Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
BİR RÜYADIR FETHİYE!. - 04.04.2011

Fethiye’ye ilk kez 2011 yılının 20 Mart günü gittim..Toroslar arasına sıkışmış bir küçük kasaba ile karşılaşacağımı düşünüyordum..

   Kamil Koç firmasına ait otobüsümüz sabahın alacakaranlığında Torosların yükseklerindeki yaylalar arasından Akdeniz’in enginliklerine doğru eğildiğinde, tabiatın su gibi içtiğim mahmur ve bakir güzellikleri, bu zannımı doğruluyordu..Yalçın dağlar, sarp vadiler... sislerin arkasında daha bir korkutucu olurken, buralara henüz insan eli değmemiş diyorum..

   Büyük şehrin sıkıcılığından, kendinizi sessiz-sakin mekanlara atmak istersiniz ya!.Ben de o hesap “Oh ne güzel!.” diye düşünüyorum..”İnsanlar iyi ki buraları henüz işgal etmemiş” duygusunun bir başka ifadesi bu!..

   Meğer gelişmişlik ve şehirleşme ile sadelik ve asudeliğin buluştuğu bir sentezle karşılaşacakmışım.. Kentin Burdur istikametinden girişinin beni önceki kanaatimde yanıltmayan görüntülerinden sonra birden yoğunlaşan şehirleşme beni ilk anda ürkütse de, sahil bandlarının bakımlı bir park güzelliğinde şehri sarması; denizin içeceğiniz su kadar berraklığı; yol kenarlarını yeşilin çeşitli renklerinde ağaçların ve özellikle palmiyelerin ziynet eşyası gibi süsleyen sadeliği beni o senteze ulaşmakta geciktirmedi..

   Demek, şehirlerde de bir “Huzur” iklimi yaşatılabilirmiş demekten kendimi alamadım..

   DENİZ-DAĞ,YEŞİL VE MAVİNİN KUCAKLAŞMASI

   Deniz ve dağın, yeşil ve mavinin buluşmasına; güzellik yarışına ve ortaya çıkardığı çıldırtıcı büyüye bir başka yerde rastlayamazsınız..Koyu yeşil çam ormanlarının süslenmiş; taranmış süzülüşüne aşağıdan soylu bir sükunetle bakan denizin ve yukarılardan o ilahi-doğal cilveleşmeyi denetleyen Akdeniz güneşinin bu toplu armonisini kul gücüyle resmetmek mümkün müdür?.

   Sayıları 10’u bulan “Sevgi bahçeleri”; İslam Peygamberinin doğum gününe adanmış “Gülistan”lar; her mahallede oluşturulan solukluk “seyir meydanları” o doğal 3’lü armoniyi zenginleştirirken, şehrin yeni yapılanması da doğrusu onları tamamlıyor..”Sentez” dediğim işte bu girift entegrasyon/ve uyum..

   Fethiye’yi rakipsiz kılan asıl hilkat harikalarına gelince:

   SEYİR BÜFESİ’NDEN-ÖLÜ DENİZE

   “Ölü Deniz”e gitmek üzere şehir merkezinden-dağlara doğru tırmandığınızda tepenin üstüne yakın bir yamaçta “Seyir Büfesi” ile karşılaşıyorsunuz..

   “Büfe” denildiğine bakmayın..Ulu çamların altına şark usulü mastapalar kurulmuş ve üzerleri yörük desenli minder ve yastıklarla donatılmış..Bu mütevazi görkem yanında “Büfe” anlamını yitiriyor..”Seyir” adı ve levhası ise, kelimenin otantik derinliğine eş bir akıllı buluş..

   Mastapalara kurulun ve geldiğiniz istikamete dönüp, o büyülü görüntüyü seyre dalın.. Koylar, burunlar ve adalar: Şövalye Adası, Kızıl Ada, Yassıada ve diğerleri..Yine bir güzeller ve güzellikler buluşması..Yine bir güzeller ve güzellikler yarışması..Dünyanın en alımlı “Yat”ları simetrik ve düzenli sıralanışlarıyla bu görülesi yarışmaya katkı sağlıyor..

   Elinde fotoğraf makinasıyla hangisini-nasıl resimleştireceğini şaşıran Nuri Yüce hocaya soruyorum; bu detaylardan hangisi daha güzel diye..Yüzüme hayretle bakıyor “Bu el değmemiş/kudretten resim, bu dokunulmaz bütünlüğü ile güzel!.”dercesine..Siteminde haklı idi..Bu bütünden hangisini ayırabilir; bu ayrıntıdan hangisini feda edebilirdiniz?.

   Yol reisimiz sevgili Alaaddin Bali, arabalara binmemiz için bizi uyarıyor ve gönlümüzü arkada bırakarak yolumuza devam ediyoruz..Meğer daha neler görecekmişiz!. Önümüzde bizi  nelerin beklediğini bilsek, gözümüz ve gönlümüz bu kadar arkada kalır mıydı?..

   Bir süre daha tırmandıktan ve Torosların batıya doğru tavanında yol aldıktan sonra deniz sath-ı mailinde inmeye başlıyoruz..Tırmandığımız tavandan daha yüksek tepeler ve karşımızda –hayır, altımızda- uçsuz-bucaksız deniz..Bizi çağıran ve yılankavi uzanıp-giden inci-gerdanlık bir kumsal ve sahil..

   ..ve bize nispet edercesine üzerimizde dolaşan yamaç paraşütleri-paraşütçüleri.. Biz onlara hayranlıkla bakıyoruz ama acaba onlar bize hangi gözle bakıyorlar?!.

   Sahile indiğimizde dikkatimizi ilk çeken, denizin berraklığı oluyor.. Kendilerini dikizleyen bizlere aldırmadan dolaşan rengarenk balık grupları.. Hazırlıklı olanlar, fotoğraflarını çekmek için koşuşuyorlar..

   ”Ölü deniz” ne demek?.İçinde balıkların cilveleştiği; ağaçların yapraklarının güneşle oynaştığı ve yakamozlaştığı cap-canlı, temiz denize o adı kim takmışsa, haksızlık etmiş..Bu diri denize “Ak” diyebilir; “Berrak” diyebilir; “Hayat-bahş” bile diyebilirsiniz de, nasıl “Ölü Deniz” dersiniz?.

   Nuri hocanın işlevleri aynı ama mekanizmaları farklı iki fotoğraf makinası işlemeye devam ediyor ve sahile paralel yolları iki sıra çevreleyen ağaçların yaprakları arasına gizlenmiş renk-renk çiçeklerden yeni tablolar çıkarıyor..Oluşacak albümü görmeyi ve size de göstermeyi ne kadar isterdim?!