Bugünlere kolay gelmedik. Bir su matrasına, bir kundura bağına, bir tüfek kayışına muhtaç günlerden geçtik.
Bizim gibi İslâm dünyasının ve kutsal toprakların bekçisi olarak toplu bir istiklâl savaşı vermiş milletlerin sayısı çok değildir. O savaşı yaşamış; cephede kanını ve azasını bırakmış neslin henüz hayatta bulunması da bizim için ayrı bir imkândır.
Son yüzyılda dünya bir Balkan, iki dünya savaşı yaşadı. İlk dünya savaşında 10 milyon insan can verdi. Kaybolanların sayısı 40 milyon.. İkincisinde sadece ölenlerin sayısı 15 milyon... Her üç savaş da, ya topraklarımız üzerinde veya çevremizde cereyan etti. Bugünki nesiller, o günleri yaşamış insanların hatıralarını dinleyerek büyüdüler. Haçlının, Rus'un, Yunan 'ın günah izleri, taşımızdan-toprağımızdan henüz silinmedi.
Bu böyledir de, bu acı günlerden alınacak ibret son çeyrek yüzyıllarda nasıl unutuldu?
İstiklâl için savaş vermiş, savaş kazanmış bir milletin çocukları devletine nasıl başkaldırdı? Karakolları kimler bastı; polisi, askeri kimler, nasıl arkadan vurdu? Henüz uzak olmayan bir tarihte düşman çizmesi altından kurtarılan vatanda insanımız nasıl birbirine düşürüldü?.
Yapılanlar güzeldir:
Anarşi durduruldu, ekonominin dizginleri toparlandı, kamu kurumlarının yeniden düzenlenmesi çalışmaları başlatıldı..
Bunlar güzel adımlardır ama, hapishaneye koyduğumuz gençlerin sayısı 100 bine yaklaştı. Öğretmenlikten, emniyet görevinden, devlet memurluğundan uzaklaştırılanlarla rakam 100 bin sınırını aştı. Bunlar nüfusumuzun en dinamik, en icadedici, fakat en deli-bozuk kesimi.. Partiler demokrasisine geçince bunlar ne olacak? Görevinden alınanlara hangi işi verdik? Vadesini doldurarak çıkanları hangi işe koşacağız?
...Ve yeni yetişenlerimizin, bu çarkın dişlilerine kendilerini kaptırmamaları için -gündelik değil- hangi köklü tedbirleri geliştiriyoruz?
İşte günün sorusu budur!...
Bir küllî toparlanmaya muhtacız.. Doğu-batı, kuzey-güney, yaşlı-genç, okuyan-okumayan, işçi-patron, asker-sivil, âmir-memur demeden küllî bir bütünleşme hamlesi başlatmalıyız..
Durumumuz "Boşver!" anlayışına mütehammil değildir..
Yüzyıllarca "Nizâm-ı Alemi temsil ettik.. Millet olma tecrübemiz hiçbir millette vok..
Tarihin en güçlü ordularını, dünyanın en büyük imparatorluklarını kurduk.. Yeraltı-yerüstü, tarihî, stratejik ve demografik imkânlarımız düşmanın hasedini çekecek kadar güçlü.. Bu imkânları hakkıyla değerlendirirsek hem bölge, hem dünya sulhuna yön veren ışıklı, pırıltılı bir ülke olabiliriz.
O halde neden bir ve bütün değiliz?. Bu genç insanlar niçin laboratuvar yolunu değil, hapishane yolunu tercih ederler?
Kuzeyden, batıdan, güneyden, doğudan tam bir ateş çemberi içerisindeyiz. Kuzeyimiz demirperde. Yarı-güneyimizi de çembere alan batı komşumuz bir Türk düşmanlığı cezbesinde. Ayakları henüz yere basmayan güney ve doğu komşularımız kardeş kavgasında..
''Birbirinizle ihtilâfa düşerek, çekişip durmayınız! Aksi halde başarısızlığa düşersiniz.. Gücünüz, kuvvetiniz, kaybolup gider.." (1)
"İnanmayanlar bile birbirlerinin yardımcılarıdırlar.. Şayet siz böyle yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir kargaşa ortaya çıkar." (2)
"....iseniz, ALLAHIN BELÂ EMİRLERİNİ BEKLEYİNİZ" (3)
"-Sakın benden sonra ihtilafa düşüp, birbirinizin boynunu vurmayınız" (4).
Ayet ve hadislerindeki ikazlar bizi derin-derin düşündürmelidir.! Aksi halde bu ikazların muhatap ve mahkûmu oluruz...
Dünya yürüyor.. Yürüyen, ilerleyen dünyada durmak, çağın ve ihtiyaçların gerisinde kalmaktır.
İslâm Dini fitneyi yasaklamış bir dindir. Bizi birbirimizle kavgaya götürecek hiçbir problemimiz yoktur. Menfaatimiz kavgada değil, birbirimizi sevmededir...
Bölüşemediğimiz nedir? Yüzümüzü ağartan bir sevgi ve kucaklaşma ile yokluğun üzerine yürümek varken, kavga etmek nedendir?.
Cumhuriyetin 59'uncu yılını kutlarken bu soruları herkes birbirine sormalıdır?
Daha dün, kendi çocuklarımızın şerrinden can emniyeti ile sokağa çıkamıyorduk.. Bugün, yürürlükten kaldırılan "Ana-Kanun"un toplu mukavelesi safhasına geldik...
Şimdi tek çare bütünleşmekti r!...
1-EIEn'am:46
2- El En'âm: 73
3-Et'Tevbe:24
4- Vedâ Hutbesi