M.Necati SEPETÇlOĞLU "Kilit” romanına, “Sarı Hoca” nâm erenin, Çağrı Beğ oğlu Alpaslan'ı nasıl terbiye ettiğini anlatarak başlar. Horasan erenleri zincirinin ilk halkalarından olan Sarı Hoca, küçük Alpaslan'ı, akranları at diye kargıya binerken teslim alır.
"Beni düşünürsen Sarı Hocam, salıver gitsin… Dışarda akranlarım bekler" diyen çocuk Alpaslan'a "-Dur bakalım! Sen kendini Işık-göl'lü Deli Karı'nın oğlu mu sanırsın?!” diye çıkışır. O'na önce kim olduğunu, sonra kim olacağını anlatır. Harezm'in arkadan vurmasıyla Oğuz Boyu geri çekilip münkariz olurken, O'na ağlamamayı öğretir... "-Yürü Alpaslanım!.. Gene geleceğiz!.. Hem de bin misli!" der...
Her bozgunda, her gerilemede Alpaslan'ın yüreciğine bir şeyler koyan "-Sen Alpaslanım!.. Umudum, yiğidim!.. Bu bizim sonumuz değil, başlangıcımızdır... Dertlenme!.. Budanmamız lâzımdı, budandık... Bakarsın yarın sabah güneş Selçuklu için doğar…"
Sarı Hoca'nın yaptığı, sadece çocuk Alpaslan'a lalalık, mürebbîlik değildir. Bir yarenini Harezm Şahı'na, diğerini Abbasi Halifesi'ne gönderir. Hep birbiriyle uğraşan bu devlet ve güçleri barıştırır, bütünleştirir... Yönlerini "Diyar-ı Rum "a, Bizans üzerine çevirir. Dahası, erenlerini Diyar-ı Rum içlerine, hattâ Bizans başşehrine salar... Kuş uçsa öğrenecek bir haber ağı kurar. Romen Diyojen Ordusu'nun İstanbul'dan kalkıp Malazgirt'e kadar gelmesini adım adım takip eder, Bizans'ın bozulmasında, Peçenekler'in Alpaslan tarafına geçmesinde, Selçuklu'nun manen tahkiminde, kilidin açılarak Anadolu'nun Selçuklu'ya yurt olmasında rol sahibidir...
Anadolu'yu Türkleştiren, Müslümanlaştıran Mevlâna'lar, Yunuslar, Hacı Bayram Velî'ler, Yesevi erenler zincirinin muakkipleri, halkalarıdır, Bahaüddin Veled oğlu Mevlânâ Celâleddin Konya'ya, Hacı Bayram Velî Ankara'ya otağ kurmuş; Anadolu'nun her yanına saldıkları erenleri ile, İsraili ve Yunani fikirlerden Melâmiliğe kadar her türlü zıt cereyanın at oynattığı bu toprakları Türkleştirmişler, Müslümanlaştırmışlar, aynı inanç etrafında birbirlerine zamklamışlardır.
Tarık BUĞRA, "Osmancık" romanında Osmanlı'nın kuruluşunu anlatır. Alpaslan'ı evirip-çevirip yetiştiren Sarı Hoca'nın rolü, bu defa aynısıyla Şeyh EDEBÂLÎ'dedir.
Şeyh Edebâlî, hep hedefsizliğe at süren delikanlı Osman'ı keşfeder. Baba Ertuğrul'un yerine büyük oğul Gündüz vâristir. Fakat o, beğliğe, savaşa değil, okumaya, düşünmeye taliptir. Edebâlî, keşfettiği Osman'a el koyar... O'na babasının kılıcını gösterir. Babasının yerine hazırlar. Din ilmini, oba idaresini, savaş taktiklerini öğretir. Kayı Boyu'nun içerisine nice Dursun Fakı'lar, Kumral Abdal'lar salar. Demirci, kalaycı kılığındaki bu Edebâlî dervişleri Kayı Boyu'nu kendi içinde, diğer boyları da Kayı Boyu ile bütünleştirirler.
Beğ Ertuğrul'dur. Osman'dır ama, perde arkasındaki taktisyen Edebâli’dir. Akın izni O'ndan alınır. Barış stratejisini o tesbit eder. O kadar böyledir ki, Osman Beğ İnegöl Tekfurluğu üzerine ilk akınım düzenleme hazırlığını bitirdikten sonra, Edebâlî'den sefer izni alamadığı için tam 2 yıl beklemek zorunda kalmıştır. İşte Tarık BUĞRA'nın deyişiyle "Cihan devletini kuran irade, şuur ve karakter" böyle bilenmiş, törpülenmiş, terbiye edilmiştir. Osmanlı devlet ebed-müddetinin temelleri de bu irade, şuur ve karakter üzerine oturtulmuştur.
Edebâlî ve dervişleri Yesevi erenler geleneğinin devamıdır.
Aynı geleneği Akşemseddin sürdürür. Sultan Murad, üç yaşına basan Şehzade Mehmet için Hacı Bayram Velî'den bir mürebbî ister. Hacı Bayram, yeni elverdiği Akşemseddin'i küçük Mehmed'i terbiyeye tavzif eder. Ak-Şeyh, üç yaşında teslim aldığı Mehmed'i Sarı Hoca'nın Alpaslan'ı yetiştirdiği titizlikle terbiye eder. O'na hep İstanbul'u gösterir. O'nun küçük ruhunu İstanbul sevdasıyla doldurur, öyle ki, Şehzade Mehmed'in gözü sultan olduktan sonra bile artık İstanbul'dan başka bir şey görmemektedir.
Muhasara taktik ve gayreti de O'ndandır. Delikanlı sultan, muhasaranın uzamasından bunaldıkça O'na "Fetih Hadîsi"ni hatırlatır.... Genç padişah bir ara muhasaradan vazgeçmeyi bile düşünür. Fakat hocasını hep karşısında bulur. "-Dayanın, fetih müyesser olacaktır..." müjdesi ile askeri ve kumandanları teşci eder... 20 yaşındaki genç sultan, "Fatih" unvanını, Ak-Hoca'nın tazarrû için kapandığı secde anında alır...
Anadolu'yu Türkleştiren de, Müslümanlaştıran da, her biri öncekinin devamı olan bu gelenektir.
Değerli tarihçi-yazar Cemal KUTAY "Kurtuluşun ve Cumhuriyet'in Manevî Mimarları" adlı 350 sayfalık dev eserinde, son İstiklal Savaşımız'ın kazanılmasında, cephe gerisinin organize edilip mukavemet teşkilâtları kurulmasında, halkın cepheyi tahkim, cepheye teşvik, cephede teşci edilmesinde bu manevî mimarların, sarıklı mücahîdlerin, din adamlarının rolünü anlatır...
Anadolu'nun kapısının milletimize açılmasından son İstiklal Savaşı'miza kadar, millet hayatımızın her safhasında bu manevî mimarların alın teri, gönül harcı, emeği, duası vardır.
Anadolu bu harç, bu emek, bu dua ile ebediyen Türk ve Müslüman olmuştur.