Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
KUR’ANDA BİRLEŞMEK- A.H. GAZİOĞLU - 30 Ocak 1977

KUR’ANDA BİRLEŞMEK- A.H. GAZİOĞLU
Bu teklifi bana, İlahiyat Fakültesi'ni bitirmiş bir yakınım getirdi. Kendisi fakülteden iki yıl ön¬ce mezun olmuş; okul sıralarında iken bir büyük talebe teşkilatının yöneticileri arasında bulunmuş; iki yıla yakın bir zamandan bu yana da görevi sebebiyle İcra'nın en üst seviyesindeki idarî ve politik işlemlerden haberdar bir kimsedir. Bu sü¬re içerisinde ülkenin tamamını (belki çok az is¬tisna ile) dolaşmış; politikada etkili kişilerle görüşerek beklenir ki tecrübe kazanmıştır. Okudu¬ğu dergi, kitap, yayınlar ve çalışma düzenine bakılırsa «Güçlü bir soluk», «Sağlıklı bir mesaj» sunması da beklenir.
Başbaşa yaptığımız samimî bir sohbette bana getirdiği teklif şudur :
«İkimiz de Kur-an'a inanırsak, aramızda hiçbir tartışma konusu kalmaz».
İlahiyat Fakültesi'ni bitiren ve kanaatlarında en doğru olduğunu savunan bu delikanlı, kendisinin Kur'an-ı Kerim'e inanmadığı kanaatında değildi. Belli ki bazı gündelik olayları ken¬disi gibi değerlendirmediğim için benim Kur'an-ı Kerim'e inanmadığım zannına düşmüştü.
Fakülteyi yeni bitiren genç yakınımın dinamizminden ve Müslümanlığa olan ciddî tutkusundan şüphem yok. Cemiyetçilik; hırslı takipçi¬lik; düzenli ve huşûlü ibadet çabası da her gen-ce nasip olmayan meziyetleridir. Fakat yukarıda yaşanmış bir olayla örneklemeye çalıştığım ve içim burkularak sayısız olaylarla yaşadığım müsamahasızlık; barışmaz öfke ve reaksiyoner metot nereden geliyor?
YALNIZ O DEĞİL
Bu düşüncede olanların sayısı tek değildir. Son İmam-Hatip Liseleri Mezunları Cemiyetleri Federasyonu Genel Kongresinde genç çehreler¬den öfkeli «LÂNET»ler; «KAHROLSUN!» nidaları duyduk. Başka bir kongrede eski ve yeni hocalarına; davada ağabeylerine karşı sıkılan yumruklar gördük.
«KENDİ KALESİNE GOL ATANLAR»
Sayın Yaşar Fersahoğlu, «NESİL» Dergisi'nin 3'üncü sayısında bu gençleri «KENDİ KALESİNE GOL ATANLAR» diye hicvetti. Benim dilim buna da varmaz. Rakibin golleri ile kale direkleri bile yıkılmış bir takımdan, düşmanla bir olup kendi kalesine —Şaşkınlıkla da olsa— gol atan çıkmamalıdır.
Hadis'te buyurulan «Mü'minin feraseti» buna engeldir.
«TEPKİ NESLİ Mİ?»
Elinizdeki Bülten, ilk sayısında teşhisi koymuştur :
«Öfke ile savaş kazanılmaz. Öfke, rakîbin silâhıdır. Kavgayı kazanmanın bir yolu da rakîbi öfkelendirmektir. Taze ruhların tecrübesiz elle¬rinde düşmanın silâhları dolaşıyor. Salonlar, cad¬deler, öfkeli haykırışlara sahne oluyor.
Kutsal konuları sokağa düşürmekle kazanıl¬mış gibi görünen kâzip ve ebter başarılar, genç kafaları kandırmak için atılan birer yemdir».
TARTIŞMANIN KAYNAĞI
Tartışmanın kaynağı yüzeydedir. Kur'an-ı Kerim'e ya da İmanın diğer şartlarına inanmak veya inanmamak mevzuu değildir. Hizmeti kav¬ga ile sürdürmek, ya da politika alanında teşki¬lâtlanıp, parti libâsı giyerek siyaset silâhı ile de mücadeleye katılmak...
Benim tesbit edebildiğim, yüzeydeki bu iki metot farkını açmakta fayda vardır.
1-PARTİ LİBASI
İrşat Nesli, parti libası giyer mi?
Din, toplayıcıdır, herkese hitabeder. Cami, dışarıdaki kavgadan yorulan insanın «YENİLENMEK»; «RUHUNU DİNLENDİRMEK»; «YENİ YAŞAMA GÜCÜ KAZANMAK»; «İMANINI TAZELEMEK» için uğradığı bir sığınaktır. Dışarıdaki kav¬gada «KARDEŞ» olduğunu unutanlar, «MÜ'MİNLER KARDEŞTİR» hitabını duyduktan sonra «KARDEŞ» olduklarını hatırlarlar. Nefsin öfkesi Cami'de söner, sevgiye döner...
«Mü'minler Kardeştir» hitabını, «Allah'ın ipine (Kur'an-ı Kerim'e) sımsıkı sarılın parçalanıp ayrılmayın» hitabı ile pekiştiren tebliğci, kendisi, dışarıda emsali çok görülen; bir şirket gibi kurulması, girip-çıkması, feshedilmesi «CAİZ» ve ka¬çınılmaz olan kliklerden birine (Siyasî-gayr-ı siyasî) mensup olursa ne olur?
Bu takdirde şöyle olur :
Allah'ın ulu emirlerini tebliğ eden ve onlar¬la çevresini irşat eden; yuyan; yıkayan; insanların müştereken saygı duydukları makamda olan bu toplayıcı kişinin, söylediklerini mensup oldu¬ğu klik hesabına söylediği anlamı çıkar. Sözü dinlenmez olur veya en azından bu açıdan din¬lenir.
Böyle bir kişinin «DİNLENİR» oluşu, mensup olduğu kliğin sempatik olup olmamasına göre artar veya eksilir. Ama her hâl-ü kârda karşısında O'na rekabet eden bir grup mutlaka bulunur. Bu ise tebliğci için büyük bir «GÜNAH»tır. Bu gü¬nah, temsil ettiği Dini şahsında veya mensup olduğu siyasi grubun şahsında bir rekabet mües¬sesesi haline getirmenin günahıdır.
Bir partiye mensup olduğunu gizleyemediği için cemaatının çoğunu kaybettiğinden yakınan çok arkadaşımız var. Bunun kefareti; bunun telâfisi çok zordur. Çünki insanlar hislerinden; kaprislerinden çok zor kurtulurlar. Dalaştığı; sür¬tüştüğü; rekabet ettiği kişiye çok zor teslim olurlar, daha doğru bir ifade ile teslim olmazlar.
Azam imam Ebû Hanife'nin, kendisine tek¬lif edilen «KADILIĞI» kabul etmemesinin sebe¬bini ben, o zamanki Devleti idare eden haneda¬nın içinde görünmek istemeyişi ile yorumlarım. Onlar da insandır. Her insan gibi günahları da sevapları da olur. Onların içinde olan; Onların günah ve sevaplarına ortak olan kişi, onlara karşı olan kişilerce nasıl «DİNLENİR»; «TOPLAYICI» olabilir?
Bu bakımdan derim ki, tebliğ ve irşad nesli, (Din Görevlisi ve Eğiticiler), kendilerinin hisle¬rine tercüman olan «ÇOK YAKIN», hatta aynı idealin savaşını veren bir «PARTİ» de bulsalar, bağırlarına taş basıp, o çok sevdikleri partinin içine girmemeli, ondan görünmemelidirler. Tâ ki, hasbel-kader o çok sevilen partiye mensup ol¬mayan kişilere «CAMİ» ve «MEKTEP» yolunu; «HİDAYET YOLUNU» kapatmasınlar.
Bu yol, düşünülürse bilinir ki, Din Görevlisi ve eğitici ile aynı ideali paylaşan, hatta parti adı altında bunun savaşını veren siyasî kuruluşun da faydasınadır. Çünki irşat edenin dışarıdan doğru yolu gösterdiği kişi, rey atma zamanında oy pusulasında mühür basacağı yeri bulur.
Bu mantık silsilesini, müşahhas olsun diye kurdum.
Asr-ı Saadet'ten bu yana birbiriyle çarpışan çok hanedan, çok parti, çok hizip gelip geçmiştir ama, «ULEMA» bu grupların hiç birinin malı ve «ER»i olmamıştır. Bu takdirde Camiler, toplum içinde belli bir hizbe mensup kişilerin toplandık¬ları yerler olmaz mı idi?
Halbuki «İRŞAT POSTU»nda oturanlar, hiç bir zaman belli grupların adamı olmamışlar, daima toplayıcı; barıştırıcı; herkesin ve her grubun saygı duyduğu «YÜCE MAKAM»da kalmayı, yaptıkları hizmetin değişmez şartı olarak görmüş¬lerdir. Öyle olmasaydı Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, daha 18 Mayıs 1919'da «SİVİL MU¬KAVEMET TEŞKİLATI»nı kuramazdı.
İstiklâl Harbimiz, Allah'ın «CİHAT» Ayetleri ile ayaklandırılan bir Milletin «TOPLU ZAFERİ»dir.
«Din Görevlisi» ve «Eğiticiler», bu Millete toptan hitabedecekleri bir zamanın gelebileceğini düşünerek, grup rekabetine girmemelidirler.
2 — İRŞAT, KAVGA İLE BAĞDAŞIR MI?
Temas edeceğimiz ikinci metot, tebliğ hareketinin kavga ile bağdaşıp bağdaşmadığı¬dır.
Tebliğ, kavga ile yapılmaz.
Bizim vazifemiz, sadece tebliğ etmektir. Zorla kabul ettirmek değil... «LA HARACE Fİ'DDİN» ve «LA İKRAHE Fİ'DDİN» Ayetlerinin manası başka türlü nasıl anlaşılır?
Allah Resulü, «TEBLİĞ» vazifesini yaparken, öfkeden daima kaçınmıştır. Vicdanlara baskı yaparak değil, kafa ve gönülleri kazanarak fetih¬ler yapmıştır.
Savaşları, «İRŞAD VAZİFESİ» ile karıştırmamalıdır. Peygamberimizin yaptığı savaşlar ya savunma veya «TEBLİĞ HAREKETİ»nin önündeki engelleri kaldırmak içindir.
Savaş, bizâtihî tebliğ olamaz.
Hiç bir fikir zorla kabul ettirilemez.
Cebir, güçlünün değil, zayıfın silâhıdır.
Yüce İslâm, en güçlü tezdir. On'u bir antitez; reaksiyoner bir tez gibi takdim edenler İslâm'da Tebliğ metoduna ters düşüyorlar.

KUR'AN-I KERİMİN METODU :
İslâm Dünyası, yeni bir «DAVET»e muhtaçtır. Avrupa'nın, aslında Müslümanların malı olması gereken teknik üstünlüğü, İslâm Dünyası'nı müessif bir «AŞAĞILIK DUYGUSU»na itmiştir. Yabancı kültürleri savunanlarla, teknik gelişmeyi yerli kültürle sağlamak isteyenler, aynı okulda; büroda; işyerinde; hatta ailede çatışma halinde¬dirler. Üniversite ve iş yerlerindeki anarşi, kavga ve çatışmaların temelinde çoğunlukla bu ruhî ge¬rilim vardır. Bir grup diğerini «GERİ»; «ÇAĞ DIŞI» olmakla itham ederken, öbür grup karşısın¬dakini «TAKLİTÇİ», «YOZLAŞMIŞ», «KOZMOPOLİT»likle suçlamaktadır.
Temeldeki ayrılıkla iş bitmiyor. Aynı temel görüşü paylaşanlar arasında da «METOT» ve «TEFERRUAT» ayrılıkları görülüyor. «MÜSLܬMANLIK» temelinde birleşen «MÜ'MİN»lerin, metotta farklı bir çok gruplara bölündükleri in¬kâr edilebilir mi? Sadece temel görüşte ayrı olan¬lar arasında değil, aynı inancı paylaşanlar arasın¬da bile silâhlı çatışmaya kadar varan fiilî durum¬lar görülmektedir.
Böyle bir kargaşa ortamında «TEBLİĞCİ»nin metodu ne olmalıdır?
1-TOPLAYICI, KUCAKLAYICI METOT :
«Ve sizden hayra davet; iyiliği tavsiye eden, kötülükten sakındıran bir cemaat bulunsun».
«Kendilerine (Allah'ın açık, birleştirici) beyyineleri geldikten sonra, ayrılık çıkarıp, ihtilâfa düşenler gibi olmayınız. Onlar için büyük bir azap vardır».
Al-i İmran Suresi'nin birbirini takibeden (104-105) bu iki ayetinden birincisi; gündelik çekişmelerin üzerinde kalacak, birleştirici, barıştırıcı, sadece Hakkı tebliğ eden bir cemaatın bulunma¬sı lüzumunu bildirmektedir.
İkincisi ise, bütün Ümmetin, özellikle Hakkı tebliğ edenlerin kendi aralarında ihtilafa düşme-meleri gerektiğini beyan buyurmaktadır.
Bu konudaki diğer bir Ayet şudur:
«Kâfir olanlar bile birbirlerinin yardımcıları¬dırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve pek büyük bir fesat çıkar» «El Enfal:73).
Başkalarına tebliğ ettiği «BİRLİĞİ», «YARDIMLAŞMAYI», «AFFI», «MÜSAMAHAYI» kendi hayatında yaşamayan «MÜRŞİD»in müessir olması beklenebilir mi?
2-FİTNE UYANDIRMADAN HAKKI TAVSİYE:
İslâm Uleması, «FİTNE»den daima kaçınmıştır.
«Rabbin yoluna hikmet ile, güzel nasihat ile davet et ve onlarla en güzel olan bir suretle mü-cadelede bulun». Nahl Suresi'nin bu Ayetini (125), Ömer Nasuhi Bilmen «Onları rıfk ile, mülâyemet ile irşada çalış, hiddet ve gaflet gösterme. Onlara kabiliyetlerine göre hitapta bulun» diye tefsir etmektedir. Aksi halde fitne, karışıklık ve ihtilâf ortaya çıkar.
Mürşidin gayesi irşat etmektir, idlâl değil...
Hukemâ'nın «İş bitiren yalan, fine koparan doğrudan iyidir» sözü, bunu ifade etmektedir.
İyi niyetli, fakat yersiz, zamansız, hesapsız ve basiretsiz hareket, iyilik yerine kötülük getirir.
3-KORKUTMA DEĞİL, SEVDİRME METODU
Kur'an-ı Kerim'de «Tenzîr»de, «Tebşîr»de vardır.
İsmail L. Çakan, dokuz ayette tebşîrin tenzîrden önce; dört ayette de tenzîrin tebşirden ön-ce geldiğini tesbit etmektedir. (Hakkı Tavsiye, Ayyıldız M. Ankara, 1971, Sh. 46). Yazarın ikin¬ci tesbiti, Mü'min ve Müslümanlar arasında teb¬şirin; gayr-ı müslimler arasında da tenzîrin ge¬çerli olduğu hususudur.
«(Doğru Yolu) kolaylıkla gösterin, güçlükle değil. (Allah'ın Rahmetini) müjdeleyin. (Sadece azabı ile) ürkütmeyin (Nefret ettirmeyin)» Ha¬disi, bunu belirtmektedir.
«Sen, Allah'tan bir esirgeme sayesindedir ki, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar etrafından dağılıp giderler¬di» Ayeti, ne kadar açıktır?
Bu konudaki Ayetlere iki örnek de şudur :
«Yüz çevirirlerse (Başka yola başvurma); Seni onlar üzerine muhafız göndermedik. Vazifen, tebliğden başka (bir şey) değildir» (Eş'Şûrâ: 48).
«(Hâbîbim!) Sen, ancak bir hatırlatıcısın. Onların üzerine musallat, zorlayıcı (Bir adam) değilsin» El Gâşiye: 21-22).
SONUÇ :
Sayın İsmail Lütfi Çakan'ın adı geçen kitabında belirttiği gibi, tebliğ ve irşat, bir kadro hareketidir. İlim, tecrübe, irfan ve olgunluk bu kadronun ehliyet şartıdır.
Nefsinin öfkesine değil, vicdan ve aklının rehberliğine uyan bu kadro, İslâm Dünyası'nın son ümididir .
Bültenimiz, ilk sayısında bu mesajı sunmuştur:
«Kavgamız, reaksiyon değil, irşattır. Tebliğ hareketi, her türlü hizip ve kısır tepkinin üzerinde toplayıcı, davet edici; sıhhatli aksiyon hare¬ketidir. Aksiyon, sonucu hesab edilmiş; organize fikir temeline oturtulmuş şuurlu hareket demek¬tir. Kör-döğüş, aksiyon değildir. Öfkeli hareket, aksiyon olamaz.
Bize ne oldu ki, hasımlarımızı bile güldüre¬cek bir infirad ve kısır çekişme içerisindeyiz? Kusurlarımızı bağışlama yerine, birbirimizi yeme¬ye hazırlanıyoruz.
Düşman, «BÖL, PARÇALA, YUT!» savaş stra¬tejisini kazanmış görünüyor.
Sonucu nefsaniyete varan çekişme, gerçek mü'minin vasıflarından değildir.
Nefsi öldürmekle başlayan «İNSAN-I KÂMİL» yolu, İslâm tebliğcilerinin aydınlık yolu olmalıdır».