Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
İSLAMA “DAR” VE “YAN” BAKANLAR - 17 Eylül 1999

Bir kesim ibadetini yapıyor; namazını kılıyor, orucunu tutuyor. Hatta zahmetlere girip, hacca bile gidiyor ama iş ve mes­lek hayatında, alışverişinde, çevre ile münasebetinde -diğer insanlara nisbetle- bir farklılık yok... Müslü­manlık bazı ibadetleri ifadan ibaret sanılıyor; "bunları yaptım, işim bitti" deniliyorsa, bu İslam’a "dar" açıdan bakmaktır ve yanlıştır. Diğer kesim namaz-oruç, din-diyanet denilince hoş­lanmıyor;  kaçıyor... Yakın durursa rahat­sız / huzursuz olaca­ğını düşünüyor... Bu da İslâmiyet'i tanı­mamak, bilmemek, adeta ona "yan" bakmaktır... Bu iki bakışın, iki farklı değerlendirmenin ikisi de İslâmiyet’e karşı haksızlık, ikisi de yanlıştır. Zira İslâmiyet, ikisin­den de münezzehtir.

İBADETLER DÜNYAYA YÖNELİK

Önce birinci yanlıştan başlaya­lım: İslâmiyet'in amacı ahlâkî dü­rüstlük ve olgunluktur. Ataların "İnsan-ı kâmil" dedikleri bir kemal/olgunluk…

Aile hayatında hem disiplinli, hem şefkatli… Çocuklarına örnek ve model…

İş hayatında kılı kırk yaran… İş­veren kişi ise çalıştırdıklarının hu­kukunu kendi hukuku gibi gören, bilen, savunan... Onları işyerinde de, işyeri dışında da görüp-göze­ten... Hani Peygamberâne tabir ve tutumla onlara yediğinden yedi­ren; giydiğinden giydiren; ücretle­rini henüz terleri kurumadan ve­ren... Çalışan kişi ise, ekmek tek­nesini namusu bilen... Aldığı ücreti hak eden, helâl ettiren…

Sosyal hayatta güleryüzlü, diğerkâm… Çevresine güven veren... Ya­pıcı, olumlu... Kendisi ve çevresi ile barışık… Arabozan, lâf taşıyan, kalp kıran değil; arabulan, gönül alan ve barıştıran...

Alışverişinde kul hakkını gözeten... Satıcı ise alıcının; alıcı ise sa­tıcının hukukunu kendi hukuku bilen... Ferdî hayatında olgunlaşmayı/kemâli hedef alan... Yine Peygamberi tabirle "iki günü bir­birine eşit" olmayan… İçini de, dı­şını da, çevresini de temiz tutan…

Yeryüzünü imar etmeyi; yeraltı, yerüstü kaynaklarını bulup-işletmeyi; arzın enerji ve saklı noktala­rını keşfetmeyi "kulluk görevi" bi­len (Fîzılâli'l-Kur’an: Zariyat suresi 56. ayetin tefsiri)... Kendisini Al­lah'ın yeryüzündeki halifesi olarak gören (Bakara suresi: 30. ayet)... Yani kendisine inanana da, inan­mayana da rızık, ömür, nimet, ser­vet veren yaratıcıyı örnek alarak; çevresine iyilikler serpen ve dağı­tan... Ufku geniş, gönlü geniş, eli geniş, feraseti ile evreni kuşatan ve kucaklayan adam…

Bütün bunlar ve bu istikamette­ki diğerleri, Allah'ın bizden istedi­ği kâmil insan/kâmil mü'min yani "gerçek kul" olmanın şartları ve hedefleridir..

KORKMAK VE KAÇMAK NEDEN?

Şimdi ikinci yanlışa gelelim: Ni­yeti, gerekçesi, hedefi bu olan müslümanlıktan kaçmak, ürkmek, korkmak niye?

"Müslüman olarak gördüklerimiz bu görüntüyü vermiyor ki!" diyorsanız, bu yaklaşım da yanlış... Türk aydın/ve okumuşu­nun en büyük yanlışı bu! Siz oku­muşluğunuzla, çağın elinizdeki imkânlarıyla, yetişme tarzınızın sağladığı görgü ve birikimle, "İslâ­miyet" gibi millî kültürümüzü oluşturan köklü kaynaktan; gür menbadan uzakta dururken, o kaynağın yanlış kullanılışından nasıl şikâyet edersiniz?

Türk aydını, kendi kökleriyle -özellikle de- adını aldığı milletin "din"i ve dinî değerleriyle barış­mak zorundadır... Bu gerçek "ay­dın" olmanın da gereğidir... Yoksa kendine Aydın/münevver diyenin, toplumu "iyiye yöneltme" ve yön­lendirmesi nasıl mümkün olur?

SONUÇ

İslâm'ı yaşadığını sananlar da, kendilerini ondan dışlayanlar da, önce bu anlayış ve tutumlarını yargılamalıdırlar...