Toplumda “Sosyal Adalet” in gerçekleştirilmesi beşerî ve ilâhî iktisat sistemlerinin hedefidir.
Beşerî sistemlerin "Klâsik Haklar" arasında çoğunlukla yer vermedikleri, ancak çağdaş iktisat sistemlerinde "Sosyal Haklar" arasında yer verilebilen "içtimaî Adalet" asıl teminatını İslâmiyette bulmuştur.
Gerçekten İslâmiyet sosyal adalet konusunda çağdaş iktisatçıları hayrete düşürecek sentez tedbirler getirmiştir.
İslâmiyet'te "Mülkiyet Hakkı" vardır ve korunan önemli temel haklardandır. Fakat bu hak için kaynakta ve tasarrufta "Meşruiyet" sınırı getirilmiştir.
Bu şu demektir:
Meşru yollardan kazanılan mülkiyet, meşru yollardan tasarruf edilmek şartıyla kutsaldır ve korunmuştur. Meşruiyet şartına uymak kaydıyla mülkiyet için herhangi bir üst sınır da getirilmemiştir.
Kazandığına sahip olmak, insan fıtratının değişmez ve ortak özelliğidir. Kazandıkları üzerinde tasarruf hürriyeti bulunmayan insan çalışma arzusunu yitirir. Kollektivist sistemler (Bilimsel Sosyalizm ve Komünizm)in yanlışı buradadır.
MEŞRUİYET ŞARTINA UYULMAK KAYDIYLA MÜLKİYETE HERHANGİ BİR SINIR GETİRİLMEMİŞTİR.
Mal biriktirmek için her türlü vasıtayı meşru sayan sistemlerde de toplumun bir kesimi diğer kesimlerini her zaman istismar etmiştir. Alın terinin istismarı; karaborsa ve "Meşruiyet sınırı bulunmayan" mülkiyet anlayışı, insanlığa çok pahalıya malolmuştur. Klâsik Kapitalizm'in hatası da buradadır.
İslâmiyet'in iktisadî sistemi bu ifrat ve tefritten uzak, ekonomide iki ucu temsil eden kollektivist ve kapitalist sistemlerin hatalarını bertaraf eden ve insan yaratılışına uygun yanlarını nefsinde cem'eden "Nev'i şahsına münhasır" bir sistemdir. Ne ondan, ne öbüründen etkilenmiş, ancak her iki anlayışın olumlu bir sentezini temsil etmiştir.
TABİAT KAYNAKLARINDAN TOPLUMUN ÂDİLÂNE ŞEKİLDE İSTİFADE ETMESİ BİR ESASTIR
İslâmiyet'te tabiat kaynakları gerçekte Allah'ın mülküdür. Bu kaynaklardan toplumun âdil istifadesi esastır. Tek-tek fertler, mülkiyetlerine konu olan "Şey' 'i toplumun aleyhine kullanamazlar.
Tabiî üretim kaynakları ve edinilen servet üzerinde toplumun, Allah'ın hükmettiği hakları vardır. Zekât, fitre, fidye, kefaret... edinilen para ve mallar üzerindeki bu hakkın topluma iadesidir.
İslâmiyet iktisadî alandaki bütün emir ve yasaklarında malın zenginden fakire intikali prensibini getirmiştir. Bunu yaparken, zenginin kendiliğinden fakirin elinden tutması gibi bir espriyi de öngörmüştür. Fakir, hasta ve muhtaç kişiler en yakın akraba ve komşudan başlayarak bütün toplumun teminatı altındadırlar.Bu sebepledir ki, Müslüman toplumda hiç kimse, sahipsiz, aç ve açık kalmaz. İlâcını alamayan hastadan, geçimini sağlayamayan yaşlı, sakat ve işsizden, en yakından başlayarak çevre-çevre bütün cemiyet sorumludur. Bu, aidatsız, ücretsiz, toplu sigorta demektir.
İSLÂM'DA İÇTİMÂİ ADALET ZENGİNİN İNSAFINA BIRAKILMAMIŞTIR.
İslâmiyet imkânı olmayanları, bir taraftan, imkânı olanların gönüllü fedakârlıklarına emanet ederken, diğer taraftan devlete de ciddi görevler vermiştir.
İçtimâi adalet, zenginin insafına bırakılmamıştır. Devlet, teb'asının durumunu yakından denetlemek ve millî servetin âdil dağılımı için kesin tedbirler almak zorundadır. Bu gerekçe iledir ki, toplumun ortak ihtiyaçları konusunda devlete kesin müdahale yetkisi verilmiştir. Devlet, toplumu bazı istismarcı ve kötü niyetli açıkgözlerin istismarlarından korumak zorundadır.
DEVLETİN SORUMLULUĞU, İSLÂMİYET'TE SOSYAL ADALETİN GERÇEK TEMİNATIDIR
"Hür Teşebbüs" vardır. Ancak hür teşebbüs devletin ciddi denetimi altındadır. Hür teşebbüsün el atmadığı zarurî hizmet alanlarında ise, devlet, birtakım desteklerle hür teşebbüsü bu alanlara sevketmek veya bizzat bu hizmetleri yürütmek durumundadır.
Devletin "Aşırı fakirliğin önlenmesi", "Toplumun zaruri menfaatlarının korunması" konularındaki yetkisi o kadar kesindir ki, getireceği meşru tedbirlerle “Servet Tevazünü” ne bile gidebilir. "Nevâib", "Avarız" gibi vergileme metodlarıyla bu konularda devlete geniş bir hareket alanı tanınmıştır. "Tâ ki mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın!.." âyeti bunu âmirdir.
Bu anlayış iledir ki, Hz. Ömer müslim-gayr-ı müslim farkı gözetmeksizin hastalara, güçsüzlere, yeni doğan çocuklara hazineden maaş bağlatmış, teb'anın her kesimi için devlet himayesi getirmiştir. Kurdun ısırdığı koyundan devletin kendini sorumlu sayması anlayışı, İslâmiyette sosyal adaletin gerçek teminatı olmuştur.