Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
HÜRRİYETİ HAK ETMEK - 12 Mayıs 1989

Son aylarda "fikir ve inanç hürriyeti"nden çokça söz edilir oldu. Fikir ve inanç hürriyetinden; bu hürriyetin kulla­nılmasından; fikir denilen, inanç ve kanaat denilen bu tabii hakların tezahürleri önüne konulan manialardan...

"Din hürriyeti" nedir? Adına biraz da yanlış olarak "vicdan hürriyeti" de­diğimiz kanaat-düşünce hürriyeti nerede başlar, nerede biter? Artık bir "Anaya­sa terimi" haline geldiği görülen "din ve vicdan hürriyeti" ile bir "Anayasa mü­essesesi" olan "laiklik'' arasındaki mü­nasebet nicedir? "Laiklik", "din ve vic­dan hürriyetini sağlayan bir "müesse­se" midir, yoksa "din ve vicdan hürriyeti"nin sınırlarını tesbit eden bir "müeyyide" mi? "İnanç ve kanaat hürdür" deyip, "lalklik" müessesesini, bu hürri­yetin önündeki maniaları kaldıran bir va­sıta olarak mı göreceğiz; yoksa "laiklik" kurumunu korumak uğruna kanaat-dü­şünce ve bunların tezahürlerine sınırla­malar mı getireceğiz?

Son aylarda Türkiye'de yoğun olarak tartışılan konular bunlar. "Tabiî hukuk"un tabiî sonucu ve icabı olan bu klasik haklar dışında tartışma gündeminde, bir de içtimaî-siyasî hak ve hürriyetler var ki, bunlar ayrı bir inceleme konusu.

ONA LAYIK OLMAK

Fikir ve inanç hürriyeti; istediği gibi ananmak, istediği gibi düşünmek hakkı; fikir ve düşüncelerinin icabını yasama serbestliği, tarih boyunca çetin mücade­lelere sebep olmuş... Büyük kavgalardan sonra bugün "sosyal mukavele", daha isabetli deyimle "resmî mukavele" saf­hasına gelinmiş. Fikir ve inanç hürriyeti­ni de içine alan "tabiî haklar" Magna-Charta'dan başlayarak, çeşitli milletlerin üzerinde ittifak ettikleri 30'dan fazla resmî metinde yeralmış. 1776 Amerikan, 1789 Fransız, 1938 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları beyannameleri bunların ilk akla gelenlerinden...

Hakkaniyetli düşünürsek, bu tabiî hakların üzerinde bu kadar durulması, it­tifak edilmesi, insanlık adına memnuni­yet verici bir sonuç... Fakat bu metinler çoğunlukla kâğıt üzerinde, kitap sayfala­rında kalmış değil midir?

Ateş içerisindeki dünyanın hali malûm. Adı büyüğe çıkmış devletlerin key­fîlikleri, Birleşmiş Milletler Teşkilatının bu keyfîlikler karşısındaki aczi hangimizi üzmemiştir?

Demek "İnsan hakları"nı nazariye­de kabul ve teslim etmek yetmez. Bu, ola­yın bir boyutu. "Devletler" planındaki boyutu... Bir de ferdi plandaki boyutu var ki, o da hürriyeti hak etmek, ona lâyık ol­maktır. Hürriyetin tahmil ettiği ferdî mes'­uliyeti kaldırabilmek, göze alabilmek...

Erich Fromm, 20'nci yüzyılın dramını, "hürriyetlerin getirdiği sorumlulu­ğu taşıyamaması"nda görür ve buna "Hürriyetten Kaçış"...

Şunu kasteder: İnsana birtakım hür­riyetler vermek iyi bir şeydir. Fakat ferdi de buna hazırlamak lâzımdır. Aksi halde "kapalı grup yapıları" oluşur. Hürriyetlerin yüklediği sorumluluğu göze atamayan nesiller, sığınılacak yerler ararlar. Terör odakları, şer hücreleri işte böyle oluşur. Sahte peygamberler, sahte mürşidler, sahte kurtarıcılar arkasında koşma hevesi de...

İKİ TÜRLÜ HÜRRİYET

"Massachusetts Kanunnamesi"nde "hürriyet"in güzel bir tarifi var: "Hürri­yet, doğru ve iyi olanı yapma hakkı­dır."

"Wintrop" da hürriyetleri ikiye ayı­rır;

Biri, hoşuna gideni yapmak... Yani, sonu hürriyetsizliğe varan keyfîlik... Bu keyfilik her iyiye, her kurala ve otoriteye düşmandır. Bunu hayvanda, insan da kullanabilir.

Bir de medenî ve ahlâki hürriyet var­dır. Gücünü hakdan, doğrudan, en doğrusu "Semavî" boyuttan alan hürriyet... yüzyılların, binyılların kavgası ve hürriyet üzerindedir.

Peyami Safa'nın 46 yıl önce çok gü­zel ifade ettiği gibi, fikir hürriyeti, zehir hürriyeti değildir. Hiçbir eczacı önüne ge­lene avuç-avuç zehir satamayacağı gibi, hiçbir yayın organı, şahıs, kurum, teşki­lat, millî ideali zehirleyen fikirleri piyasaya sürememelidir.

En kuvvetli bünye bile, biteviye zerkedilen zahire karşı mukavemet edemez. Fikir hürriyeti, basın hürriyeti diye diye, hangi mukaddesleri yıkmadık, bir düşü­nünüz...

Bizde hürriyetin felsefesi ve ilmî mü­nakaşası lâyıkıyla yapılmamıştır. Hürriye­tin sosyal şartları incelenmemiştir. Hürri­yet nimetine sahip çıkacak kamuoyu oluşturulamamıştır.

Bu sebeple kamuoyu sessiz, aydın kesim teslimiyetçi, basın mutaarrız, şer odakları ise başıboştur.

Batı'da bu inceleme ikiyüzelli yıldır en ciddi şekilde devam ediyor. Batı'nın binlerce eserine karşılık biz konuyu millî ve cihanşümül önemine yakışır tarzda hâlâ ele alabilmiş değiliz.

Fikirsiz bir memlekette, fikir hürriye­ti olur mu?

Üsküdar’lı Talât Bey ne güzel soyler: "Âdem olmazsak, kalırsak biz bu istidatta/Devr-i hürriyet de birdir, devr-i istibdat da..."

Hürriyete talip olmadan önce, ona lâyık olmalı, onu haketmelidir.