Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
OLUMLU OLMAK OLUMLU DÜŞÜNMEK - 30 Aralık 1999

İnsanda kötülük değil, iyilik esastır. Eşyada aslolan "ibaha"; insanlar arası münasebetlerde ise "beraet-ı zimmet"tir. İyilik, kötülüğe daima galiptir.

Müsbet olmak, müsbet düşünmek... En önemli noksanımız galiba bu... Hadi gazetelere alıştık ama, şu özel televizyon kanallarında biteviye pompalanan olumsuzluklar, hepimi­zi karamsar/ve kötümser yaptı... Deprem sonrası olayları böyle izle­dik... Politikacıların birbirlerini kara­lamaları, adliye kavgaları, meclis kararları ekranlardan hep olumsuz yaklaşımlarla yansıtıldı. Olumsuz düşünmek, olumsuz davranmakla nereye varabiliriz ki? Politikacı ola­rak; "devlet" ve idare adamı olarak; yazar-çizer olarak; sade vatandaş olarak...

İyi düşünce ve iyi niyete İslâmiyet "sevap" biçmiş… "Kötü niyet"e ise -icra edilmedikçe- herhangi bir gü­nah konulmamış… Bundan mıdır ne­dir, çevremize karşı hep şüpheci, pe­şin fikirli, olumsuz tavırlıyız... Cemi­yette hazımsızlık, güvensizlik, şüp­hecilik, dar görüşlülük, peşin fikirli­lik hakimse bu, terbiye sistemindeki bozukluğun sonucudur.

Etrafımıza "ibret nazarı"yla bir bakalım: "Politika" rüzgârları hep niçin sert eser? "İktidar"da iken "muhalefet"in sertliğinden şikâyet eden biz, muhalefete geçince, bize "muhalif" olanlara rahmet okutan sertliklere niçin ve nasıl geçeriz? Dün "iktidar" olduğumuz için karşı çıktığımız olumsuzlukları, "muhale­fet"e düşünce kendimize nasıl yakış­tırırız? "Sendikacı" olmak, işçiyi ve­ya işvereni temsil etmekse, temsil et­tiklerimizi bile rencide eden "tavır"ları nasıl "meslek" ediniriz? İşçi­nin istediği, geçinebilmek... Onun geçimine medar olmayacak ideolojik sapmalarla, bir masum kitleyi nasıl lekeler, zan altına sokarız?.

İdare ve "devlet" adamı olmak, "devlet"çe bir "baba"lığı temsil et­mektir, öyleyse, "devlet" adına ko­nuşan bizim yaptığımız nedir: "Baba"nın, evlâtlarından bir kısmını memnun etmek için diğerlerine ale­nen tavır alıp yüklenmesi gibi, "dev­let"i temsil edenlerin -hatalı da olsa­lar- vatandaşlardan bir kesim üzeri­ne açık tavır alıp yüklenmeleri, han­gi idarî stratejide yazar? Ya "devlet"e de sığınamaz olunca, "kul" za­yıflığı galip gelir de, sığınacak başka melce'ler, başka "devlet"ler ararlarsa, bunun günahı kimin olur? Eline her kalem alan "yazar" olur mu? Ecdat "-Bir oku, bin düşün; bin oku, bir yaz" demiş... Bir memlekette eline her kalem alan, aklına her geleni ya­zarsa, o memlekette hangi kıymet hükmü; hangi saygı sevgi; hangi bütünlük kalır? Bütün bunlar, düşmanlarımızı güldüren, dostlarımızı ise üzen azizliklerimiz!.

Bir "Arap" atasözü hatırlarım: "-Bir fikri veya müesseseyi yıkmak isterseniz, o fikir ve müesseseye sa­hip çıkar görünerek, onun karşısın­da gayrı memnun gruplar oluşturu­nuz" der... Bir dehşet karşı strateji... Bugün "provokasyon" denilen şey...

Ama bu yapılanları "düşman" değil de, kendimiz yapıyorsak, buna ne denir… İş bilmemek mi, yoksa başka şey mi? İnsanda "kötülük" değil, "iyi­lik" esastır. İyilik, kötülüğe daima galiptir. Eşyada aslolan "ibaha"; insanlararası münasebetlerde asıl olan "beraet-i zimmet"tir. Politikacı-bürokrat, erbâb-ı kalem, hepimiz bu "müsbet" oluşuma muhtacız...

Bu, aynı zamanda "insan"a saygıdır... Farklı düşünme, farklı yorum, farklı yaklaşım fikrî zenginliktir. Bu­nu Peygamberimiz Efendimiz, "rah­met" olarak nitelemiş; "-ümmetimin ihtilâfı rahmettir" buyurmuştur.

Farklı düşüneni olumsuz tepki ile uzaklaştırmak yerine, fikrine saygı göstererek yaklaştırabilseydik, hem müştereklerimiz artar, hem düşünce ufuklarımız daha geniş ve daha zen­gin olurdu…

"İlm-i siyaset", nerede-nasıl davranılacağını bilmek; davranışlarda "yapıcı" olmaktır. Eski terbiye ve ta'lim sisteminde çocuğa, branşına göre bütün ilimler okutulduktan son­ra bir de "ilm-i siyaset" öğretilirmiş…

Bu son ilim, insan idaresinde; in­sanlarla münasebetlerde nasıl davranılacağının metodunu gösterir­miş... Şimdilerde buna "beşerî münâsebetler" deniyor. İnsan psikolojisi, toplum psikolojisi, idare stratejisi, hepsi bunun içinde…

"İlm-i siyaset" denilen şey, "beşerî münasebetler" adıyla bugün hangi kürsülerde okutuluyor bilmiyorum ama, cemiyet içerisinde "davranış bozuklukları"nın hakim bulunduğu bir gerçek. Siyasî sertliklerin, mesle­kî asabiyetlerin, yazar-çizer efelen­melerinin, günlük hayatta her za­man karşılaştığımız hazımsızlıkları temelinde yatan realite budur.

Fikir (ve düşünce)de farklılık, fikir ve düşünce hürriyetinin de bir gereğidir. Hürriyetleri savunuyoruz ama, karşı fikre tahammülsüzlük, en çok ta hürriyetleri savunan kesimden çı­kıyor.

Olumlu (ve müsbet) olabilmek, çevremizin de olumlu olmasına sıcak bir davetiyedir.

Yeni bine girerken, en çok muhtaç olduğumuz şey galiba bu!..