Libya ile Tunus arasındaki topraklarda M.Ö. 5'inci yüzyılda bir “Kartaca Medeniyeti” vardı. Yerli Libyalılar'ın insan kanı tatmamış asaletleri ile girişken, atılgan ve denizci Fenikeliler'in karışıp birleşmesinden doğan bu çalışkan millet, Mağrib'in iç kısımlarına kadar genişleyen ileri bir medeniyet, güneşli bir ülke kurmuşlardı. O çağın en ileri ülkesi... İnsanoğlunun “bilmezlik” ve “rehavet” kabuğunu kırıp, toprağa attığı medeniyet tohumunun gonca gonca yeşermeye başladığı ışıklı bir ülke... Gemi tezgâhlarından okyanuslar ötesi kesitlere; su kanallarından yeni zirai usullere kadar...
Ama hayır!. İnsanlığın kaderi değişmiyor. Nerede bir “iyileşme” varsa, “kötü”lerin o iyiler üzerine üşüşmeleri gecikmiyor. İnsanlığın kaderi bu!. Nitekim, Kartaca'da yükselen bu ileri medeniyet hamlesi, “Roma” ve “Eski Yunan”ın emperyalist ihtiraslarını kamçıladı.
Toprağı yeşerten, insanlığın ilk ve son ana besini mübarek buğdayın zümrüt yeşili, altın sarısı destanını bu cennet toprakları işleyerek yazan; arzın derinliklerini ve uçsuz bucaksız denizin karanlıklarını fetheden bu çalışkan millet, Roma'nın silâhlandırdığı barbar sürülerinin insan kanına susamış hançerinden kurtulabilseydi, insanlık daha o zamandan belki de uzayı fetih çağının yolunu açan bir ileri medeniyet atılımı yapabilecekti... Olmadı!.
“Delenda Est Carthago” yani “Kartaca imha edilmelidir!” Bu emir, Romalı kumandan “Caton” tarafından, genç ve masum Kartaca üzerine sevkedilen barbar orduların kalkan ve miğferlerine kazındı. İleriki yüzyıllarda bir peygamberi çarmıha germeye yeltenen el, daha o zamandan, sür'et ve cinayette zirveye ulaştı. Ve Hz. İsa Aleyhisselâm'ın doğumundan mukaddem 5 ve 2'nci yüzyıllar arasındaki yıllarda, Akdeniz'in bu münbit sahillerinde ümitle açan rengârenk medeniyet bahçesinin “talan”ı sergilendi.
Emperyalist orduların atlarının ayakları altında talan edilen sadece buğday başakları değil, insanlığın daha bu ilk çağlarda yeşertebildiği ümitlerdi.
Libya-Tunus arasındaki topraklarda bugün “Kartaca Medeniyeti”nin yıkıntılarını bile bulmak mümkün değildir, insanlığın “sulh” sükununa saplanan hançer öylesine bir kararlılıkla kullanıldı ki, mazlum Kartaca'nın yüzyıllarını vererek kurduğu medeniyet, üzerinden çekirge sürüleri geçmiş “buğday tarlaları gibi, yürek paralayıcı bir enkaz yığını haline geldi. Sokaklar cesetlerle, toprak kan birikintileriyle doldu. İnsanlık tarihinin bu kara sayfasını “Appianus”un dramatik tasvirlerinden okuyanlar, cehennemi yangını görmemek; masum insanların canhıraş çığlıklarını duymamak; sokakları dolduran kan ve ceset kokularını hissetmemek için gözlerini kapatır, kulak ve burunlarını tıkarlar...
1, 2 ve 3'üncü Pön Savaşları bu dramı sergiler.
Kuru toprakları yeşertip, dünyanın en münbit buğday tarlaları haline getiren bu insanları aç, susuz bırakan; sonunda açlıktan ölmemek için leş yemeye mahkûm eden mecburiyet ne idi?! Askerlerin yaylarının kirişleri bittikçe, kadınlarının saçlarını kiriş yaparak yurtlarını koruyan bu kahraman millet, bu zulme, müstahak mı idi? Konu şüphesiz bir “hak arama” değildi... Dünyanın değişmez kaderi, insanlığın acı dramı bu idi!.
Stratejik Libya ve çevresindeki toprakların dramı, “Kartaca'nın imhası” ile bitmedi. 20'nci yüzyılda Libyalılar bir imha ve talan daha yaşadılar. Yine Roma'dan planlanan bir talan... Öyle ki, çevresi 8 bin mil uzunluğunda tel örgülerle çevrilerek, koca ülke tarihin en büyük “esir kampı” haline getirildi. Kadın-çocuk-yaşlı farkı gözetilmeksizin halk köy köy, şehir şehir meydanlarda toplanarak, makinalılarla tarandı. Anaların gözleri önünde çocuklar süngülendi. Kocalarının gözleri önünde genç kadınlar, saçlarından sürüklenerek, meçhul maksatlarla, meçhul istikametlere götürüldü. Uçsuz bucaksız çöller cesetlerle doldu. İnsan cesetlerinin üzerinden leş kartalları, leş kargaları uçuştu. Sadece sağları değil, ölüleri de kurşunladılar.
Alınan neyin intikamı idi? İtalya'nın Libya'da işi ne idi ki, bir “intikam”dan söz edilebilsin?. İngiltere'nin Mısır'da, Fransa'nın Cezayir'de, Tunus'ta, İspanya'nın Fas'ta, İtalya'nın Libya'da hangi haklı maksatla bulunduklarının cevabı verilmeden, dünya “hak”tan, “hukuk”tan bahsetmemeli değil mi?. Aynı Fransızlar'ın Adana, Antep, Maraş ve Urfa'da, aynı İngilizlerin İstanbul'da, aynı İtalyanlar'ın Antalya'da hangi maksatla bulundukları, bilmem ki hâlâ niçin sorulmaz?.
Libya halk kahramanı “Ömer Muhtar” bu soruları İtalyan generali “Graziani”ye sordu. Bir de tarihi ders verdi. “Bana gelince” dedi, “Ben cellâtlarımdan daha uzun yaşayacağım!.” öyle oldu. Bugün Graziani'ler unutuldu ama, Ömer Muhtar'lar sadece Libyalılar'ın değil, bütün Müslümanlar'ın gönüllerinde yaşıyor.
Şimdi, 20'nci yüzyılın şu son çeyreğinde Libya üzerinde yeniden savaş oyunları oynandığını görüyoruz. Bu yeni oyunda “Reagan mı haklı, Kaddafi mi?” sorusunun cevabı önemli değil, önemli olan, bu mazlum topraklar üzerinde savaş kartallarının yeniden uçuşmaya başlaması... Demek bu toprakların kaderi bu!. Reagan olsun, Kaddafi olsun, Caton olsun, Graziani olsun değişmez... Kader ağlarını örecek, yeni yeni Kartaca dramları yaşanacak..
Bu defaki “ağıt”ı kim yazar? Daha doğrusu bu defa dünyada ağıt yazacak kadar olsun kimse kalır mı, bilinmez...
Tarihte savaş ateşinin fitilini daima bir kişi çekmiştir ama, faturasını bütün insanlık ödemiştir... Bunu kim kime öğretmeli!..