Cemiyet içerisinde mevcut çeşitli meslekler, toplum yapısında vazgeçilmez dengelerdir. Emek olmasa sermaye, sermaye olmasa emek olmazdı. "Plüralist" toplum yapısı, çeşitli meslek ve zümreleri birbirine bağlı ve muhtaç kılmıştır.
“İşçi-işveren” münasebetleri de bu içtimâi kaideden kopartamaz. işçi-işverene. İşveren-işçiye muhtaçtır. İlâhî ve beşer! Bütün iktisat sistemlerinde işçi-işveren münasebetleri kurallara bağlanmıştır.
"İşveren" ve "işçi"nin hukukunu hakkaniyetli çözümlere bağlayabilen sistemler sıhhatli yapılar oluşturmuşlar, bu dengeyi kuramayan sistemler ise içtimâi kavgaların kaynağı olmuşlardır.
Servet biriktirmek için herşeyi meşru sayan, çalışanların haklarını vermekte cimri davranan klasik kapitalizm, iş hayatında yüzyıllardır devam eden reaksiyonların sebebidir. Kollektivist rejimler, bu reaksiyon ve tepkilerin sonucudur. Tarihte görülen toplu işçi isyanlarının vebali, "katı kapitalizm"in boynundadır.
Çalışanın meşru hakkını vermeyen bu anlayışın tepkisi olarak, mülkiyet hakkının, çalışma, hatta düşünce ve kanaat hürriyetinin bulunmadığı "kollektivist" sistemler ortaya çıkmıştır. En yumuşağından en katısına kadar sosyalizmin bütün çeşitleri bu ifrat-tefrit fasit dairesinin acı meyvesidir.
İSLÂMİYETİN GÖRÜŞÜ
İslâmiyet, insan fıtratına en uygun sistem olarak işçi-işveren hukukunu tam bir dengede tutmuş, iki tarafın hakkını da tanıyan, birini diğerine tercih etmeyen hükümler getirmiştir.
İslâmiyette sermaye-emek uzlaşması ve dengeli bir kalkınma hedef alınmıştır.
Adil iş, adil ücret, adil mükellefiyet, islâm iktisadında önemli prensiplerdir. Bu suretle işçi ve işverenin baskı grupları oluşturması önlenmiş, içtimaî barışın sağlanması hedef alınmıştır.
İŞVERENİN MÜKELLEFİYETİ
İşverenin yükümlülüğü, işçiye ancak gücünün yeteceği işi yüklemek, ona zulmetmemek, ücretini tam ve zamanında ödemektir. Bu konuda İslam Peygamberi şöyle buyurmuştur:
"Sizden birinin kardeşi onun elinin altında bulunursa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, ona takatinin üstünde yük yüklemesin."
İşçinin hakettiği verilmeden kazanılan şey "haksız kazanç"tır. İslâmiyet haksız kazancı kesinlikle yasaklamıştır, "işçinin ücretini teri kurumadan veriniz" hadisi bunu belirtmektedir.
“Şüphesiz Allah, zayıfların hakkını vermeyen bir milleti yüceltmez.”
“Zayıfa yardım etmek en üstün sadakadır" "Mazluma yardımcı olmak, Müslümanın şiarıdır”
"Maiyeti altındakilerin hak ve nafakalarını kısmak, bir kimseye günah olarak yeter"
İŞÇİNİN MÜKELLEFİYETİ
İşçinin yükümlülüğü, işine ve işverene karşı dürüst davranmaktır, işine dikkat ve ihtimam göstermek dürüst işçinin görevidir.
"Allah, çalışanın işini düzgün ve güzel yapmasını sever".
"En iyi kazanç, işini titizlikle yapan ve işverene karşı saygılı olan işçinin kazancıdır"
Hak arama veya başka sebeplerle işyerine ve işverene zarar verilmesi kesinlikle yasaktır. Nitekim bir hadisde "işverenin ve Allah'ın hakkına riayet eden işçinin mükâfatının iki kat verileceği" belirtilmiştir.
"Herkese hakkını vermek ve başkasına ait olana saldırmamak" prensibi, Hz. Peygamber'in ortaya koyduğu önemli bir prensiptir.
İŞ BARIŞI HEDEF ALINMIŞTIR
Yukarıda belirtilenler. İslâmiyetin “iş barışı”nı hedef aldığını göstermektedir. Bir toplumda "işçi" de, "işveren" de lüzumlu unsurlardır. Emek sermayenin, sermaye emeğin tamamlayıcısıdır. "Emek-sermaye barışı", karşılıklı hukuka saygı ile sağlanabilir
İşçinin işveren, işverenin işçi üzerinde baskı grupları oluşturması, karşılıklı yeni baskı metotları geliştirir. Bu ise, kozların kâh birine, kâh öbürüne intikal ettiği bir "fasit daire" oluşturur.
İş barışını sağlayamayan ülkelerde görülen budur. İslâmiyette karşılıklı hukuka riayet esastır, işçi işverenin kolu-kanadı: işveren işçinin hamişidir, iki taraf da birbirine lüzumlu, iki taraf da birbirinin tamamlayıcısıdır. İki tarafın da birbirlerini kollamaları kesin emirdir.
Zira İslâmiyet işçinin de, işverenin de haklarım teminat altına almıştır.