Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
ANCAK İSTİKLALİ OLANLARIN İSTİKLAL MARŞI VARDIR - 27 Mayıs 1983

Bir milletin istiklâlini kaybetmesi ve kaybet­tiği istiklâlini yeniden kazanması sıradan olaylar değildir. Bu sebeple, yakın geçmişimi­zin bu acı-tatlı hatıraları, yeni nesillerce unutulmamalıdır.

Arkasında ikibin yıllık tarihi bulunan bir mil­let istiklâlini nasıl yitirir? Bingazi'de, Trablus'ta, Yemen'de, Filistin'de, Çanakkale'­de, Balkanlarda kaybettiğimiz yarım milyon şehit ve milyonlarca kilometrekarelik toprak, sorunun cevabıdır.

Kafkaslar'dan Kuzey Afrika'ya, Balkanlar­dan Hazar'a kadar uzanan vatan toprakları karış karış savunulurken kan verilmiş, can verilmiş, yüzbinlerce şehit-gazi verilmiştir. Ama ırzımız, imanımız, sancağımız ve tarihî gururumuz muhafaza edilmiştir. 30 Ağustos'ta İzmir'de dikilen sancak ve 12 Mart 1921'de TBMM salonlarında yankılanan istik­lâl destanı bunun ilânı olmuştur.

Güneyden-kuzeyden ve batıdan başlayan işgal boğazımızı sıkarken, 30 Ağustos'ta destanlaşanlar .''İSTİKLÂL MARŞI"mızı yazdılar ve dosta-düşmana şunu ilân ettiler:

Yurdumuzun üstünde tüten son ocak sön­medikçe bayrağımız ufuklarımızda dalgalan­maya devam edecekti.

Hilâl'in öfkesi yersizdi. Hakkı tanıyan, Ona inanan milletimizin istiklâlini kazanmaya hakkı vardı.

Zira ezelden beri hür yaşamış, ebede kadar hür yaşayacaktı.

Güney, kuzey ve batıdan üzerimize çulla­nan Avrupalı'nın sınırlarını en modern silâhlar koruyorsa, bizim de o silâhlara karşı koyacak; o silâhların aynısını yapacak iman dünyamız vardı. Tekniğin zirvesine çıkmış ihtiyar cana­var, bu imanı boğamazdı.

Hakkın va'dettiği zafer günlerine inanan milletimiz, hayâsızca saldıralara karşı gerekir­se gövdesini siper edecek, yurdunu istilâcılara bırakmayacaktı.

Bize dünyalar da verilse, binlerce-milyonlarca şühedânın yattığı bu cennet vatanı veremezdik.

Cenab-ı Hak, sıksan âdeta şühedâ fışkıra­cak olan bu kutsal vatandan bizi ayırmayacaktı.

Hak'tan dileğimiz; ma'bedimize yabancı eli değmemesi, şehadetleri dinin temeli olan ezan ve tekbir seslerinin yurdumuzun üzerinde sonsuza kadar terennüm edilmesi idi.

İşte asıl o zaman âdeta taşımız-toprağımız; görünmez bir ruh gibi topraktan başlarını kaldıran şehitlerimiz ilâhi bir heyecanla secdeye kapanacak, bu kutsal zaferin şerefi ile başımız âdeta "arş"a yükselecekti.

Öyleyse ey ak-şafaklar gibi dalgalanan şanlı hilâl! Senin için döktüğümüz kanların hepsi helâl olsun! Artık ebediyete kadar sana da, Hak yolundaki milletimize de gerileme ve ye-nilme yoktur. Zira hürriyet bayrağımızın; "is­tiklâl" ise Allah'a inanan milletimizin hakkı­dır".

"İ'lâ-yı Kelimetullah" için verilen bir ulu "cihad"dan sonra, 7'den 70'e ordulaşan mil­lete ve onun kurtardığı vatana yakılan bu des­tan, bu milletin "Sevr" zincirini kırıp-attığını ilân ediyordu.

Cephedeki şerefimiz kurtarılmıştı. Şimdi ar­tık her savaş sonrasında olduğu gibi vatanın onarılması zamanı gelmişti.

Siyasî istiklâlimizi kazanmıştık. Toprağı ye­şerterek, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizi değerlendirerek istisâdî istiklâlimizin de des­tanını yazmalı idik.

İktisadî savaşı başarmadan siyasî savaşı, siyasî savaşı başarmadan iktisadî savaşı ka­zanmak mümkün olamazdı.

Cepheyi korumak da, yurdu kalkındırmak da dinî bir vecibe idi.

Bu çaba nereye kadar getirilebildi? İstiklâl destanımızın yazıldığı günden bugüne 62 yıl geçti, iktisadî kalkınma seferini yolun neresi­ne getirebildik?

Kalkınma bir toplu hamle işidir. Malzemesi de insandır. Topyekûn millet bu hamleye hazır değilse, bu millî heyecanı taşımıyorsa, geçici ve sun'î kan vermelerle bu atılım gerçekleştirilemez. Tepenin tabanı, tabanın tepeyi sürük­lemesi toplu kalkınmanın asgarî şartıdır.

1921'lerden bugüne bir yerlere geldiğimiz doğrudur. Fakat geldiğimiz yer, gelebileceğimiz yerin çok gerilerindedir. Akarsularımız boşa akarken toprağımız yine kuru, şehir ve köyle­rimiz yine karanlıktır. Petrol ve maden potan­siyelimizin akıllıca değerlendirildiği söylene­mez. Denizlerimiz, dağlarımız, göllerimiz on ayrı iklim güzelliğini temsil eden coğrafyamız, tarihî ve stratejik yapımız dünyanın dinlenme ve kültür merkezlerini oluşturma imkânını ta­şırken, bu konuda en küçük komşumuzdan bile gerilerdeyiz.

Nüfus potansiyelimiz ekonomik seviyemizi tırmandıracak yerde kalkınma hamlelerimize âtıl bir yük olmaya devam ediyor.

İstiklâl destanımızı yazdığımız günden bugüne üç çeyrek asır geçtiği halde iktisadi kalkınma destanımızı hâlâ yazamamışsak, bu­nu milletçe düşünmenin zamanıdır.

Zira ancak "istiklâli olanların istiklal marşı vardır".