Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
KILIÇDAROĞLU´NA BİR MÜTEVAZİ DESTEK - 10.10.2010

Soner Yalçın’a teşekkürlerimle.. 

   CHP’yi dönüştürmeye çalışan Kemal Kılıçdaroğlu’nun işi zor..Bu “Zor”luğu, önceki iki yazımda belirttim: Tıpkı Deniz Bey gibi, “Kemal, bırak bu işleri!.” demeye getirdim..Anlatmak istedim ki, o beğefendi, naif kişilikle statüko patentli  bir akışı tersine çevirmek kolay değil..

   ”Alışmış kudurmuştan beter” denir ya, işte o hesap..İnsanlık tarihinin belki de en zor işi, ezberleri bozmak..

  Peygamberler bunun için geldi..Aksiyon ve fikir adamları onun için taşlandılar; sürgünler yaşadılar..Diktatoryal dar-ağaçları bunun için kuruldu..Şahların-Sultanların; Hanların-Hakanların kanlı savaş serüvenlerinin arkasında hep o “-Biz babalarımızın yolundandönmeyiz” inadı yatar..

   Kılıçdaroğlu, bürokrat günlerinden buyana izlediğim bir kişi..SSK’yı iflas noktasına getirme ve başında bulunduğu kuruma akraba, yandaş, eş-dost tayinleri yapma eylemi dışında herhangi bir cürmüne de rastlamadım..Aksine mülayim tabiatı, iddiasız kişiliği ile saygın bir görüntü de veriyor..

   Kemal beyin zorluğu, bugün CHP’ye egemen aristokrat elitlerden ibaret değil..Statükoculuk  bir zihniyet..Ve tarihi CHP ile de sınırlı değil..Osmanlının çıkış ve “Yükselme” dönemleri ile düşüş ve “Gerileme” dönemlerini bir kıyaslayın..Kazanılan da, kaybedilen de hep o “Hür Düşünce” idi..

  Serbest, hür düşünce varsa adınız “AKP” de olsa yürürsünüz..Serbest, hür düşünce yoksa adınız “CHP” de olsa yerinizde sayarsınız..Hazırı meydanda!.

   CHP’de korktuğumuz başımıza mı geliyor?

   Abant toplantısında konuşulanları okumuş olmalısınız.. Partinin ağır topları Kılıçdaroğlu’na yükleniyorlar..Beyin takımından Enis Tütüncü “İdeolojik çizgisini kaybeden partide bir eksen kayması yaşandığı”nı haykırıyor..Kılıçdaroğlu’nun “Başörtüsü” söylemini yanlış bulduğunu söyleyen İzmir Milletvekili Canan Arıtman; “-Eğer bu politikalar sürecekse, benim CHP’de ne işim var?” diyebağırıyor..Demek oncağızların siyaset ve Devlet anlayışı, statüko zaptiyeliği..Onlara göre CHP de onun için var..

   Tekrar ediyorum: Kılıçdaroğlu’nun işi kolay değil..Zira bu milletin bin yıllık İslami değerlerine sırtını dönen bir zihniyeti dönüştürmek deveye hendek atlatmaktan bile zor..Enis’leri, Canan’ları, Deniz’leri, Önder’leri...yani onlara egemen zihniyet ve ruh halini –kişilikleriyle bir derdimiz yok- öyle bir “Genel Başkanlık” döneminde falan dönüştürmek kolay mı?.Yani o kaç ömürlük statükoyu tarihi ile, tarihi değerleriyle; halkı ve kıymet hükümleriyle yüzleştirmek; barıştırmak..

   Kolay iş değil..

   Ben Kılıçdaroğlu’na, tarihi kıymet hükümlerine sırtını dönmüş çevre zihniyete yeni bir bakış açısı kazandırması hususunda mütevazı bir destek sunmak istiyorum: Şaşırmayın ama “ Soner Yalçın”dan (Hürriyet Gazetesi: 10 Ekim 2010 Pazar, Soner YALÇIN-Not Defteri)..

   Yani tam da CHP’nin Abant toplantısının bittiği gün..Konusu da, Abant toplantısındaki “Eksen Kayması” ve “CHP’yi terk” tartışmalarına cevap..

   SONER YALÇIN NELER DİYOR ÖYLE?!. 

   UYGARLIK, eski “Yunan” yani Grek mucizesi mi?

   Avrupa merkezli anlayışa göre, bilimin temeli eski Yunan’da atıldı ve 16’ncı yüzyıldan sonra Avrupa’da doruğa çıktı.


   Hayır, bu Batı’nın “Doğu”yu dikkate almayan -bilim dışı- hurafesidir.

   Sümer, Babil, Asur, Mısır, Hint, Çin, Türk, Arap vb. kültürlerin uygarlığa hiçbir katkısı olmadı mı?

   Olur mu öyle şey; biliyoruz ki, uygarlık binlerce yıllık bir süreç sonucu bin bir kaynaktan beslenerek gerçekleşir. Batı uygarlığının temelinde nasıl eski Yunan varsa Doğu da vardır.
Örneğin Bağdat, Endülüs, Sicilya, Şam, Semerkand, Horasan, Kahire, Herat gibi İslam’ın bilim merkezleri inkâr edilebilir mi? Bilimsel ve teknolojik birçok buluş, keşif buradan Batı’ya gitmemiş midir?

   El Kindi (801?-866?), Razi (865-925), Farabi (870-950), İbn-i Sina (980-1037), Ömer Hayyam (1048-1131), İbn-i Rüşd (1126-1198), Nasreddin Tusi (1201-1274) ve yüzlerce Müslüman düşün adamı/filozof nasıl görmemezlikten gelinebilir?

   Batılılar, Eflatun’u bile Müslümanlardan öğrenmediler mi? Eski Yunan bilimini yeniden düşünen ve ona özgün katkılar yapan Müslüman âlimler yok sayılabilir mi?

   Rönesans ortalarına kadar Avrupa’da yazılmış bütün aritmetik kitaplarının kaynağı Harezmi’nin (780-850) “Hesab-ı Hindi”si değil mi?

   Ondalık kesirler sistemini Gıyaseddin Cemşid’den (1380-1437) öğrenmediler mi?
   Trigonometriyi bütün esaslarıyla Ebu’l Vefa Buzcani (940-998) yeniden kurmadı mı? 
    Matematikte devrim yaratan “sıfır”ı 976’da Muhammed bin Ahmed keşfetmedi mi?

   Örnekler bu sayfalara sığmaz.  

   Batı, simyadan bilimsel kimyaya geçilmesini Müslümanlara borçludur. Evrim düşüncesini, modern optiğin ilk tohumlarını İbn-i Heysem’in (957-1029) attığı gerçeğinin üstünü örtemezler.

   Biz hâlâ tartışmasını yapıyoruz; “alkool” sözcüğü bile Doğu’dan Batı dillerine geçti. Sadece bir tek sözcük değil dillerine geçen; kimya, cebir, ziraat, botanik, narenç, zafran, suda, kutun, nilüfer, şerap ve yüzlercesi...

   Potasyum, aminoasit, sodyum, nitrat ve cıvanın üretimini kim buldu?
Çeliğe ilk su veren Müslümanlar değil miydi?

   Katarakt, çiçek ve kızamık hastalığını ilk kez Müslüman âlimlerden okudular; cerrahi müdahalelerde uyuşturucu kullanmayı, yüksek ateşi soğuk su banyosuyla düşürmeyi, damardan kan akıtma gibi tedavi yöntemlerini Müslüman tıp adamlarından öğrendiler.

   Bugün sıklıkla dile getirilen, “insan bedeninin doğal iyileştirici yeteneğini” ilk keşfedenler de Müslüman tıp adamları değil miydi? İçi delik iğneyi 1256’da Al Mahusen’in bulduğu gerçeği reddedilebilir mi?

   Şam’da 1298’de ölen İbn-i Al Nafis, Portekizli Servet’e atfedilen kan dolaşımı sistemini ondan 300 yıl önce keşfetti.

   Modern sosyolojinin kuruluş yolunu İbn-i Haldun açmamış mıdır?

   Kâğıt daha Avrupa’ya girmeden Semerkand’da kâğıt fabrikası vardı.

   Yazıyorlar, matbaayı Gutenberg bulmuş! Matbaayı Çinliler buldu, Türkler aracılığıyla Araplara geçtikten sonra Avrupa’ya gitti. Gutenberg sadece harfleri ayrı ayrı oymayı başardı! Güya pusulayı da G. d’Amalfi icat etmişti. Pusula da aynen matbaanın izlediği seyirle Batı’ya ulaştı.

   Taberi’siz (839-922), Mesudi’siz (ö 956), İbn-i Miskeyf’siz (ö 1030) tarih yazılırsa ancak bu kadar yazılabiliyor demek ki!

   Bizans, dönemin en büyük kütüphanesi İskenderiye Kütüphanesi’ni yakarken, İslam coğrafyasının her yanında kütüphaneler açıldı.

   Dante’nin “İlahi Komedya”sı üzerinde Muhiddin Arabi’nin etkisi yadsınabilir mi? “Binbir Gece Masalları”nın Batılı yazarlar üzerindeki etkisinden bahsetmeye gerek var mı?

   Çok övündükleri klasik müziğin sol anahtarı ve beş hatlı notayı bile ilk Müslümanlar kullandı.

   Doğru dürüst su kanalları bile yapamıyorlardı; tarım tekniklerini El Avam’ın “Kitab-ül-hulase”den okuduklarını bilmiyor muyuz?

Kristof Kolomb’un 1498’de Haiti’den yazdığı mektuba göre, Amerika’nın keşfi İbn-i Rüşd’ün kaydettiği bilgiler sayesinde gerçekleşti.

   Uluğ Bey’in hazırladığı dünya haritasının kâşif kaptanlara rehberlik ettiğini bilmeyen mi var?

   Uzatmaya gerek yok..Soru şudur:

   8-12. yüzyıl arasında altın çağını yaşayan İslam aydınlığını kimler, neden, nasıl söndürdü?
Televizyonlarda “özgürlük sorunu” olarak ele alınan türban tartışmalarını izlerken kafamda hep bu soru vardı.

   Teşekkürler Soner Yalçın’a..