Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
SOVYETLER’DE “İMAMLIK” GÖZDE BİR MESLEK - 17 Şubat 1989

Sovyetler Birliğinde 4 ayrı dinî idare bulunduğunu gecen sayı­da ifade etmiştim. Göstermelik mahiyette de olsa ayakta kalan "camii" ve "mescitler"de "imam"lar var.

Bu "imam"lar nerede, nasıl yetiştiriliyor; ne iş yapıyor; devlet ve toplum içerisindeki "itibar"ları nedir. Sorularının cevabına geç­meden evvel, bir muşâhademi anlatacağım:

Özbekistan'da Taşkent, Semarkant, Buhara, Endican, Merğınan gibi önemli merkezlerden olan "Fergana"da "Cuma nama­zı" kıldığımızı gecen sayılarda belirtmiştim. Bu cuma namazı vesi­lesiyle 10 Bin kadar olduğu söylenen kalabalık bir cemaata "vaaz" ve hitabetme fırsatını buldum. Na­mazdan sonra, camiinin önündeki meydanda camiye gelen kalaba­lık cemaata kadın ve çocukların da karışmasıyla daha da büyük bir kalabalık oluştu. Yerli halkla ara­mıza kurulan polis barikatı, heye­canlı tehacüm sebebiyle yanıldı ve bu sonunda da kalktı. Bu sebeple birbirimize karıştık, sarmaş-dolaş olduk. Bunları da ifade etmiştim.

Ben bu fırsatı değerlendirdim ve bize refakatla görevli "mihman"dan koparak Ferğana'nın serâpâ "biz" ve "bizim" olan sokaklarına, mahalle aralarına daldım.

Hemen sunu belirteyim; Özbek şehirleri, -fabrika gibi, turistik te'sis gibi- yeni yapılaşmalar dışında sanki Anadolu şehir ve kasabaları.. Çoğu toprak damla, örtülü kerpiç evler; sanki Anadolu usulü saçak ve cumbalar; meydanlardaki tarihî çınarlar altında yer­den 1 metre kadar yükseklikte kurulmuş, tahta mastapalar; bu mastapalar üzerine bağdaş kurup oturarak çay içen; elle sarılmış tâmbeki-tütün tüttüren; nargile fokurdatan çoğu yaşlı Özbekler... Böyle bir çevrede, kendinizi "yabancı" hissetmeniz mümkün mü?

İşte bu duygularla, yalnız ba­şıma Ferğana sokaklarında dola­şırken kapılarının önüne kadar çıkıp, bir "şerbet" içecek kadar olsun beni davet eden analar­dan, karşımdan gelen insanlardan, Sovyet türklüğünün yaşayışı hakkında bazı müşahedeler edindim.

Bunlardan biri de, "imam"lık mesleğinin gözde bir meslek olduğu idi. Karşımdan bisikletle gelen 10-12 yaşlarında bir erkek çocuğu, ellerimi açıp-önünü keserek durdurdum. Çocuk biraz da şaşıra­rak, yüzüme bakarken; "-Büyüyünce ne olacaksın?" diye sordum. Cevabı kesin ve kararlı idi: "-imam"...

İMAMLIK "İTİBARLI" MESLEK

"Taşkent"te, Semerkant'ta fırsat bulup sorduğum her çocuk­tan aynı cevabı aldım. İlkokul cağdaki erkek çocuklarda bir 'imam' olma arzusu var. Acaba niçin?

Bir defa "imam"lar, iyi bir "maaş" alıyorlar. Ayda 400 ile 800 Ruble arasında... 400 Ruble, yaklaşık bir fabrika müdürü ma­aşı. Fakat bu "maaş" tabii ki "devlet" bütçesinden değil... "Fitre", "sadaka-zekât", "bağış", "dinî nikâh" ve "cenaze" gibi hiz­metlerden alınan ücret, cami ve mescitlerde dolgun bir "bütçe" oluşturmuş. Yukarıda bahsettiğim "dinî idare"lerin "bütçe"leri de bu cami gelirlerinden meydana ge­liyor. "Devlet"ten değil... Her "Camii" ve "Mescit" yıllık geli­rinin % 30'unu, bağlı olduğu "di­nî idare" aidatını gönderen; bütçe tutan; camiyi onaran ve "mütevelli" idare... Adeta cami'nin dünyevi yönetimi bu "mütevelli"yle ait. Dinî yönetimi ise "imam"a...

Sovyet Türkleri arasında "dini nikah"a önem verildiği anlaşı­lıyor. Semerkant'ın "Hastenk" Köyünde "İmam Buharî" Hazretlerinin türbesinin de bulunduğu "külliye" benzeri tarihi yerde bir davete katıldık. Cami türbe, eskiden medrese olduğu anlaşılan es­ki yapılarla çevrili tarihi çınar ve altındaki havuzun çevresinde isti­rahat ederken, aynı Anadolu usûlü "gelinlik" giymiş bir genç hanım­la, sözlüsü delikanlı ve düğün alayı şenlîkdeki yakınları "dinî" nikâh için geldiler. Tâ Taşkent'ten, Dini İdare Başkanı Babahan ve çok sayıda cübbeli-sarıklı hocanın gele­ceğini duyunca, nikâhı bu "görkemli mecliste 'tabir onların'" kıydırmak istemişler. Gerçekten de göz yaşartıcı bir manzara idi. Yerli-yabancı çok sayıda sarıklı-kavukludan oluşan bir meclis ve pırıl-pırıl yüzlü iki gence dini nikâh usulü ve müslümanlık kaldı mı?" endişesiyle gittiğimiz Sovyetlerde bir değişik manzara... Çevremden gizleyemeyecek şekilde kendimi tutamayıp uzun-uzun ağlayışımı unutamıyorum. Ancak yaşayanın bilebileceği bu duyguyu, yanyana oturmakta olduğumuz oranın Kolhoz Müdürü zâtın hayretle dikiz ettiğini de...

"SÜNNETSİZ MÜSLÜMAN İMAMSIZ NİKÂH OLMAZ"

"Babahan" merhumun, bir "baba" edasıyla ve bizde de ay­nen kullanılan dinî tâbirlerle Türk­çe sorular yönelterek kıydığı nikâh ve ardından yapılan "dua", kâmil manada bir dinî törendi. "-Resmî nikâh varsa, dinî nikâha niçin lü­zum görüldüğü"nü Babahan'a usulca sordum: "-Belediye nikâh memurunun, dinî sîgaları kullanmadığı için nikâhın noksan kaldığı" cevabını verdi ve ilâve etti: "-Sünnetsiz müslüman, imamsız ni­kâh olmaz!" Tâ Sovyetlerde, ne kadar manalı bir söz değil mi?

Dinî "Nikâh" ve "Sünnet", ibadeti noksan Türkler arasında bile vazgeçilmez bir "lâzime" imiş... Hatta sayısı az "Ateist" Türkler bile, bir "gelenek" olarak bu "lâzimeye" riayet ederlermiş...

"YAHŞÎ KOCA"LAR...

Sovyetlerde -iki göstermelik okul- dışında okullarda, camilerde ve toplu olarak evlerde "dinî tedrisat" yasak... Böyle bir şeyi yapmaya kalkışacak bir insanan varlığını düşünmek bile zor. Öyleyse bu insanlar, "Türk" olduklarını; "Müslüman"lıklarını; namaz-nikâh-sünnet gibi vecibeleri nasıl olmuşta unutmamışlar? Bunu bir fırsatta sordum: Bir orta yaşlı Özbek, "-Bunu tee şu yahşi kocalara borçluyuz!" diye yanın­daki bir ihtiyarı gösterdi. Bu "yahşî koca"yı uzun-uzun kucak­ladım, yüzümü-yüzüne sürdüm.

Karşılıklı gözyaşlarımız birbirine karıştı, "yahşı", Özbekçe "İyi" demek... "Koca" ise malûm ihtiyar.. Meğerse her ailede mevcut bu "emekli" olmuş kocalar, evlerin­de ve gidebildikleri akraba evlerin­de, sadece o evin çocuklarına, "sözlü" olarak "Müslüman"lığı ve Müslüman-Türk geleneklerini öğrete-gelmişler... Resmî-dinî tedrisat yasağına rağmen "Müslümanlık" ve "Türklük", işte bu yahşî kocalar eliyle sürüp-gelmiş.

Cami imamlarının ve bize "mihman"lık yapan dinî idare personelinin yetişme tarzına gelince: Onlar, yukarıda sözünü ettiğim iki cemaat okulunda, Buhara'daki orta dereceli "Mîr Arab" Medresesi ve Taşkent'teki yüksek dere­celi "Alî Medrese"de yetiştiriliyorlar. Gerektiğinde Suriye ve Mısır'a da gönderilen bu âdete "resmîleşmiş" hocalar, çok rahat Türkçe ve Arabca konuşabiliyorlar.

Taşkent ve Buhara'daki bu cemaat okullarında (ilkinde 30, di­ğerinde 70) öğrenciler Kur'anı Kerim, Tefsire, Hadis, Fıkıh, Sarf, Navih, Edebiyat, Belagat okuyorlar. Bir de Sovyet Tarihi, Siyasi İktisat ve Sosyoloji...