“İnsan” yetiştirmek kolay değildir. Eskilerin “rical” dedikleri; yokluğunu, kıtlığını ise “kahti rical” diye ifade ettikleri büyük “devlet adamı” yetiştirmek daha da zordur. Bu ancak “millet” olma seviyesine yükselmiş toplumların kârıdır.
Bir “cuma” günü kaybettiğimiz, diğer “cuma” günü ise “toprak ana”ya tevdi ettiğimiz Celâl Bayar nasıl bir “insan”dı; “devlet ricali”nden idi, hepsi yazıldı-çizildi. “Komitacı” Mahmut Celâl, “hoca” Mahmut Celâl, “bakan”, “başbakan” Celâl Bayar, “demokrasi savaşçısı” Celâl Bayar, “cumhurbaşkanı” Celâl Bayar, “sanık” Celâl Bayar, nihayet “emekli” Celâl Bayar hepsi uzmanlarınca yazıldı, daha da yazılacak.
Biz bu sohbette Celâl Bayar'ın “kader”i üzerinde duracağız. Bir kader ki, kendisini nereden nereye getirmiş, onu işleyeceğiz.
Mahmut Celâl, 1877-78 Türk-Rus Savaşı (mahut 93 Harbi)'nden sonraki “büyük bozgun”la Plevne'den Anadolu'ya hicret eden Abdullah Rahmi Efendi’nin oğlu.
Abdullah Rahmi Efendi, bu hicret sonunda Bursa'nın Umurbey köyünde iskân etmiş. Umurbey Rüştiyesine öğretmen olmuş. Rüştiye'de öğretmenlik yaparken, aynı zamanda köyün camiinde “imamlık”, “vaizlik” yapmış. Bir ara Gemlik Müftülük makamında da bulunmuş.
Merhum Bayar'ın kendi sesinden ifade ettiğine göre, babası Abdullah Efendi, fotoğrafını çektirmeyecek kadar aşırı bir dini hassasiyete sahipmiş. Bu sebeple bugün elimizde merhumun bir hatıra fotoğrafı bile yok. İkindi namazı akşam namazı arasında her gün bir cüz Kur'ân-ı Kerîm Okurmuş. Her Rumeli göçmeni gibi “çile” çekmiş; “Büyük Bozgun”u görmüş bir Osmanlı olarak, “Rüştiye-cami-ev”i arasında, hep ağır, vakur, önüne bakarak yürür; okulda çocuklara, camide cemaata çileli Türk tarihini, zengin Türk kültürünü, dünya ve ahiretin imarını emreden ulu Müslümanlığı anlatır; çocuklarının üzerlerine titrer; milletin bahtı ile beraber, çocuklarının da tahtları, istikbâlleri için dua eder dururmuş.
Çocuklarının istikbâlde büyük adam olmaları için dualar eden Abdullah Efendi, onların “zinhar” siyasete girmemelerini de sanki kendisine bir şeyler malûm olmuş gibi vasiyet edermiş.
Bir gün genç Mahmut Celâl'in “İttihat-Terakki Cemiyeti”ne girdiğini öğrenmiş. Oğluna haber göndermiş; “Siyasetin sonu darağacıdır. Bu işlerden vazgeçsin... Yoksa babalık hakkımı helâl etmem!..” demiş.
İşte o babanın, bu oğlu!.. “Siyasete girerse hakkımı helâl etmem!” ihtarına, vasiyetine rağmen, baştan sona “siyaset” dolu bir hayat!.. İttihat-Terakki'de komitacı, Millî Mücadele”de milis, önce “Galip Hoca”, sonra “efe”, bilâhare “mebus”, “bakan vekili”, “bakan”, “başbakan”, “parti genel başkanı”, “muhalefet lideri”, “cumhurbaşkanı”, “Yassıada” ve devamı... Hep politika ve “Siyasetin sonu darağacıdır” diyen arif babanın kerametvâri keşfi: 10 defa ölümle randevu!..
Babanın oğlum istikbalde “büyük adam olsun” duası kabul olmuş, genç Mahmut Celâl devletin en üst makamını “hak” ederek, alnının teriyle yükselmiş; fakat babanın “endişesi” de yerini bulmuş... “Siyasetin sonu darağacıdır” keşfiyle, “Siyasete girerse hakkımı helâl etmem!.” ihtarı tahakkuk etmiş; Celâl Bayar (1) değil (10) defa darağacına kadar gitmiş... Hiç şüphe etmeyin, onu darağacının altına kadar geldikten sonra, her defasında ipten kurtaran, yine o “baba”nın “dua”sıdır. Bir “hadîs-i şerîf”e göre ana-babanın “intizar”ından korkmalıdır ama, şu da bilinir ki, o “intizar” kolay kolay, tutmaz. Zira ana-baba çocuğuna gönülden ilenmez...
“Kader”, tek ve yalın sonuç doğuran bir vakıa değildir. “Kader”, tecelliler yanında “ibret”ler de doğuran ilâhî takdirdir.
Celâl Bayar'ın “çile”li, inişli çıkışlı hayatı işte bu tecelliler, bu ibretlerle doludur.
“Defni” konusundaki destanlık tecellî ve ibret üzerinde durmuyoruz.
Millî Mücadele'nin “Galip Hoca”sı bir asrı aşan inişli çıkışlı hayat yolculuğunun sonuna ulaştı ve hiç bitmeyecek olan asıl hayata döndü.
Arkasında “ibret”ler bırakarak.