“Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi” mahlasıyla yazan bir dostumuz vardı: Dilaver Cebeci..Evliya Çelebi uslubunda ironik yazılarıyla “Hal-i pürmelalimiz”i hikaye eder (tabir kendilerinin), bizi hem düşündürür; hem kaygılandırır; hem de acı-acı güldürürdü..Yeni nesillerimizin bilinçli yetiştirilmesi konusunda üniversite hocalığındaki çabalarını da öğrencilerinden dinleyip dururduk..
Ne yazık ki O’nu genç denilebilecek bir yaşta kaybettik..
Dilaver’in seyehatları “Hayali” idi..Ülkenin/ve dünyanın herhangi bir yerinde cereyan eden özümüze/değerlerimize ters bir sancılı olayı alır, çelebi evliyamızın uslubuyla ona bir güzel dayak atardı..
Şimdi karşımızda bir çağdaş seyyahımız var: İrfan Ünver Nasrettinoğlu..Türk dünyasını ve nerede bir Türk topluluğu varsa oraları bir Evliya Çelebi ısrarıyla dolaşıyor..Seyahatları Dilaver’inki gibi hayali değil, gerçek..Anlattıkları ironi değil, ciddi..Uslubu mu?.Ne Osmanlıca özentili, ne de Frenkçe ve uydurukça..Türk Dil Kurumu’nun muhafaza etmeye çalıştığı ve halkımızın anasından öğrenerek konuştuğu doğal, arı-duru, tertemiz Türkçe..
O katıksız Türkçesi ve su gibi akıp-giden uslubuyla tam 81 eser yazmış..Eserlerin içeriği yanında o akıcı Türkçe uslubun farkına varan –Türkiye dışındaki- Türk ülkelerinin basın ve dil kuruluşları kendisini kurumlarına “Üye” yapmışlar; yayınlarının başına “Editör”..Soydaş üniversiteler ise O’na aynı gerekçe ile “Fahri Doktora”lar vermişler..
Öyleyse, en son söyleyeceğimizi daha baştan söyleyelim: Acaba “Türk Dil Kurumu”muz, O’nun farkına varıp, kendisini bir ödülle onurlandırdı mı?.Bu çekingen sualim, kurum başkanımız değerli Prof.Dr.Şükrü Haluk AKALIN’a bir müeddep arizadır..
SEYAHATLARINA GELİNCE
Azerbaycan’a 16 seyahat gerçekleştirmiş ve bu seyahatları kitaplaştırmış..1982’deki ilk gidişinden, 2009’daki son dönüşüne kadar 27 yılda kendisini Azerbaycanlı olarak hissetmeye başlamış..
Orada Elçibey ile de, Haydar Ağa ile de diyaloğlar oluşturmuş; Halça Bayramlarına, Halça Kongrelerine katılmış; Anar’la, Abbas Abdulla(h)’la, Ali Samedov’la, Ayaz Vefalı ve Şahmar Ekberzade ile dostluklar kurmuş..
Azerbaycan Gazeteciler Birliği’ne “Üye” ve “Editör” seçilmiş; Aşıklar Birliği’ne “Üye” yazılmış; Azerbaycan Devlet Üniversitesi’nden ve Bakü Asya Üniversitesi’nden “Fahri Doktora” lar almış; Bakü Televizyonu’nda hakkında yayınlar yapılmış..
“Azerbaycan’a bir yıl gitmezsem hasta olurum” diyor..
Makedonya’ya 30 yılda tam 50 defa gitmiş..İlk gidişi 1977, yani Sovyet sınırlarındaki utanç duvarlarının henüz ayakta olduğu yıllar..Bu kadar gidiş-gelişten sonra kendisini Makedon hissedip-etmediğini henüz soramadım ama halef-selef Makedonya Cumhurbaşkanları ile yan-yana ve kol-kola resimleri var..Makedonya seyahatlarını da kitaplaştırmış..240 sayfalık bir lüks baskı ile..
“Arnavutluk ve Kosova” adlı seyahatnamesi 160 sayfa..Kosova’ya ilk gidişi 1977 yılında.. Arnavutluk seyahatı ise 1979’a rastlıyor.. Omuzunda fotoğraf makinasıyla Tiran meydanında poz verdiğinde –şimdikinden daha genç- bir delikanlı görünümünde..
“Moldova” ve “Gagavuzya” da hacimli bir kitap: 252 sayfa..Gagauzların kökeninden-alfabe ve dil özelliklerine kadar Gagauzları yani kurban olduğum “Gök Oğuzlar”ı inceliyor..Bu Gök Oğuzlar, Sovyetler Birliği dağıldığında “Bağımsızlık” larını ilan etmişler de, Türkiye o bağımsızlığı tanımamış..Nasıl yakışmış mı diye sormaz mısınız?.
Gök Oğuzlar şimdi Moldova içerisinde bir “Özerk Bölge”, Moldova ise “Bağımsız” ve “Dost” bir Cumhuriyet..
“Romanya” seyahatları “Romanya Yazıları” adıyla kitaplaştırılmış..Romanya deyince ben de duygusallaşırım..Zira Kayın Validem Fevziye Ana “Dobruca”lı..Dobruca Bulgaristan’a bağlı iken orada doğmuş, orada büyümüş..Dobruca ise sonradan Romanya’ya geçmiş..
İrfan Ünver Bey “Dobruca’dan-Eskişehir’e taşınan halk kültürü ve Tepreş” yazısıyla bizim de duygularımızı depreştirdi..”Romanya’da Türk kültürünün izleri” ve “Romanya’nın güzelliklerini yaşamak” derken adeta bizi oralara taşıyor..
“Polonya”, İrfan Bey’in elimdeki son kitabı..”Bir Türk’ün Gözüyle Bugünkü Polonya” adıyla yayınlanmış..Kitap 264 sayfa..Nasrettinoğlu bu seyahatnamesinde “Karşılıklı bırakılmış emanetler”den söz ediyor: Galiçya’da yatan 1000’den çok şehidimizden ve 1. Cihan Harbin’de Türkiye’ye sığındıklarında İstanbul “Polonezköy”e yerleştirilen Polonya kökenli vatandaşlarımızdan.. Karşılıklı bırakılmış emanetler deyişi bundan..
Polonya’da hala yaşayan bir atasözü varmış:
“Türk süvarilerinin atları Vistül’den su içmedikçe, Polonya istiklaline kavuşamaz”..
Hani Sultan Fatih Bizans surlarına dayanınca, içeride bir söz dolaşıyordu; “-Bizans’ta Kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederim” diye..
“Çağdaş Seyyah İrfan Ünver Nasrettinoğlu” seyahatları ve seyahatnameleri ile bize bunları hatırlatıyor o güzel ve akıcı uslubuyla..