Bizim gibi kendi tarihinden, kültüründen, millî/dinî değerlerinden kaçan başka bir millet var mıdır? Doğrusu ciddi bir araştırma konusu...
"Devlet" ile "Din"i; Cumhuriyet dönemi ile Osmanlıyı; "Lâiklik" ile "İslâmiyet"i yumurta tokuşturur gibi habire vuruşturmak kime, kimlere yarıyor?
12 Eylül müdahalesinin ilk yılında yaşanan bir olayı hatırlarım: "Dini"ne de, "Devlet"ine de saygılı, düzgün yaşayan bir komşumun bizzat yaşadığı hadiseyi... Bir devlet dairesinde memur olarak çalışan komşum, o yıllarda "Cumhuriyet Müzesi" olarak ziyarete açılan Ulus semtindeki eski "CENTO" binasını bir "Cumhuriyet Bayramı" günü, ikisi de ilkokulda okuyan evlâtlarının ellerinden tutarak gezmeye-görmeye gider. Maksadı, terbiyelerine özen gösterdiği iki oğluna yeni açılan müzeyi gezdirmek; geçmişimizi ve tarihimizi sevdirmek ve bir tatil günü onlarla güzel bir gün geçirmektir. CENTO binası olmadan önce "Parlamento" binası olarakta kullanılan "Müze"yi eski ve yeni hali ile, doğrusu kendisi de görmek istemektedir.
Fakat o da ne?.. İçeri adımını atar-atmaz bir resim... Başı sarıklı, eli sopalı, gözleri şaşı, komikleştirilmiş bed bir adam; önünde hasırlar üstünde sopadan korunmaya çalışan, kılıksız küçücük çocuklar... Tablo, anlaşılan hep alışık olduğumuz Cumhuriyet öncesi eğitimi anlatmak için resmedilmiş ve müzenin en görülecek yerine asılmış... Komşumun o üzgün, kırgın haliyle olayı bir anlatışı vardı ki, görmeliydiniz, ya da iyi ki görmediniz. Öğrencilerin korkularını, sopadan korunmak için çocukların yerlere düşürdükleri "Kur'an cüzleri"ni, Kuran Hocasının gözü dönmüş bed halini çocuklarına göstermemek için "-Bir kaçışımız vardı ki!"... diyor ve öfkeden elleri, dudakları titriyordu...
YENİYİ SEVDİRMEK İÇİN ESKİYİ KÖTÜLEMEK ŞART MI?
Biz bunu hep yaptık. Cumhuriyet döneminin faziletlerini anlatmak için, Osmanlıyı ve o dönemin kişi ve müesseselerini biteviye kötüledik, karaladık. Hangi amaçla, hangi âlî (!) menfaat ve maslahatla, belli değil. "Yeni"yi sevmek ve kucaklamak, eskiyi ise kendi şartlarında değerlendirip, tarihî bir gerçeklik olarak saygın yerinde tutmak daha akılcı, tutarlı olmaz mı?
Elin adamı, ihtilâllerle devirdiği hanedanların hatıralarını, o dönemlerin tarihî gerçeklikleri olarak ama karalayarak değil, sevimli hale getirerek kendi köşklerinde, saraylarında, meydanlarında aynen muhafaza ediyor. Paris'in Versaille Sarayını, Luvre Müzesini; Roma’nın, Viyana'nın, Berlin'in hanedan köşklerini, müzelerini gidip bir görünüz. Buralarda ne Endilüjans komisyonculuklarının, ne engizisyon zulümlerinin, ne insanların aslanlara ve boğalara boğdurulduğu Arena kepazeliklerinin resim ve tablolarını bulabilirsiniz. Tarihin "Sevimli" hale getirildiği bu mekanlarda sadece savaş alanlarındaki kahramanlıklar, saray ve aile hayatındaki ihtişam, devlet adamlarının teb'asına olan "Adalet" ve "Şefkat"ı resmedilir, tablolaştırılır.
Batı insanının kendine güveni bundandır. Batı ülkelerinde eski-yeni kavgası bulunmamasının, sosyal tutkunluk ve tutarlılığın, iç bünyedeki sağlamlık ve düzgünlüğün sebebi budur. Batının gündelik ve ideolojik sürtüşmeler yerine tabiatın keşfine, insanın yüceltilmesine, millî ve evrensel değerlerin zenginleştirilmesine yönelmesindeki en büyük etken de bu terbiyedir; maziyi yüceltme terbiyesi!...
Onun için Paris adeta bir müze- şehirdir. Roma'nın, Viyana'nın, Madrit’in, Kopenhag'ın tarihi yapılarına dokunmamak için bu şehirler dışında yeni kentler oluşturulmuş, eski binalar, sokaklar kendi renginde, kokusunda, dokusunda muhafaza edilmiştir...
Bizde Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivlerini incelerseniz, dünyanın kültür başkenti olmaya layık İstanbul'da ne kadar caminin, köşkün, hangi mektep-medresenin yok edildiğini görür, insanlığınızdan utanırsınız...
MİLLİ/DİNÎ DEĞERLERİMİZLE BARIŞIK OLMAK
Biz Almanya ile ilk dünya boğazlaşmasından müştereken "Mağlûp" çıktık. Almanya mağlûbiyetten 10 yıl geçmeden yeniden toparlandı, sadece Rusya değil bütün Avrupa ile başa çıkarak bu güne ulaştı... 2'nci dünya felâketinde de aynı trent yaşandı. Almanya yeniden te'dib edildi. Ama bugün Avrupa'nın en güçlüsü yine O. Zira Almanya, tarihi ile, dinî değerleriyle, vatandaşlarının ibadetleri, kılık kıyafeti ve millî kıymet hükümleriyle kavgalı değil. Sadece Almanya mı, başını dik tutan her ülke kendisiyle barışık...
Kendimizden, tarihimizden, tarihî değerlerimizden kaçmakla hiç bir yere varamayız.
Biz tarihimize sövsek te "Avrupa" ve "Avrupa Topluluğu ülkeleri" bizi o tarihin varisi sayıyor.
Kendimizden kaçmakla kendimizi küçültüyoruz. Kendine saygısı olmayana başkaları da saygı göstermez.
Öyleyse, kendimizden niçin kaçıyoruz?..