Adıma bakmayın
Bende rengin her türü,
Yeşilin her tonu var..
Dağlarca, tepelerce ormanlarım;
Ufkunda Kıbrıs’ım; uçsuz-bucaksız denizim;
Issız sahillerim; vasi kumsallarım; bakir koylarım..
El değmemiş güzelliklerimle
Diz-dize, koyun-koyuna, iç-içeyim..
Akdeniz’in sıcak kumsallarında
Dalgalarla kucak-kucağa uyur;
Torosların çılgın yamaçlarında
Kekik, yavşan kokularında uyanırım..
Ağlıca’dan-Toroslara tırmanırken
Geçmişin engin düzlüklerinde yol alır duygularım..
Beğkonağı’ndan-Kozak deresine,
Ardıç yaylasından-Çam alanına,
Geçmiş ve geleceği birlikte yaşarım..
Kozağacı, Meteris
Navgasın ve Tersakan yaylağım;
Mersin dallarının kucakladığı
Limon çiçeklerinin martılarca kanatlandığı
Yazılar, yamaçlar kışlağım..
Ovalarım narenciye, turfanda, muz;
Dağlarımsa ardıç, pelit, köknar cenneti..
Eskiden geyikler dolaşırdı başı dumanlı dağlarımda
Geyik avlanır, keklik avlanır, sürek avına çıkılırdı..
Atmacalar atılırdı küncü, fıstık, darı tarlalarına..
Atmacalar bıldırcınla dönerdi pençelerinde;
Doğan’ca, Kartal’ca..
Atmacalar kendilerini kartal sanırlardı
Güz günlerinin yaydan-kışa yol alan serinliğinde..
Bir zamanlar;
Çamların yeşiliyle buluşurdu denizlerim..
Bir gökkuşağı güzelliğinde
Renk cümbüşüne dönüşürdü dağlarım, tepelerim..
Bir zamanlar var ya, bir zamanlar;
Davullar çalınırdı düğünlerimde..
Delikanlılarım güreş tutar;
Genç kızlarım eğirtmeç eğirir;
Üçtaş, beştaş çevirirlerdi..
“Ağırlık” gitti mi, düğünümüz var diye;
Sökün ederdi evlerden sepetler, siniler
Düğün evi düğün yerine, şölen yerine dönerdi
Gelini “Al At”a bindirirler,
Başına “Pulluca” örterlerdi..
At’tan inmezdi gelin, indirmelik almadan..
At’tan inmezdi gelin, başına para-pul saçılmadan..
At’tan inmezdi gelin, gelince karşılandığına inanmadan..
Allı-pullu ayşeler, emineler, fadimeler
Geçmişten bugüne
Bu renklerle, bu zenginlikle geldiler..
Bizi “Biz” yapan töreleri
Kınalı ellerinde ördüler..
Kızı-kızanı, oğlu-uşağı
Savaşta-barışta, kıtlıkta
Ekin derdiler, harman dövdüler..
Toprağı elleriyle sürüp,
Ayaklarıyla “Bel” teptiler..
Arı kovanları, ulu ağaçlara kurulan
Kovanlıklarda saklanırdı..
Ulu ceviz, ulu alma ağaçları
Ulu sırıklarla çırpılırdı..
Ak ekmeğimiz kara saçlarda pişirilir,
Yeleğimiz, gömleğimiz... çulfalıklarda dokunurdu..
Darı sömekleri zavraklarda kurutulur;
Darı değirmenlerinde öğütülürdü..
Bir zamanlar var ya dostlar, bir zamanlar:
Yazlığımız-kışlığımız
Evimizin önündeki sekiden çıkarılırdı;
Üzümümüz, pekmezimiz bağımızdan..
Yavşanımızı, çayımızı Torosların yamaçlarından derer;
Odunumuzu, kömürümüzü kendi ormanlarımızdan eylerdik..
Bir komşuluk hukuku vardı
Kuramı-kuralı kendimizden..
Bir yalın topluluktuk ki;
Öküzü ölenin, evi yananın, bağı-bahçesi kuruyanın
Yanındaydık hepimiz köycek..
Birbirimizin eli-kolu, gözü kulağıydık..
Beyreli, Ağzıkara, Tekmen, Tekeli,
Manastır, Denizciler, Narınca, Evciler...
Bir geniş aile gibiydik..
Karabucak’tan-Karaseli’ye;
Dereköy’den-Kızılca’ya ünleyen ses,
Dağların yamaçlarında yankılanırdı;
“Geldim-Yettim” dercesine..
Ağa’ları vardı Bozyazı’nın “Ağa”ca;
Beğleri vardı “Beğ”ce
Ve adı “Ağa”, “Beğ” olmayan niceleri..
Devlet-eli ulaşmayan bu kuytu köşeye
“Devletçe” kucak açtılar..
Devletçe büyüdüler, Devletçe ululaştılar..
Yollarını kendileri yaptılar;
Köprülerini kendileri kurdular..
Yazılarını-ovalarını kendileri suladılar..
Ak-kol, kara-kol...terbiyelerini kendileri sağladılar..
Geçmişten-bugüne bu bilinçle ulaştılar..
Geçmişi-bugüne bu şuurla taşıdılar..
Alınyazıları talihleri oldu;
Onlar gerçek Bozyazı, gerçek Bozyazılıydılar..