Bir milletin istiklâlini kaybetmesi ve kaybettiği istiklâlini yeniden kazanması sıradan olaylar değildir. Bu sebeple, yakın geçmişimizin bu acı-tatlı hatıraları, yeni nesillerce unutulmamalıdır.
Arkasında ikibin yıllık tarihi bulunan bir millet istiklâlini nasıl yitirir? Bingazi'de, Trablus'ta, Yemen'de, Filistin'de, Çanakkale'de, Balkanlarda kaybettiğimiz yarım milyon şehit ve milyonlarca kilometrekarelik toprak, sorunun cevabıdır.
Kafkaslar'dan Kuzey Afrika'ya, Balkanlardan Hazar'a kadar uzanan vatan toprakları karış karış savunulurken kan verilmiş, can verilmiş, yüzbinlerce şehit-gazi verilmiştir. Ama ırzımız, imanımız, sancağımız ve tarihî gururumuz muhafaza edilmiştir. 30 Ağustos'ta İzmir'de dikilen sancak ve 12 Mart 1921'de TBMM salonlarında yankılanan istiklâl destanı bunun ilânı olmuştur.
Güneyden-kuzeyden ve batıdan başlayan işgal boğazımızı sıkarken, 30 Ağustos'ta destanlaşanlar .''İSTİKLÂL MARŞI"mızı yazdılar ve dosta-düşmana şunu ilân ettiler:
Yurdumuzun üstünde tüten son ocak sönmedikçe bayrağımız ufuklarımızda dalgalanmaya devam edecekti.
Hilâl'in öfkesi yersizdi. Hakkı tanıyan, Ona inanan milletimizin istiklâlini kazanmaya hakkı vardı.
Zira ezelden beri hür yaşamış, ebede kadar hür yaşayacaktı.
Güney, kuzey ve batıdan üzerimize çullanan Avrupalı'nın sınırlarını en modern silâhlar koruyorsa, bizim de o silâhlara karşı koyacak; o silâhların aynısını yapacak iman dünyamız vardı. Tekniğin zirvesine çıkmış ihtiyar canavar, bu imanı boğamazdı.
Hakkın va'dettiği zafer günlerine inanan milletimiz, hayâsızca saldıralara karşı gerekirse gövdesini siper edecek, yurdunu istilâcılara bırakmayacaktı.
Bize dünyalar da verilse, binlerce-milyonlarca şühedânın yattığı bu cennet vatanı veremezdik.
Cenab-ı Hak, sıksan âdeta şühedâ fışkıracak olan bu kutsal vatandan bizi ayırmayacaktı.
Hak'tan dileğimiz; ma'bedimize yabancı eli değmemesi, şehadetleri dinin temeli olan ezan ve tekbir seslerinin yurdumuzun üzerinde sonsuza kadar terennüm edilmesi idi.
İşte asıl o zaman âdeta taşımız-toprağımız; görünmez bir ruh gibi topraktan başlarını kaldıran şehitlerimiz ilâhi bir heyecanla secdeye kapanacak, bu kutsal zaferin şerefi ile başımız âdeta "arş"a yükselecekti.
Öyleyse ey ak-şafaklar gibi dalgalanan şanlı hilâl! Senin için döktüğümüz kanların hepsi helâl olsun! Artık ebediyete kadar sana da, Hak yolundaki milletimize de gerileme ve ye-nilme yoktur. Zira hürriyet bayrağımızın; "istiklâl" ise Allah'a inanan milletimizin hakkıdır".
"İ'lâ-yı Kelimetullah" için verilen bir ulu "cihad"dan sonra, 7'den 70'e ordulaşan millete ve onun kurtardığı vatana yakılan bu destan, bu milletin "Sevr" zincirini kırıp-attığını ilân ediyordu.
Cephedeki şerefimiz kurtarılmıştı. Şimdi artık her savaş sonrasında olduğu gibi vatanın onarılması zamanı gelmişti.
Siyasî istiklâlimizi kazanmıştık. Toprağı yeşerterek, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizi değerlendirerek istisâdî istiklâlimizin de destanını yazmalı idik.
İktisadî savaşı başarmadan siyasî savaşı, siyasî savaşı başarmadan iktisadî savaşı kazanmak mümkün olamazdı.
Cepheyi korumak da, yurdu kalkındırmak da dinî bir vecibe idi.
Bu çaba nereye kadar getirilebildi? İstiklâl destanımızın yazıldığı günden bugüne 62 yıl geçti, iktisadî kalkınma seferini yolun neresine getirebildik?
Kalkınma bir toplu hamle işidir. Malzemesi de insandır. Topyekûn millet bu hamleye hazır değilse, bu millî heyecanı taşımıyorsa, geçici ve sun'î kan vermelerle bu atılım gerçekleştirilemez. Tepenin tabanı, tabanın tepeyi sürüklemesi toplu kalkınmanın asgarî şartıdır.
1921'lerden bugüne bir yerlere geldiğimiz doğrudur. Fakat geldiğimiz yer, gelebileceğimiz yerin çok gerilerindedir. Akarsularımız boşa akarken toprağımız yine kuru, şehir ve köylerimiz yine karanlıktır. Petrol ve maden potansiyelimizin akıllıca değerlendirildiği söylenemez. Denizlerimiz, dağlarımız, göllerimiz on ayrı iklim güzelliğini temsil eden coğrafyamız, tarihî ve stratejik yapımız dünyanın dinlenme ve kültür merkezlerini oluşturma imkânını taşırken, bu konuda en küçük komşumuzdan bile gerilerdeyiz.
Nüfus potansiyelimiz ekonomik seviyemizi tırmandıracak yerde kalkınma hamlelerimize âtıl bir yük olmaya devam ediyor.
İstiklâl destanımızı yazdığımız günden bugüne üç çeyrek asır geçtiği halde iktisadi kalkınma destanımızı hâlâ yazamamışsak, bunu milletçe düşünmenin zamanıdır.
Zira ancak "istiklâli olanların istiklal marşı vardır".