Türkiye Cumhuriyeti "Jakoben" bir Cumhuriyet imiş. Bunu, hem de Anayasa profesörü olan bir "Hoca" kişiden öğreniyoruz. Prof. Dr. Mümtaz Soysal'dan. Bu zat, aynı zamanda TBMM üyesi. Yani Türkiye’mizi idare edecek kanunları çıkaran, hoşuna gitmeyen kanun varsa onu "iptal" ettirme yetkisi -ve özellikle hevesi- olan bir kişi. Bu itirafı, "Harward Üniversitesi"nde, "Türkiye Cumhuriyeti"nin 75'inci yılı dolayısıyla düzenlenen bir konferansta yapmış. İşte söyledikleri: "-Cumhuriyetimizin jakoben niteliğini göz önüne almadan bizi anlayamazsınız. Bu jakoben niteliğe aykırı olan her şey, Cumhuriyet'in temel niteliklerine aykırıdır. Bu bağlamda ılımlı Müslümanların yaptıklarını, jakoben geleneğimizin laiklik anlayışına ters buluyoruz ve bunu tehlike olarak kabul ediyoruz." Sayın Soysal bu sözleri, bir özeleştiri olarak da söylemiş olabilir. Yani "Cumhuriyeti biz maalesef böyle anladık, böyle uyguladık. Bu hatadan henüz kurtulamadık" tarzında. Böyle olsa bile bu itirafın ve özeleştirinin yeri "bize göre" orası değil. Onun yeri -Devletlinin sıfatı gereği- Türkiye Büyük Millet Meclisi...
Kaldı ki tarz, üslup ve niyet, o değil. 75. yılında Cumhuriyet'i anlatıyor. Türkiye'yi anlatıyor. Bizi Amerikalı "dost"lara takdim ediyor. "Bizim Cumhuriyet jakoben bir Cumhuriyet" diyor. Mantık doğru (!)... Biz "Batı"dan hep bu şekilde "aferin" almadık mı? Ama her nasılsa bu defa yadırganmış. Nitekim konferansa katılan ve sayın Soysalın bu sözlerini duyan Dani Rodriç adındaki ABD'li bilim adamı dayanamamış, sesini yükseltmiş, hayretini belirtmiş: "-Konuşmanızı dinlerken, tam anlamıyla daraldığımı ve depresyona girdiğimi hissettim. 21’inci yüzyılın eşiğinde nasıl oluyor da, ilhamını batılılaşmadan aldığını belirttiğiniz bir anlayışı (Cumhuriyeti) demokrasi ile bağdaşmayan bir düzleme oturtup, jakobenlik adına her türlü farklılığın bastırılabileceğini söylüyorsunuz? Hem pozitivist olduğunuzu söyleyip, hem de değişme ve farklılıklara karşı, nasıl bu kadar tahammülsüz olabiliyorsunuz"
DEVLETLER, TOPLU KABULLE YAŞAR
Devletler, o devletin sahibi olan toplumun "Toplu Kabul"leri ile yasar.
Bu değerlendirme bütün devlet sistemleri için geçerlidir ama asıl, adı "Cumhuriyet" olan rejimler için "kaçınılmaz doğru" olmazsa olmaz geçerliliktir. Bunun aksi "Hitler", "Mussolini", "Sovyetler" rejimlerinde yakın geçmişte yaşanmıştır. Çevremize baktığımızda, bu akılsızlığı ve ufuksuzluğu halen bugün de sürdüren bir yığın ülke görürüz.
Üzerine oturduğu, vergi aldığı, askere saldığı halka tepeden bakan, tabandan -ve halktan- gelen farklılıkları "jakoben"ce bastıran, halkı sürü, "Devlet"i eli sopalı çoban sanan, -yani- halka ve tabana rağmen, "Devlet" olmaz. "Olur" diyorsanız, başınızı kumdan çıkarıp, etrafınıza bir bakınız. Hümeyni öncesi ve sonrası İran'a: Saddamlı-Saddam'sız Irak'a, Cezayir'e, Ortadoğu'daki bir yığın devlet, sultanlık ve emirliklere... Kore'nin "kuzey"ine ve "güney"ine, keza Amerika kıtasının "şimal" ve "cenub"una, Peru'ya, Şili'ye, Küba'ya... Almanya'nın, son birleşmeden önceki doğusuna ve batısına!...
Bizi onlara ve oralara benzetmek isteyen zihniyet ne Atatürk'ü, ne Cumhuriyet'i, ne de çağı anlamıştır. Halkı da anlamamışlardır. Onu "Devlet" ve "Cumhuriyet" fikri etrafına toplayamamış, toparlayamamışlar; aksine "din" gibi, "dini eğitim" gibi, "dini örtü, dini yaşayış" gibi her ülkede "hassas" konuları habire kaşıyarak, toplumda yeni "hassasiyetler" ortaya çıkarmışlarıdır. Bunun sonunda ise, geniş kitleleri "Devlet"e kırgın hale getirmişler, adeta "Devletin karşısına geçirmişlerdir.
İŞTE AKIL ALMAZ SONUÇ
Dünyanın en güçlü potansiyel imkanları üzerindeyiz ama, işte sonuç!... Hala "Temel Değerler"imizi tartışıyoruz. "Cumhuriyet" tartışılıyor. "Demokrasi" tartışılıyor."Laiklik" tartışılıyor. "Atatürkçülük -çağdaşlık" tartışılıyor. "Müslümanlık-Türklük" tartışılıyor. Bütün bu değerlerin bitirim sevdalıları ve militanları mevcut. Birini benimseyen, karşısındakine hayat hakkı tanımıyor. "Birleşme-bütünleşme" vesilesi olan temel değerleri üzerinde ihtilaflı, milli-dini değerlerini tartıştıran bizden başka millet var mı, anlamak güç. Bu temel değerler bizim için kavga ve ihtilaf unsuru değil, potansiyel/moral güç olmalı değil mi? Enflasyonun, çetelerin, tıkanıklıkların, hatta "Doğu-Batı" karşısındaki itibarsızlığın üzerine kıymet hükümlerimizden aldığımız moral ve güçle yürümeli değil miyiz?
İşte sonuç: Hiç yoktan milli zaaflar oluşturduk. Sokaklar, birbirine zıt niyet, amaç ve kesimlerin itiş-kakışları ile doldu. "Sol" adına, "Sağ" adına "Müslümanlık" hesabına hak arayanların, "Devlet"e kırgınlık ve protesto göndermeleri yapan kesimlerin sayıları ve gürültüleri giderek tırmanıyor. Sosyal gerginlik ve tansiyon artıyor.
2000’lere ve yeni "çağ"lara girerken, bu akılsız, bu maslahatsız, bu gereksiz ve nevzuhur tezahür, yumuşak karnımız haline geldi, ufkumuzu kararttı.
7'den 70'e bu memleket bizim, hepimizin. Asker, sivil, politikacı, bürokrat... ülkenin geldiği noktayı yeniden değerlendirmek, gerginleşen sosyal tansiyonu düşürmek, "Devlet" ve "Cumhuriyet"imizin temeline konulan dinamiti kaldırmak zorundayız.
Hiç yoktan var ettiğimiz bu zaafların, ülkemizi içten çürüten "çete-mafya" olaylarının, taban-tavan güvensizliklerinin, etnik-bölgevi kalkışmaların bahanesi olduğunu unutmayalım!...