'ye hicretle birlikte Müslümanlara bu hedefi göstermiştir.
Müslümanlığın ilme ve müsbet bilgilere karşı kesin tutumu sebebiyle İslâmiyet’in doğuşundan kısa bir süre sonra İslâm dünyasında yoğun bir ilim faaliyeti başlamıştır. 4 Halife devri "Kur'an" ve "Hadis" kaynaklarının derlenmesi ve fetihlerle geçtikten sonra, Emevî ve Abbasî imparatorlukları devirlerinde yerleşik bir medeniyet oluşmuştur.
Özellikle "Endülüs Emevîleri" devrinde "Tıb", "Astronomi", "Matematik", "Cebir" ve "Mimarî" alanlarında o güne kadar görülmemiş bir ilim ve medeniyet atılımı sergilenmiştir.
Harun Reşid zamanında Bağdat'ta çok sayıda şair, hukukçu, hekim, müzisyen ve san'atkâr toplanmış, Me'mun zamanında Bağdat'ta bir "İlimler Akademisi" ve bir Fen Üniversitesi olan. "Beyt-ül Hikme", Bağdat ve Tedmür'de rasathaneler kurulmuş; hekimler, hâkimler, müzisyenler, şairler, matematikçiler, astronomlar himaye görmüştür.
Bu üniversite ve akademilerin kurulmasından sonra İslâm dünyasında ilmî çalışmalar canlanmıştır.
İbn-i Sina'lar, Uluğ Beyler, İbrahim Hakkı'lar, Pîrî Reis'ler yetiştiren Müslüman - Türk tarihi de Cihannüma’lar Cihanküşâlar, Kanun Fi'ttıb’lar, Marifetnameler'le bu aydınlık medeniyetteki yerini almıştır.
Bu ilmi gayret ve himmettir ki, ilk dispanserleri, ilk eczaneleri açanlar Müslümanlar olmuştur.
Müslümanlığın bu "Farz" emrine ve İslâm tarihindeki eşsiz medeniyet atılımına rağmen Müslümanlar sonraki devirlerde bu mirasa sahip çıkamamışlardır.
Bu sebeple enerjiyi işe tatbik eden; elektriği, telefonu, telgrafı bulan biz olmadık. Güneş ışınlarım enerjiye çevirme, deniz suyunu tatlı su haline getirme, yosundan yiyecek yapma, hava ve suyu petrol yerine ikame etme çalışmalarını sürdüren de biz değiliz.
Aynı gerileme din ilimlerinde de görülmüştür.
Şimdi bize düşen, kendi öz kültürümüzü ilmî metodlarla yeniden araştırmak; "Eşyanın hakikatini öğrenme" mecburiyetini belirten hadise uyarak maddenin analiz ve sentezine yönelmek; bilinmeyeni bulmaya azmetmek; ilim ve teknikte ileri ülkelerin ilmî seviyelerine yetişmek; onları tenkit ve tahlil edebilecek, senteze ulaşabilecek merhaleye varmaktır.
Zira İslâmiyet ilim öğrenmeye, ilmi çalışma ve araştırmaları "Farz" saymıştır.