Türkiye'de bir "kavram kargaşası" var. En önemli, en "kutsal" konular bile, bu kargaşadan nasibini alıyor. "Ümmet mi, millet mi"; "din mi, milliyet mi"; "Müslümanlık mı, Türklük mü" gibi sorularla biz, uzun süre oyalandık. Aslında bunun cevabı açık ve nettir: Hem ümmet, hem millet... Hem din, hem milliyet... Hem Müslümanlık, hem Türklük... Bunlar birbirine "zıt" mefhumlar değil ki!..
Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)nın "ümmet"i olmak, "Türk Milleti"ne mensub olmama niçin mani olsun? Hem o büyüğe "ümmet"im, hem de büyük Türk Milletindenim... "Din" ve "milliyet"; "Müslümanlık" ve "Türklük"te öyle... Camdan bir bardak hem "beyaz"dır, hem "sert"... "Sadece beyaz" veya "sadece sert" diye "tek"e irca herhalde yanlış olur.
Gel gör, "din" ve "milliyet" münasebeti konusundaki görüşler, o kadar sade ve tekin değil. Türkiye'de bu kargaşa, "önce Türk müsün, müslüman mı?" ya kadar vardırılmıştır. "Mukaddes"lerimiz mevzuundaki hassasiyetimiz sebebiyle ise, realist değerlendirme yerine idealist ve romantik duygularla kimimiz "-herşeyden önce Türküm", kimimiz "-hayır, herseyden önce müslümanım" kararına varmışız. "Türküm" diyenin müslümanlığa; "Müslümanım" diyenin Türklüğe karşı bir olumzsuz tavrı ve niyeti olmadığı halde...
İSLÂMİYET VE MİLLİYET
Türkiye'de "İslamiyette milliyet var mı, yok mu" konusu, bir takım bilmezliklerin belirsizliğine düşürülmüştür. Bu müphemiyet içerisinde ise zaman zaman bazı "iyi" ve "iyiniyetli" insanlarda bile "inat"laşmaya varan yanlış değerlendirmeler görülmektedir.
"İslâmiyet" bir geniş dairedir. Bu geniş daire içerisinde ise "millet" ve "milliyet"lerden oluşan küçük daireler vardır. "Ben Türküm" derken, hem geniş "İslâmiyet" dairesinin, hem o geniş daire içerisindeki küçük "milliyet" dairesinin içerisindeyim. Geniş İslâmiyet dairesinin içerisinde bizden başka küçük daireler de var: "Arap" gibi, "Acem" gibi, "Berberi", "Hindli" gibi... Bize ait küçük dairenin içindekilerle "kan" ve "milliyet"; diğer küçük dairelerle ise "din" ve "ümmet" bağım var...
ÖNCELİK - SONRALIK KONUSU
Öncelik-sonralık konusu, yukarıdaki daire misalinde açıkça görülüyor; "İslâm Ümmeti" ve "ümmetçiliği", millet ve milliyet tanımayan (yani iç-küçük daireleri inkâr eden) soyut bir müessese olarak düşünülemez. Herkes kapısının önünü süpürürse, sokak ve şehir de temiz olur. İslâmiyet'te "zekât" ve yardım önce "akraba", sonra "komşu" tercih edilmek suretiyle yapılır. Öyleyse ben yardım ve alışverişimde "Müslüman-Türk"ü, "Müslüman Arab"a, "Müslüman Acem"e vb. tercih ederim. "Müslüman" Arabı, Acemi vesaireyi de, müslüman olmayan Türk'e...
Bu espri, İslâmiyet'in esprisidir. "Biz sizi bir erkekle dişiden yarattık. Ancak tanışıp - bilişesiniz diye ayrı ayrı kabileler ve milletler haline koyduk" ayetinin (Hucurat Sûresi: 13) manâsı işte budur.
Hiçbir konuda "ifrat" ve "tefrit"e düşmemeli. "Irk hakimiyeti" ütopyası ile "Millet" ve "Milliyet" mefhumlarını aynı kefeye koyarak, "İslamiyette millet ve milliyetçilik yoktur" sonucuna varmak ve bu espri ile "Türk" ve "Türküm" kelimelerinden bile kaçar hale gelmek, herşeyden önce İslâmiyete bühtandır.
Gelecek hafta "İslâmiyet ve Türklük" münasebeti konusunda bazı müfessirlerin ve büyüklerin görüşlerini sunacağım.
Yeni Düşünce Gazetesi (İslamın Işığında)
3 Şubat 1989 Hamdi Mert
İSLAMİYET VE TÜRKLÜK
-"Ben bir Türk milliyetçisiyim. Sadece Türk olduğum için değil... Arap veya başka bir kavimden olsaydım, yine Türk milliyetçisi olurdum. Zira, tarihte Türk Milleti kadar, İslâmiyet'in temel esprisini kavrayarak, onunla bütünleşmiş başlıca bir millet yoktur."
Merhum Seyit Ahmet ARVASİ'nin bu ifadesi, milletimizin İslâmiyetin temel esprisi ile bütünleşmiş şahsiyetini çok güzel ifade ediyor. "Türk Milleti"nin yüzyıllarca 3 kıt'ada "İslâm" bayrağını dirayetle taşıyışını. Toprağı işleyerek, "Arz'ı işleme" ve "yeryüzünü imar etme" ilâhi emrini lâyıkıyla yerine getirişini... "Vakıf"lar kurarak, gerçek sahibi C. Hak olan "Mü1k"ü "sadece zenginler arasında dolaşan bir nimet" olmaktan çıkarıp (Haşr suresi, Ayet: 7) Allah'ın bütün kullarına, hatta diğer mahlûkatına kadar tevzî edişini.
Türk Milletinin "İslâmiyet"i yaşaması, diğer İslâm milletlerinden farklı: "Sünnet" namazlara gösterilen ihtimam; "Cami" ve cemaat hadisesinin "müessese"leştirilmesi; sahipsiz hayvan ve göçmen kuşlar için "vakıf" kurmaktan, "sadaka taşları" uygulamasına kadar uzanan diğergâmlık-yardımlaşma duygusu... Nihayet, İslamiyet'in sulh çağrısını teminat altına almaya yönelik "cihat" ruhu..
O'nun için, yine S. Ahmet ARVASİ merhum şu sonuca varıyor: "Müslüman Türk Milleti ve onun devleti güçlü ise, İslâm dünyası da güçlüdür. Aksi olunca, bütün Türk dünyası ile birlikte, İslâm dünyası da sömürgeleşmektedir."
MÜFESSİRLERİN GÖRÜŞLERİ
Kur'an-ı Kerim'de bir "ayet" var; Maide suresi'nin 54'üncü ayeti... 8u ayet-i kerimede C. Hak "-Ey İman edenler!" diye hitap buyurarak, müslümanları ikaz ediyor.
"-Eğer siz Allah'ın emrettiği yoldan dönerseniz, C. Hak sizin yerinize başka bir kavim-millet getirir. O kavim Allah'ı sever, Allah'ta o kavmi sever. Onlar kendi aralarında fevkalâde mütevazidirler. İnanmayanlara karşı ise izzet sahibi ve şecaatlıdırlar.
Hemen bütün "Müfessir"ler, bu ayet-i Kerime'de vasıfları sayılan milletin, Abbasi İmparatorluğu'nun inkırazından sonra bayrağı teslim alan ve uzun yüzyılar "İslâm"ı temsil eden Türk Milleti olduğunu ifade ediyorlar (Elmalılı Hamdi YAZIR: Hak Dini Kur'an Dili Türkçe Tefsir, İstanbul 1960 C.3, sh:1719-1720 - Ömer Nasuhi BİLMEN: Kur'an-ı Kerim'in Türkçe Meal-i Alisi ve Tefsiri -C.2, Sh:785-786)
İşte Mehmet Akif merhumun "-sana âguşunu açmış, duruyor Peygamber!." dediği Peygamber müjdeli Türk Milleti böyle bir millet. Cennet vatanımızda, yine Akif'in "-Bir kubbesine mevlâ titrer!" dediği vatan.
Ayet-i kerimede isim belirtilmediğine göre, şüphesiz bu "emanet", Türk Milletinden başka bir millete intikal edebilir. Fakat kanaatımızca bu "Bayrak" hâlâ Türk Milteti'nin elindedir. Şüphesiz böyledir. Zira İslâm ülkeleri içerisinde, bu ilâhi emaneti taşıma rüşdünü ikmal ve isbat eden başka bir ülke henüz çıkmamıştır. Türk Milleti, "Demirperde" ve "Hür dünya"; Asya ile Avrupa; eski kültürlerle yeni kültürler arasında bir istikrar unsuru ve müstekar köprü durumundadır, halen öyledir.
Türk Milletinin tarihî misyonu budur, ilâhî emir ve müjde ile müzeyyen bir misyon.
Tefsir kitaplarını; tarihî realiteleri Arvasî ve M. Akif gibi büyükleri şahit tuttuğum bu
değerlendirmeleri, dar bir "kavmiyetçilik" şartlanması olarak görmemelidir. İslâmiyet'te
değer verilen ne "kan", ne "ırk", ne de "asalet" budalalıklarıdır. "Allah" yoluna hizmet ve "ittika"dır. Ortaasya Bozkırlarından başlayıp, Afrika ve Avrupa içerisine kadar İslâm Bayrağını yüzyıllarca omuzlarında taşıyan bizim milletimiz olmuştur. Millet olarak, yüzlerce yıllık bu benliği tevarüs eden de şüphesiz biziz.
Bu misyona lâyık olmak ve sahip çıkmak... İşte bugün en zorlu işimiz budur.
Merhum Arvasî'nin bir güzel değerlendirmesi, her zaman geçerlidir: "Türk devleti'ni yıkmak isteyen yalnız Türklüğü değil, İslâm'a da ihanet etmektedirler"...