Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
“CELÂL BAYAR’IN “ÇİLE”Lİ, İNİŞLİ ÇIKIŞLI HAYATI” - 15 Eylül 1986

“İnsan” yetiştirmek kolay değildir. Eskilerin “rical” dedikleri; yokluğunu, kıtlığını ise “kahti rical” diye ifade ettikleri büyük “devlet adamı” yetiştirmek daha da zordur. Bu ancak “millet” ol­ma seviyesine yükselmiş toplumların kârıdır.

Bir “cuma” günü kaybettiğimiz, diğer “cu­ma” günü ise “toprak ana”ya tevdi ettiğimiz Celâl Bayar nasıl bir “insan”dı; “devlet ricali”nden idi, hepsi yazıldı-çizildi. “Komitacı” Mahmut Ce­lâl, “hoca” Mahmut Celâl, “bakan”, “başbakan” Celâl Bayar, “demokrasi savaşçısı” Celâl Bayar, “cumhurbaşkanı” Celâl Bayar, “sanık” Celâl Ba­yar, nihayet “emekli” Celâl Bayar hepsi uzmanla­rınca yazıldı, daha da yazılacak.

Biz bu sohbette Celâl Bayar'ın “kader”i üze­rinde duracağız. Bir kader ki, kendisini nereden nereye getirmiş, onu işleyeceğiz.

Mahmut Celâl, 1877-78 Türk-Rus Savaşı (mahut 93 Harbi)'nden sonraki “büyük bozgun”la Plevne'den Anadolu'ya hicret eden Abdullah Rah­mi Efendi’nin oğlu.

Abdullah Rahmi Efendi, bu hicret sonunda Bursa'nın Umurbey köyünde iskân etmiş. Umurbey Rüştiyesine öğretmen olmuş. Rüştiye'de öğ­retmenlik yaparken, aynı zamanda köyün camiin­de “imamlık”, “vaizlik” yapmış. Bir ara Gemlik Müftülük makamında da bulunmuş.

Merhum Bayar'ın kendi sesinden ifade etti­ğine göre, babası Abdullah Efendi, fotoğrafını çektirmeyecek kadar aşırı bir dini hassasiyete sahip­miş. Bu sebeple bugün elimizde merhumun bir hatıra fotoğrafı bile yok. İkindi namazı akşam namazı arasında her gün bir cüz Kur'ân-ı Kerîm Okurmuş. Her Rumeli göçmeni gibi “çile” çekmiş; “Büyük Bozgun”u görmüş bir Osmanlı olarak, “Rüştiye-cami-ev”i arasında, hep ağır, vakur, önüne bakarak yürür; okulda çocuklara, camide cemaata çileli Türk tarihini, zengin Türk kültü­rünü, dünya ve ahiretin imarını emreden ulu Müslümanlığı anlatır; çocuklarının üzerlerine tit­rer; milletin bahtı ile beraber, çocuklarının da tahtları, istikbâlleri için dua eder dururmuş.

Çocuklarının istikbâlde büyük adam olmala­rı için dualar eden Abdullah Efendi, onların “zinhar” siyasete girmemelerini de sanki kendisine bir şeyler malûm olmuş gibi vasiyet edermiş.

Bir gün genç Mahmut Celâl'in “İttihat-Terakki Cemiyeti”ne girdiğini öğrenmiş. Oğluna haber göndermiş; “Siyasetin sonu darağacıdır. Bu işlerden vazgeçsin... Yoksa babalık hakkımı helâl etmem!..” demiş.

İşte o babanın, bu oğlu!.. “Siyasete girerse hakkımı helâl etmem!” ihtarına, vasiyetine rağmen, baştan sona “siyaset” dolu bir hayat!.. İttihat-Terakki'de komitacı, Millî Mücadele”de milis, önce “Galip Hoca”, sonra “efe”, bilâhare “mebus”, “bakan vekili”, “bakan”, “başbakan”, “parti genel başkanı”, “muhalefet lideri”, “cumhurbaşkanı”, “Yassıada” ve devamı... Hep politika ve “Siyasetin sonu darağacıdır” diyen arif babanın kerametvâri keşfi: 10 defa ölümle randevu!..

Babanın oğlum istikbalde “büyük adam ol­sun” duası kabul olmuş, genç Mahmut Celâl dev­letin en üst makamını “hak” ederek, alnının te­riyle yükselmiş; fakat babanın “endişesi” de ye­rini bulmuş... “Siyasetin sonu darağacıdır” keş­fiyle, “Siyasete girerse hakkımı helâl etmem!.” ihtarı tahakkuk etmiş; Celâl Bayar (1) değil (10) defa darağacına kadar gitmiş... Hiç şüphe etme­yin, onu darağacının altına kadar geldikten son­ra, her defasında ipten kurtaran, yine o “baba”nın “dua”sıdır. Bir “hadîs-i şerîf”e göre ana-babanın “intizar”ından korkmalıdır ama, şu da bi­linir ki, o “intizar” kolay kolay, tutmaz. Zira ana-baba çocuğuna gönülden ilenmez...

“Kader”, tek ve yalın sonuç doğuran bir vakıa değildir. “Kader”, tecelliler yanında “ibret”ler de doğuran ilâhî takdirdir.

Celâl Bayar'ın “çile”li, inişli çıkışlı hayatı işte bu tecelliler, bu ibretlerle doludur.

“Defni” konusundaki destanlık tecellî ve ib­ret üzerinde durmuyoruz.

Millî Mücadele'nin “Galip Hoca”sı bir asrı aşan inişli çıkışlı hayat yolculuğunun sonuna ulaştı ve hiç bitmeyecek olan asıl hayata döndü.

Arkasında “ibret”ler bırakarak.