Tarihin en büyük devletini kuran millet Türk milletidir. Geriye doğru ilk bin yılda 4, ikinci bin yılı da içine alırsak 6 “süper” devlet kurmuşuz. “Süper” ölçüsünde bu güç ve sayıda devlet hiçbir millete nasip olmamış.
Türk milletinin “süreklilik” ve “teşkilât” açılarından tarih içerisinde kurduğu en büyük devlet de “Osmanlı İmparatorluğu”. Süreklilik ve teşkilât derken, Osmanlı cihan devletinin onu diğer imparatorluklardan kesin çizgilerle ayıran bir özelliğini daha belirtmek icabeder: Fetihlerdeki talan değil, “İ'lây-ı Kelimetullah” ulvi hedefini.
Osmanlı devleti daha “Söğüt”e gelmeden; “devlet”, hattâ “beğlik” bile olmadan “mazlum”, “mağdur” ve “mağlûp”un yanında yeralmış. Bir “Moğol-Selçuk” çatışmasında, kim olduklarını dahi bilmeden, “mağlûp” Selçuklular yanında yeralmışlar. Bu beğ “tercihi” sonradan Osmanlı'nın “devlet” tercihi olmuş. Hep “mazlum” ve “mağdur” ama mutlaka “hak” ve haklı yanında yeralmış...
Osmanlı denilince ilk akla gelen “Söğüt” toprağı değil midir? Öğrencilik yıllarımdan itibaren, hayatım boyunca bu toprakları, “Söğüt” ve çevresini, Domaniç kışlağı ile Söğüt yaylağı arasındaki belki de her göze görülmeyen “bereket” ve sırrı merak etmişimdir.
Bu nasıl bir bereket ki, ilk defa “Söğüt”te toprağa atılan tohum, akıllara durgunluk verecek bir hızla yeşermiş, dal-budak salıp büyümüş, birkaç yılda 6-7 milyon kilometrekarelik geniş bir coğrafyayı gölgesi altına almış. Bir tûba ağacı ki, bir yanda Yemen, Arabistan Yarımadası, diğer yanda Doğu, hattâ Doğu, Orta Avrupa, bir yanda Kırım ve Kafkasya, diğer yandan Sudan, Fas ve Cezayir ile Kuzey Afrika!..
Ertuğrul Gazi oğlu Osman'ın gördüğü kutsal rüya böylece tahakkuk etmiş. 40 çadır ve 200 atlı ile Söğüt'e gelen oba, birkaç yüzyılda 3 kıt'anın hâkimi, “hâkim”i değil “hadim”i oluvermiş.
Söğüt toprağının bereketi işte burada!..
Bu “bereket”i, bu sırrı çözmek için bütün dünyanın “edib”, “san'atkâr”, “tarihçi”, “kâşif” ordusu “Söğüt”e niçin sökün etmez?.. Cevabı bulunmayan bu soruya da, bu “acz” ve cevapsızlığa da “yuh” olsun!..
Söğüt'te bir kaymakam var... Geleneksel “Ertuğrul Gazi'yi Anma ve Söğüt Şenlikleri”ni 3 yıldır tertiplediği “Osmanlı sempozyumları” ile sadece “şenlik” ve “festival” olmaktan çıkarmış; ilmî bir temele oturtmayı başarmış. Osmanlı sempozyumlarının üçüncüsü bu yıl “milletlerarası” seviyede tertiplendi. 19-20 Eylül 1986 tarihlerinde 6 ayrı celse halinde icra edilen sempozyumda 30'dan çok bilim adamı ve uzman “tebliğ”ler sundular. Önceki 2 yılda olduğu gibi, tebliğler kitap halinde bastırılacak. Gönül ister ki, bu kitaplar, toplantılara katılanlar sayısınca değil, arzu eden herkese yetecek kadar bastırılsın ve dağıtılsın da, Söğüt'te çakılan çakmak, tutuşmaya hazır bütün gönüllere uzansın. Bu sadece benim değil, umumun arzusu.
“Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi” ile “Ertuğrul Gazi'yi Anma ve Söğüt Şenlikleri Vakfı”nın ortaklaşa gerçekleştirdikleri milletlerarası toplantıya sempozyum genel sekreteri Doç. Dr. Reşat Genc'in büyük emeği geçti. Bilim adamı ve uzmanların tesbitinden -Söğüt'e intikallerine, tebliğ metinlerinin tesbit ve derlenmesinden- celselerin programlanmasına kadar... Genç bilim adamımızın “profesörlük” müjdesini de oturumlar sırasında aldık. Osmanlı ve Söğüt'ün bereketini, emekleri helâl ettiren vefakârlık örneği bu müjde ile bir daha yaşadık.
Sempozyumda “Osmanlı medeniyeti”ni hazırlayan maddî ve manevî şartlar; Anadolu'nun soy kütüğü, Osmanlı müesseseleri, yükseliş ve inkaraza sebep olan âmiller, bugün ve yarınımıza ışık tutacak şekilde ortaya konuldu, konuşuldu.
Dört gün süren ilmî toplantılar, güreş müsabakaları, âşıklar şöleni, müzik şöleni, mevlid programı, tiyatro ve ortaoyunu gösterileri, kına gecesi, yörük alayları, folklor, kılıç-kalkan ve cirit oyunları ile, bütün bunların davet ettiği kalabalık nerede ve nasıl ağırlandı bilir misiniz? 8 bin nüfuslu, suları akmayan, sokakları toz-topraktan kurtulamamış, ilçeye girip çıkan cümle yolları bozuk, altyapısı noksan, bulunan Söğüt halkının engin misafirperverliğinde. Kaymakamlık konağında, belediye başkanlığı konutu da, müftü, müdür, öğretmen evleri de Söğüt Seramik misafirhanesine yardımcı olarak misafir ağırladılar.
Dalları 3 kıt'a ve 7 deniz üzerine uzanan muhteşem Osmanlı ağacının köklerinin kendisinde bulunduğu Söğüt, Mehmet Emin Alpkan büyüğümüzün tabiriyle, nasıl bu kadar bakımsız kalır? Köylere bile otomatik telefon bağlandığı bu dönemde, ilk beşiğimiz, yuvamız, obamız Söğüt, hâlâ nasıl manyetolu telefonda bırakılır? Biraz aşağılarından Türk insanının kaderine ağıtlar yakarak akıp giden cömert Sakarya'ya rağmen, Söğüt hâlâ nasıl susuz bırakılır?
Kendi bereketi ona yeter diye mi?...