Toplumda "İlerleme" bir dengeyi ifade eder. Ruhî ve fizikî dengesi sağlam fertlerden oluşan toplum, huzurlu toplumdur. Bu toplumda fertlerin birbirleriyle ve cemiyetle, cemiyetin fertlerle münasebetlerindeki değer yargıları içtimaî denge ve huzuru sağlar. İçtimâi yapıları sağlam toplumlarda ise madde ve mânâda toplumu ileriye götürecek hamleler kolayca basardır.
İleri toplumlar, içtimaî yapıları sağlam toplumlardır. Toplum yapılarını tahkim edebilmiş cemiyetler ihtiyaçlarına ve hedeflerine kararlılıkla yaklaşabilmişler, sosyal yapıları zayıflamış cemiyetler ise yakalarını sosyal karışıklıklardan kurtaramazlardır.
İslâmiyet'in bütün hükümleri "İnsan" üzerinedir. Bütün emir ve yasaklar, "İnsan" mihveri etrafındadır. İnsanın ruhî ve fizikî olgunluğa ulaşması, İslâmiyet'in hedefidir.
Nefsini yenen insan, kendi içindeki kavgayı kazanan insandır. Ailesine, çevresine ve Allah'a karşı vazifelerine sahip insan, kanatlanmaya hazırdır, insan sevgisi de, toplu yaşama şuuru da, sadece mânâda değil maddede kalkınma hamleleri de bu tohumdan yeşerir. Toprağın tohumu yeşertecek kıvamı bulması, başarının değişmez şartıdır.
Müslümanlık, kalkınmanın mihveri olan insanın ferdî olgunluğa ulaşması için fıtrata uygun tedbirler getirmiştir.
İslâmiyet'te insan hayatının her ânı programlı kimsedir. İbadeti, çalışması, istirahatı hesaplıdır. Bu insan, Allah'ın herşeyden çok değer verdiği "Zaman"ını, hayatını, servetini, imkânlarını en iyi değerlendirmek burcundadır. Zira, hayatının, servetinin, sıhhatinin hesabını verecektir.
Bu sebepledir ki, "iki günü birbirine eşit olan aldanmıştır". Çalışmada, ilimde, olgunlukta, Müslümanın bugünü dününden, yarını bugününden ileride olacaktır. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışırken, yarın ölecekmiş gibi ahiret için hazırlanacaktır. Bu, dünya ve ahiretin bölünmezliğinin ifadesidir.
“Dünya ahiretin tarlasıdır”. Dünyada yapılan herşey “iyilik de, kötülük de” ahirette tartılacak, değerlendirilecektir.
“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışan”, "iki gününü birbirine eşit tutmayan" insan her an tekâmül eden insandır. Mü'min güçlü insandır. Düşmanı gözleyen; durmadan "güç-kuvvet hazırlayan" düşman neyi yapabiliyorsa onu yapan; düşmana düşmanın silâhı ile mukabele edebilen insandır.
"Veren el, alan elden üstündür". "Kuvvetli mü'min zayıf mü'minden hayırlıdır."
"İnsan,arzı işlemeye memurdur." "Rızık toprağın derinliklerinde, fezanın sonsuzluklardadır."
"İslâm'da zihin ve ruh tembelliğine yer yoktur". "Müslüman kuzeyden ve batıdan esen şiddetli rüzgârın, çeliğin ve uranyumun gücünü dengeleyecek madde ve ruh gücüne" ulaşmak zorundadır.
"İnsan için çalışmasından başka birşey yoktur". "Çalışan mükâfatını dünyada da ahirette de görecektir."
"Kendini ve bakmakla mükellef olduğu yakınlarını geçindirmek için yola çıkan" Allah yolundadır.
İmâm-ı Rabbânî'ler, İbn-i Haldun'lar, Celâleddin-i Rumî'ler, İmam-ı Gazzâli'ler, Farâbî'-ler hep bu yolu gösterdiler.
Medine medeniyeti, Bağdat, Endülüs, Hind- İslâm, Türk- İslâm medeniyet hamleleri bu anlayışın eseridirler.
Bu anlayış sebebiyledir ki, Bedevî Araplar, Müslümanlığı kabul ettikten kısa bir süre sonra dünya ilminin önderliğini yapacak bir seviyeye yükselmişler; ecdadımız Türkler, İslâm ışığına kavuştuktan sonra arka-arkaya imparatorluklar, medeniyetler kurmuşlardır.
Müslümanlık insanlığa yeni bir imân, yeni bir dünya görüşü, yeni bir ilim anlayışı getirmekle kalmamış, her alanda ileri metodlar göstermiştir.
Bu metod sebebiyle her savaş sonrasında cihad heyecanının yerini edebiyat, san'at sevgisi almış, yeni kültür hamleleri başlatılmıştır. Zira İslâmiyet'in ana kaynağı Kur'ân-ı Kerîm, her devirde bir hikmet hazinesi olarak yeni ilerlemeler için insanlığa ışık olmuştur.
"Medeniyetleri ören, doğuran bu ruhtur."
Son çağ Müslümanı da çağın gerisinde kalmamak; Allah'ın emrettiği medeniyet hamlesini gerçekleştirmek, imânını maddî kalkınma cevheri ile taçlandırmak zorundadır.
Müslüman inisiyatif sahibidir. Müslüman çevresini yeşertendir. Toprağı işleyen, fezayı fethedendir. Yerinde sayan değil, ileriye yürüyendir.
Zira Müslümanlık ilerlemeyi emretmektedir.