Dünya yeni bir döneme giriyor. Bu yeni dönemin önemi, sadece yeni bir bin yılın başlıyor olmasından ibaret değil... Bu dönemde kalkınma model ve teknikleri değişecek... Geleneksel müesseseler yerine, yenileri ortaya çıkacak. Sosyal dokunun tahkimi için yeni tedbirler gerekecek... Bütün bunların özeti şu ki, aklı başında ülkeler, bu çetin dönemin hazırlıklarını daha şimdiden yapıyorlar. "Bilgi teknolojileri"ni yakından izliyorlar… Sosyal dokularını güçlendirecek tedbirleri daha şimdiden alıyorlar. Bu amaçla yeni sosyal siyaset projeleri üretiyorlar… Şekli, düşüncesi, inancı, kökeni ne olursa olsun "insan"ı inkâr eden geleneklerden "insan" odaklı bir sosyal yapıyı, gerçekçi uygulamalarla akıllıca inşâ ediyorlar. Anlayacağınız, ister "2000’li yıllar" deyin, ister "Bilgi çağı" ya da "Bilgi toplumu", eloğlu aldı başını gidiyor...
BİZ Mİ?
Biz yine kendi derdimizdeyiz... Batı "Sanayi çağı"na hazırlanırken biz "iç meselelerimiz"i tartışıyorduk. "Yerlilik-Batıcılık"; "İslâmcılık-Türkçülük"; İstibdat-Meşrutiyet gel-gitleri ve Yeniçeri gulguleleri ufkumuzu sislendirirken, elin adamı buharı harekete dönüştürmüş; enerjiyi işe tatbik etmiş; karadan havadan ve denizden üstümüze çoktan çullanmıştı...
Şimdi de aynı şeylerle meşgulüz... İslamcı denilen bazıları, "İslâm"ı; modernci ve çağdaş geçinen bazıları ise ufuksuz bir lâfazanlığı kırbaç yapmışlar; birbirlerinin üzerinde şaklatıp-duruyorlar. Gemi yine kaçıyor...
NASIL BU HALE GELDİK?
"Kişi"yi ve toplumu servet biriktirmek ya da devleti semirtmek adına feda eden Kapitalizm ve Sosyalizm gibi iki ifrat-tefritin vahşiliğini yaşamayan; insanı Eşref-i mahlûkat sayan; cami, kilise ve havrayı yan-yana koruyan; müslumanların halifesi ile bir sade Yahudi teb'ayı yan-yana oturtup yargılayan bir geleneğin varisleri, nasıl bu kadar birbirine tahammül edemez hale geldi?
Doğrusu anlamak zor...
ÖNCE "İNSAN"
Bizim -artık giderek- tarihe malolmuş sıkıntılarımızın kaynağı, birbirimizi sevmememiz, daha doğrucası -herbirimiz dışarıdan birilerini model alır ve baştacı ederken-kendimize, kendi insanımıza, kendi kıymet hükümlerimize değer vermememizdir. Öyle ise, önce buradan başlayalım…
İster "İslamcı" olsun, ister Laikçi ister Batı müziği ile kıpırdansın, ister ilâhî ve kaside ile duygulansın; başını ister açsın, ister örtsün; yeterki, biri diğerine yumruk sıkmasın; yeter ki, kimse kendi kanaatını alem, simge, bayrak, ya da diğeri üzerinde kırbaç yapmasın...
Değer hükmümüz "İslâm" ise, İslâm'ın ana referanslarında böyle bir sığlık yok... Ana kaynak Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamber, sadece "tebliğ" ile görevlendiriliyor (Bu da en aklî ve güzel olanı ile: Nahl Suresi, 125); bundan ötesine ise karışmaması isteniyor (Bakara: 256; Ra'd: 40; Yunus: 99; Hacc: 40)... Öyle ise "İslâm" adına, Kur’an adına, Allah adına kimse kendisini, kalemini kılıç-yapıp, -manası kendinden menkul-mücahitliğe falan soyunmasın...
İslâm'da Cihadın şekli, metodu Kur’an ve Sünnet-i seniyyede belirtilmiştir. "Cihad"ın önde geleni ve büyüğü ise, Nefis denilen dünyevî ihtirasın gemlenmesidir. Nefsini semirtip, bir tay gibi üzerine binerek, tahtadan kılıçlarla etrafa saldırmak cihad-mihad değildir. Bu olsa-olsa, vahye dayalı kalıcı dinin, nefsî, dünyevî, siyasî, ticarî çıkarlara ve bir dernek, şirket gibi feshedilebilen, infisah edebilen, kapatılabilen, tekrar kurulabilen gelip-geçici fırkalara, partilere; fırkalaşmalara, partileşmelere âlet ve araç yapılmasıdır ki, İslâmî tebliğde takbih edilmiştir.
Değer hükmümüz "Batı", Batılılık ve Çağdaşlık ise, orada daha da dikkatle durmamız lazımdır. Zira, "Batı" insanı, toplumu ve kafası, bu tür kısır döngüleri çoktan aşmıştır. Çok kültürlülük Batılılar için artık bir zenginliktir. Kendi içlerinde böyledir. Kiliseler varken, bir de cami bulunması; Devlet üniversiteleri yanında Hristiyan, hatta İslâm üniversitelerinin de varolması, "Batı" ülkelerinde artık bir Multi kültürel zenginlik olarak değerlendirilmektedir. Bizim gibi ortak aklı dümura uğramış bölge ve ülkelerde uyguladıkları ise, kendi içlerinde yaşadıkları tabiî politikaları değil, cephe, menfaat ve savaş politikalarıdır.
Değer hükmümüz yerlilik, milletçilik ve milliyetçilik ise, bizim geleneksel millet ufkumuz, bütün kültürleri, bütün dinleri ve sadece arzı değil, topyekûn kâinatı içine alacak kadar vasi, geniş ve uludur.
ÖYLE İSE
Öyle ise yeni bir döneme girerken, kendi-kendimizi; yargılarımızı-tutkularımızı; iç politikalarımızı; sosyal dokumuzu; ortak aklımızı, hatta Devlet aklımızı oturup, yeni baştan yargılamamız, programlamamız gerekmektedir.
Devlet şahs-ı manevisini yıpratmamak, ilk ortak karar olmalıdır... Ve onun organlarını... Yasamayı, yürütmeyi, yargıyı... Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Biligde koyduğu esas, bugün de bütün dünyada geçerli olan esastır: Devletin dostunu dost, düşmanını düşman bilmek… Zira Devlet tüzel kişiliği, millî namusumuzun ve iffetimizin vazgeçilmez şemsiyesidir. Onun yokluğunun kahredici sonuçlarını en çok Türk toplulukları yaşamıştır.
Devlet, temel müesseseleri ile bir bütündür. Bu temel, müesseseleri; Okul, Kışla, Cami klasiği ile ifade edilen bu vazgeçilmezleri içeriden ve dışarıdan yıpratmamak…
İkinci ortak karar ise, insanın baş tacı edilmesi… İnançları, tutkuları, hayat tercihleri ile... Kimse kimsenin tercihlerine karışmayacak ama kendi tercihlerini de ötekisi üzerine dayatmayacak... Yargıtay Başkanının yeni Adlî yılı açış konuşmasındaki doğrulardan biri olan öteki benim eşitim sözünü gösteriş olarak değil, gönülden söyleyebilecek, gönülle ve gönüllü yaşayabilecek…
Üçüncü toplu kararımız, bir ortak ideal… Üstümüzdeki kara bulutlardan sıyrılmak... 3'üncü bin yıla hazırlıklı girmeye özen göstermek... Bilgi teknolojilerini Türkiye'ye taşımayı bir Devlet politikası olarak öne çıkarmak. Dünyanın en genç nüfusu "Türk Gençliği"nin önünü, cağın bilgilerine tekniklerine açmak...
Gerisi kendiliğinden gelecektir. Hele bir ortak karar ve kararlılıkla geleceğe yönelelim... Göreceksiniz Türk dünyası bizi izleyecek; "Batı", bir kıymet-i harbiyemiz olduğunu işte asıl o zaman anlayacaktır.
O zaman bölgemizin, coğrafyamızın, tarihimizin ve arzımızın saygın toplumu, ülkesi, devleti, gücü olacağız.
Ancak o zaman!..