Adalet, toplumu ayakta tutan içtimâi müesseselerin başında gelir. Bir ülkede adalet gücünü yitirirse, kişiler arasındaki içtimâî bağ kopar. Adalete olan tutkusunu yitiren toplumun kuracağı devlet, sürekli olamaz. "Mülkün Temeli Adalettir" sözünün ifade ettiği mânâ budur.
Adalet, kişiye davranışının karşılığını; hak sahibine hakkını vermek demektir. Toplum için kişiyi; kişi için toplumu feda etmemek, adaletin amacıdır.
Adalet, nazarî bir tutku değildir sadece... Hayatın içinde varlığını duyuran bir gerçekliktir. Yargıda adalet; yönetimde adalet; eğitimde, sosyal münasebetlerde adalet, kamu sofrasının paylaşımında adalet, kişi ve toplumun istikbale ait teminatıdır. Bu teminattan mahrum toplumda içtimaî barış sağlanamaz. Çünkü, kişinin topluma ve devlet kurumlarına güveni "Suçsuz olanlar da korkuyorsa, orada adalet yok demektir". Çağdaş bir yazarın "Adaletin bulunmadığı ülkede herkes suçludur" sözü müşahhas sonuçları olan bir gerçektir. Acıma, adalet değildir. Öfkeli adaletin ise intikamcı olmasından korkulur. Adalet intikama da kronik merhamete de karşıdır. Adalet sadece bir devlet görevi değildir. Devletin görevi, gücünü adaletin yaygınlaşması yolunda kullanmaktır. Fakat adaletin asıl teminatı, kişilerin fedakâr gönülleridir.
Adaletsiz toplum yaşayamaz. Her davranışında adaletten ayrılmayan kişilerden oluşan toplum, tarihin derinliklerinde kalsa da hayatını sürdürür. "Sokrat’ı ölüme mahkum eden 501 Atinalı hâkimden hiç biri bugüne kadar yaşayabilmiş depdir ama, Sokrat hâlâ bir düşünür olarak gönüllerde yaşamaktadır".
Sözlerin en güzelini yine Kur'an-ı Kerim’de buluyoruz: "Ne zenginin servetinden faydalanma ümidi, ne de fakirin düşkünlüğüne acıma duygusu, sizi adaletten uzaklaştırmasın. Böyle özel hallerin değerlendirilmesi Allah'a aittir. O halde hislerinize kapılıp adaletten yüz çevirmeyiniz. İnkârcılara olan aşırı düşmanlığınız da sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Dostlarınıza da, düşmanlarınıza da adalet gösteriniz. Adalet bütün haramlardan çekinmeye eşit bir fazilettir". (Nisa Suresi: 135) Bu ayetten anlıyoruz ki, adalet insanın her türlü münasebetlerde uyması gereken ulvî prensiplerdir. Temelde kendisi gibi düşünmeyen kimselere her türlü düşmanlığı yapmayı düşünenler var. Hatta aynı inancı, aynı idealleri paylaştığı halde siyasi veya teferruata ait diğer konularda ayrı düşünen kardeşlerine her çeşit olumsuz tavrı takınanlar, onlara karşı kötü söz söyleyenler, kötü düşünce taşıyanlar görülmektedir. Bunlar İslâmiyet'in insanlık adâbına ve adalet prensiplerine uymayan davranışlardır. Çoklukla İslâmiyet'in derin insanlık kültürünü bilmemekten doğmaktadır. Tarih ders almak içindir. Geçmişe baktığımız zaman, adaletten kopan toplumların kısa sürede iç çekişmeler sonucu varlığını yitirdiğini görüyoruz.
Haklı bulunduğumuz zaman kendimize adaletli davranılmasını istiyorsak haksızlığa düştüğümüzde de bize uygulanan adaletten şikâyetçi olmamalıyız. Bir hukukçumuzun dediği gibi "İnsanları insanlar cezalandırıyor kanaatini değil, insanları kanunlar cezalandırıyor intibaını verebilmek, toplumda adaletin yaşayabileceğinin isbatıdır."Adalet uygulamasında imtiyaz yoktur. Kendinden başlayarak, en yakınına bile adaleti tam uygulayabilen kimse olgunluğa ulaşmış kimsedir.
Hırsızlıkla suçlanan FATIMA-İ MAHZUMİYE adındaki kadının cezalandırılması için aracılık yapanlara Peygamberimizin şu cevabı ne kadar anlamlıdır: "Ey halk! Geçmiş milletlerin ne yüzden sapkınlığa uğradıklarını; yolarını nasıl şaşırdıklarını biliyor musunuz? Onların asilzadeleri, kuvvetlileri çalarsa onları bırakırlar, zayıfları çalarsa cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki bu hırsızlık gibi aşağılık bir işi Fatıma-i Mahzumiye değil, kızım FATIMA yapmış olsaydı, muhakkak onu da cezalandırırdım". (Ahmet İbn Hambel: Müsned: 6/162) İşte bugüne de, yarına da ışık tutacak ölçü!. Banka batıranların; yandaşlarına ihale kotaranların; devlet malını tırtıklayanların ve onları koruyan devletlilerin kulakları çınlasın değil mi? Adaletin bazan uygulanıp, bazan uygulanmaması, toplumda hiç olmadığı kanaatine dönüşür. "Sürekli olmayan adalet yok demektir." "Eğer ortaçağ, derebeylerini yargılayabilseydi ortaçağ olmazdı" sözü bugün de geçerlidir. Bizim çağımız da kendi derebeylerini yargılayabilirse, kanun önünde eşitliği sağlayabilir devlet ve millet sofrasını yağmalayanlara haddini bildirebilirse, bizim çağımız olmaktan çıkar, ileri çağlara ulaşmamız bu sayede sağlanır. Toplumda hiç kimse imtiyaz, farklı muamele isteğinde bulunmamalıdır. Adaletin önünde zenginlik, soyluluk farkı olamaz. Soylu kişi adalete saygı duyan kişidir.
Adalet sadece yargı görevi de değildir. Kişilerin her çeşit davranışlarında adil davranma çabalarını sürdürmeleri, o cemiyetin ayakta kalmasının en büyük teminatıdır. Bugün her sosyal kurum gibi adalet de müesseseleşmiştir. Devletler, adaletin uygulanması görevini yüklenirler. Devletin başarısı kişilerin devlete ve kanunlara saygıları ile orantılıdır. Sosyal insan olabilmek kolay değildir; fakat gereklidir. Başkalarının hakkını gözetebilmek, kişi olgunluğunun ulaşabileceği en son yüceliktir. Bu bir toplumun güçlülüğü bakımından adaletin en geniş bölümü sayılan sosyal adaletin sağlanıp sağlanmadığı ile ölçülmektedir. Herkes hakkı ile yetinmeli, başkalarının mülkiyet ve hürriyet alanına taşmamalıdır. Fakirlik de, zenginlik de sürekli değildir. Nice fakirlerin zengin olduğu, nice zenginlerin servetlerini yitirdikleri sosyal bir vakadır. Helâl yollardan kazanmak ve bunu toplum için hayırlı yollarda harcamak, sosyal adaleti, sosyal barışı, millî dayanışmayı sağlayacaktır.
Devletin ve toplumun ayakta kalabilmesi, adalet müessesesinin iyi işlemesine ve adalet tutkusunun gönüllerde yaşatılmasına da bağlıdır. Büyük devlet olma iddiası tamam... Avrupa Topluluğuna girmeye evet ama "Batı"nın da vazgeçilmezi olan değerleri, hayatımıza hakim kılmak zorundayız... Önce onu sağlayalım.