(Pozitivizm’in ve materiyalist felsefenin sarsılmasından sonra insanlık madde ötesinin araştırılmasına yönelmiş. Bu araştırmaların ufkunda; kesişme ve buluşma çizgisinde İslam vardır)
Pozitivizm 19. yüzyılda doruğa çıkan bir inkâr fırtınası idi. Temeli gerilere giden bu inkârcılık akımı yüzyıllar içerisinde "madde"yi öne çıkaran materyalist felsefe odaklı bir kolaycılık mesleği oldu. Voltaire, Auguste Comte, Saint Simon, Le Play, Marx, Darwin ve başkaları determinizm ve müspet ilim adı altında, hep aynı istikamete kürek çektiler.
Batıda Pozitivizm merkezli fikrî akımlarla gelişen inkârcılık, üzerinde "Batı" patenti var diye, ülkemizde çoğu elitler eliyle bürokrasiye, oradan politikaya ve aydın geçinen okur-yazar takımına kolayca bulaştı. Hikâye, roman, şiir bir süre artık bu modaya göre şekillendi. 19.yy ile 20.yy'ın ilk yarısı bu koyu inkârcılıkla geçti.
20.yy'ın ikinci yarısından itibaren ise bilimsellik adı altındaki bu inkârcılığın insanları ve toplumları tatmin edemez hale geldiği ve özellikle batıda dine yönelişin arttığını görüyoruz: John Naisbitt ve Patricia Aburdene'nin "Megatrends 2000"i, tutmayan bu kehânetle adeta alay eder ve 3. binde dinin yükselen bir değer olarak bütün tazeliği ile ortaya çıkacağını savunur. Kitap ilk defa 1989 yılında ABD'de, 1990 yılında ise ülkemizde yayınlandığı zaman, okuması kıt ülkemizde alışılanın dışında yankı yaptı. Türk basınında ilk kez "Diyanet Aktüel Dergi"de özetlenen Megatrends 2000'in 1990 yılındaki ilk baskısından sonra yeni baskıları yapıldı mı -bu dönem içerisinde çoğunlukla yurt dışında bulunduğumdan- tespit edebilmiş değilim ama kitapta öngörülenler, doğrusu bir-bir çıkıyor.
Marksizm'in Rusya'da iflasından sonra Marksist kaynaklı kollektivist idareler de birbiri arkasına çöktü. Sosyalizmin 19.yy Pozitivizmi ile taktığı bilimsel maske düştü. Kitleler "madde"nin ve tabiat ilimlerinin tabulaştırılmasına inanmaz oldular.
Çin'de, ABD'de, Batı toplumunda ve -şimdilik farkedilmese de- Rusya'da yeni yetişenler, babalarının aksine artık madde ve fizik ötesine araştırmacı bir gözle ve daha sıcak bakıyorlar. Bu durum, on yıl öncelerden itibaren batılı yazar ve düşünürler tarafından dile getirilmeye başlandı. Nitekim Le Monde Gazetesinin 7 Ocak 1988 tarihli sayısında İslam ülkeleri uzmanı Rene Servoise şu tespiti yaptı;
"İslamiyet insanlığın tek ümidi haline gelmiştir. Maoculuğun mezara kadar gömüldüğü; Marksizmin Rusya'da dahi tartışılır olduğu, Hristiyanlığın artık Batı insanını doyuramaz hale geldiği bir çağda, İslam geniş boyutlu bir toparlanışla ayağa kalkıyor. İslamın bu şahlanışı artık durdurulamaz."
Böyle diyor... Sevinerek mi, yerinerek mi? Ümit edelim ki ilmi verilerin getirdiği sonuca dayanarak olsun.
Aynı yıllarda 31 Ekim 1987 tarihli nüshasında Le Figaro Dergisi Jean d'Ormesson'nun bir yazısını yayınladı. Fransız yazar aynen şöyle diyor:
"Gücünü kendi dinamiğinden alan İslâm, çağlar ötesinden hareketle dünyaya hakim olmaya başlamıştır. İslâm yepyeni bir kuvvet olarak karşımızdadır."
Batılı değerlendirmeler bunlardan ibaret kalmıyor şüphesiz. Fevkalâde önemli bir dokümanda; "Dünya Ekonomik Sistem ve Stratejileri Konusunda Yıllık Rapor 1987/88" adlı değerlendirmede şu tespit yapılıyor;
"İslâm, dünyamızı tekrar fethe geliyor. Sosyalizm ve Komünizmin bunalıma düşmesi, yeni ideolojilerin iflâs etmesi; İslâmiyetin güçlü bir yükselişle ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.'' Nötre Histoire Dergisi Profesör Andre Miguel imzası ile yayınlanan önsözünde fevkalâde dikkat çekici bir tespit yapıyor ve "İslâm olmadan 21. yüzyıl olmayacaktır" diyor.
Bunlar, Batı'lı yazar ve düşünürlerinin tespit, teşhis ve bir bakıma da uyarılarıdır. Doğrudur. 19. yüzyıl "inkâr asrı" idi. 20. yüzyıl "Arayış asrı" olmuştur. 21. Yüzyılın "İslâm asrı" olacağını söylemek gönlümüzü okşar ama, şüphesiz bu da bize bağlıdır. Bizim İslâm'ı temsil ve takdimimize.
Görüldüğü gibi yukarıdaki değerlendirmelerde hep "İslâm" deniliyor; soyut ve teorik İslâm'dan söz ediliyor, Müslümanlardan söz edilmiyor. "İslâm dinamizmi" deniyor da "Müslümanların dinamizmi" denilmiyor. Yani gündemde olan bir inanç, fikir ve fikriyat olarak İslâm... İslâm ülkelerinin zenginliği; müslüman bilim adamlarının keşfi ve buluşu gibi şeyler gündemde yok.
Batı arıyor. Aradığı şey ise 19. yüzyıl Pozitivizminin tabu ve haşa ilâh haline getirdiği materyalist temelli "izm"lerin birbir yıkılışından sonra diri kalan İSLÂM... Arayan batı, aranan İslâm, arada ise biz varız. Bir utanç duvarı gibi, durduğumuz yerden yani İslâmiyet ile O'nu arayan ve O'na koşanlar arasından çekilebilsek, arayan ile aranan buluşacak... Muhammed İkbal taa o zamanlardan bunu "Müslümanların İslâmiyete en büyük hizmetleri, O'nu temsil iddiasından vazgeçmeleri olacaktır" demiştir.
"Batı" İslâm'dan değil, müslümanım diye ortada görünen bizden korkuyor, ürküyor, çekiniyor… Her türlü "iyi"ye ve iyiliğe bir "niyet" olan; "İnsan"ı Allah'ın yeryüzündeki vekili olarak gören ve onu ululaştıran; "kötü" ve kötülüğü yapmayı değil, zihninden geçirmeyi bile hoş görmeyen; arzın iman, kâinatın araştırılması ile birlikte insan ruhunun ve bilinçaltının da keşfini isteyen; bütün hükümlerini "insan" ve onun mutluluğu üzerine odaklayan İslâmiyet'i siyasallaştırmak; kendi görüntümüzle onu lekelemek, vebal olarak bize yetmektedir ve yetecektir. İçerisinde bulunduğumuz zilletin sebebi budur.
Müslümanlar, İkbal'in deyişiyle yükselen değer “İslam”ın önünden çekilmelidirler.