Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
MEHMET AKİF’İ ANDIK - 28 Aralık 1999

O’nu anlatmaya bir günlük an­malar yetmez... O'nun adına haftalar, aylar, yıllar düzenlenmelidir.

İstiklâl marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy; bu millete inanmış bir gönül, bir ruh... Dün onu andık... İstanbul'daki kab­ri başında, Ankara'da İstiklâlimizin marşını yazdığı Taceddin Dergâhı'nda, Erzurum'da, Kayseri'de ve yurdun baş­ka yerlerinde…

Kur'an-ı Kerim’i tefsir edecek kadar din ilimlerine aşina; "ümmetçi" damga­sını yiyecek kadar İslâm dayanışmasına taraftar; "ırkçı" tanınacak ölçüde bu milletin mayasına inanmış; sonunda is­tiklâlimizin marşını da yazmış bir âbide kişi ve kişilik anılmalı idi ama böyle mi anılmalıydı demek hakkımız olmalı... Hatta bunu önce kendimize sormak…

Ayyıldız dünkü sayısında (27 Aralık), Akif’le dolu idi... Tebrik ediyorum.

Milletimizin her büyük değeri ve soylu fikir gibi Akif’e de bağlılığını bildiğim Sayın Namık Kemal ZEYBEK başyazısı­nı Akif e tahsis etmiş; aynı amaçla yani Akif’i anlatmak maksadıyla Erzurum'da bulunduğunu ifade ediyordu.

Sayın Zeybek'in Akif’i en iyi o bilir de­diği Mehmet AYDIN, köşesinde "Akif"i anlatıyordu. Kültür/sanat sayfası -tam sayfa halinde- "Akif"e ayrılmış… Bu kö­şede Sayın Aydil EROL nefis bir buluşla ve hayal-kurgu tarzında Mehmet Akif’le mülakat yapmış... Bu mülakat okunma­lı… Akif’in bu millete aşk derecesindeki bağlılığı; Kur'anı yorumu; İslâm anlayı­şı; "Batı"ya bakışı ve inkisarları, hayal kırıklıkları yeniden hatırlanmalı diye düşünüyorum.

YOKLUĞA BIRAKMIŞTIK

Biz öyle vefalı (!) bir nesiliz ki, bir ara İstiklâl Marşımızın şairi Mehmet Akif’i unutulmaya terketmiştik. Dahası, İstik­lâlimizin marşını değiştirme yoklamala­rı bile yapmaya başlamıştık. Sadece ba­ğımsızlığımızın değil, imanımızın, ümi­dimizin, moral değerlerimizin terennümü olan İstiklâl Marşımızı "Ulusal düttürü" olarak anmaya başlayanlar çıkmıştı.

Bütün bunlara, onun çok sevdiği "Millet" izin vermedi.

Dr. Mehmet Doğan'ın, Ankara'daki Taceddin Dergâhı’nın onarılması ve zi­yarete açılması hususundaki gayretleri­ni unutmak mümkün değil... Yazarlar Birliği Başkanı olarak, harabe halindeki dergâhta yaptığı anma ve basın toplan­tıları… İstiklâl Marşı'mızın, manevi ha­vasında yazıldığı Taceddin Dergâhı bu­gün "Mehmet Akif Müzesi"... İşte o himmetler sayesinde...

Hacettepe Üniversitesi eski Rektörü Yüksel BOZER'in şefkatli yaklaşımı, Prof. Dr. Ekrem SEZİK'in usanmayan gayreti ve Türkiye Diyanet Vakfı'nın maddî desteği ile dergâh ve çevresi fizik yapı olarak da tahkim edildi...

Sayın Rıdvan ÇONGUR'un muhayyile­sinde olgunlaşıp, kâğıt üzerine dökülen bir projesi vardı: İstiklâl Marşımız, dev bir anıt üzerine altın harflerle yazıla­caktı... Orhun Abideleri gibi... 12 yıl önce­lerden hatırladığımız bu güzel niyet, di­ğer birçok iyi işimizde olduğu gibi, bir yerlerde unutulup-kalmış olmalı... Değerli dost Çongur'a buradan sesleniyorum: Bu güzel, sıcak vefa projesi nerde kaldı? Bu millet onun gibi daha niceleri­ni yapmaya muktedir… Bu niyeti, teşebbüsü, lütfen yeniden canlandıralım...

ONU ANLAMAK

O Akif ki, Çanakkale'de savaşan Mehmetçiği, biraz da dinî bir cür'et ve millî bir gayretle "Bedir"de cihad eden Sahabî ile kıyaslamış... Onun ya­ralarına, akşam batışında tüllenen güneşi sargı yapıp sarmış. Bu toprak­lara "Bir kubbesine Mevlâna'nın titre­diği vatan" olarak bakmış...

Şehid Mehmetçiğe öyle bir "kabir" tasviri yapmış ki, tavanı bulutlar; avi­zesi yıldızlar; başındaki taşı ise "Kâbe-i Muazzama"dır. Bu muazzam kabre koyacağı mübarek şehide, Hz. Peygamber'in kucağını açıp bekle­mekte olduğunu müjdelemiş.

"Şark" ve "Garb" medeniyetlerini öylesine ihata etmiş ki, "Garbçı" geçi­nenlerin ne Garb'ı, ne Şark'ı, "Şarkçı" geçinenlerin ise ne Şark'ı, ne Garb'ı bilmediklerini görmüş, kederlenmiş...

İstiklâl mücadelesinin yetersiz "si­lâh" ve yalın "iman"la kazanıldığını bilir ve kutlar. Ancak, insanlığın müş­terek malı olduğunu kabul ettiği mo­dern teknik ve medeniyete de sahip çıkar...

Akif, Bedir Ashabı ile kıyaslama cür'etini gösterdiği Mehmetçiğin Çanakkale, Sakarya ve Kocatepe zaferlerini görmüş; ancak, muhayyilesinde canlandırdığı ve "Asımın Nesli" dediği yeni Müslüman-Türk nesillerinin kuracağı ileri medeniyeti göremeden bu dünyadan göçmüştür. Bu sebeple, onun bu dünyadan mükedder ve me'yus gittiği söylenebilir.

Onun öfkesi, İslâm milletlerinin zil­let ve meskeneti üzerine olmuştur, "Asrın İdrakine söyletmeliyiz" dediği ulu Müslümanlığın sözde inanırları, bu öfkenin, isyanın muhataplarıdır.

Mehmet Akif’in inkisarı, toprağın altında bugün de devam ediyor olmalıdır.

Onu anlamaya bir günlük anmalar yetmez. O'nun adına "hafta"lar değil, "ay"lar düzenlenmesi, bu inkisarı hafifletir mi? Doğrusu o da bilinmez...