Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
ANADOLU’NUN MANEVİ MİMARLARI - 19 Ekim 1984

M.Necati SEPETÇlOĞLU "Kilit” romanına, “Sarı Hoca” nâm erenin, Çağrı Beğ oğlu Alpaslan'ı na­sıl terbiye ettiğini anlatarak başlar. Horasan erenleri zin­cirinin ilk halkalarından olan Sarı Hoca, küçük Alpas­lan'ı, akranları at diye kargı­ya binerken teslim alır.

"Beni düşünürsen Sarı Hocam, salıver gitsin… Dışarda akranlarım bekler" di­yen çocuk Alpaslan'a "-Dur bakalım! Sen kendini Işık-göl'lü Deli Karı'nın oğlu mu sanırsın?!” diye çıkışır. O'na önce kim olduğunu, sonra kim olacağını anlatır. Harezm'in arkadan vurmasıyla Oğuz Boyu geri çekilip mün­kariz olurken, O'na ağlamamayı öğretir... "-Yürü Alpaslanım!.. Gene geleceğiz!.. Hem de bin misli!" der...

Her bozgunda, her gerile­mede Alpaslan'ın yüreciğine bir şeyler koyan "-Sen Alpaslanım!.. Umudum, yiği­dim!.. Bu bizim sonumuz de­ğil, başlangıcımızdır... Dert­lenme!.. Budanmamız lâzım­dı, budandık... Bakarsın ya­rın sabah güneş Selçuklu için doğar…"

Sarı Hoca'nın yaptığı, sa­dece çocuk Alpaslan'a lala­lık, mürebbîlik değildir. Bir yarenini Harezm Şahı'na, di­ğerini Abbasi Halifesi'ne gönderir. Hep birbiriyle uğ­raşan bu devlet ve güçleri barıştırır, bütünleştirir... Yönlerini "Diyar-ı Rum "a, Bizans üzerine çevirir. Daha­sı, erenlerini Diyar-ı Rum iç­lerine, hattâ Bizans başşehri­ne salar... Kuş uçsa öğrene­cek bir haber ağı kurar. Ro­men Diyojen Ordusu'nun İs­tanbul'dan kalkıp Malaz­girt'e kadar gelmesini adım adım takip eder, Bizans'ın bozulmasında, Peçenekler'in Alpaslan tarafına geçmesin­de, Selçuklu'nun manen tah­kiminde, kilidin açılarak Anadolu'nun Selçuklu'ya yurt olmasında rol sahibi­dir...

Anadolu'yu Türkleştiren, Müslümanlaştıran Mevlâna'lar, Yunuslar, Hacı Bayram Velî'ler, Yesevi eren­ler zincirinin muakkipleri, halkalarıdır, Bahaüddin Veled oğlu Mevlânâ Celâleddin Konya'­ya, Hacı Bayram Velî Anka­ra'ya otağ kurmuş; Anado­lu'nun her yanına saldıkları erenleri ile, İsraili ve Yunani fikirlerden Melâmiliğe kadar her türlü zıt cereyanın at oy­nattığı bu toprakları Türkleştirmişler, Müslümanlaştırmışlar, aynı inanç etrafın­da birbirlerine zamklamışlardır.

Tarık BUĞRA, "Osman­cık" romanında Osmanlı'nın kuruluşunu anlatır. Alpas­lan'ı evirip-çevirip yetiştiren Sarı Hoca'nın rolü, bu defa aynısıyla Şeyh EDEBÂLÎ'dedir.

Şeyh Edebâlî, hep hedefsizliğe at süren delikanlı Os­man'ı keşfeder. Baba Ertuğrul'un yerine büyük oğul Gündüz vâristir. Fakat o, beğliğe, savaşa değil, oku­maya, düşünmeye taliptir. Edebâlî, keşfettiği Osman'a el koyar... O'na babasının kı­lıcını gösterir. Babasının ye­rine hazırlar. Din ilmini, oba idaresini, savaş taktiklerini öğretir. Kayı Boyu'nun içeri­sine nice Dursun Fakı'lar, Kumral Abdal'lar salar. De­mirci, kalaycı kılığındaki bu Edebâlî dervişleri Kayı Bo­yu'nu kendi içinde, diğer boyları da Kayı Boyu ile bü­tünleştirirler.

Beğ Ertuğrul'dur. Os­man'dır ama, perde arkasın­daki taktisyen Edebâli’dir. Akın izni O'ndan alınır. Ba­rış stratejisini o tesbit eder. O kadar böyledir ki, Osman Beğ İnegöl Tekfurluğu üzeri­ne ilk akınım düzenleme ha­zırlığını bitirdikten sonra, Edebâlî'den sefer izni alama­dığı için tam 2 yıl beklemek zorunda kalmıştır. İşte Tarık BUĞRA'nın deyişiyle "Ci­han devletini kuran irade, şuur ve karakter" böyle bi­lenmiş, törpülenmiş, terbiye edilmiştir. Osmanlı devlet ebed-müddetinin temelleri de bu irade, şuur ve karakter üzerine oturtulmuştur.

Edebâlî ve dervişleri Yese­vi erenler geleneğinin de­vamıdır.

Aynı geleneği Akşemseddin sürdürür. Sultan Murad, üç yaşına basan Şehzade Mehmet için Hacı Bayram Velî'den bir mürebbî ister. Hacı Bayram, yeni elverdiği Akşemseddin'i küçük Mehmed'i terbiyeye tavzif eder. Ak-Şeyh, üç yaşında teslim aldığı Mehmed'i Sarı Hoca'­nın Alpaslan'ı yetiştirdiği ti­tizlikle terbiye eder. O'na hep İstanbul'u gösterir. O'nun küçük ruhunu İstan­bul sevdasıyla doldurur, öy­le ki, Şehzade Mehmed'in gö­zü sultan olduktan sonra bile artık İstanbul'dan başka bir şey görmemektedir.

Muhasara taktik ve gayre­ti de O'ndandır. Delikanlı sultan, muhasaranın uzama­sından bunaldıkça O'na "Fe­tih Hadîsi"ni hatırlatır.... Genç padişah bir ara muha­saradan vazgeçmeyi bile düşünür. Fakat hocasını hep karşısında bulur. "-Dayanın, fetih müyesser olacaktır..." müjdesi ile askeri ve kuman­danları teşci eder... 20 yaşın­daki genç sultan, "Fatih" unvanını, Ak-Hoca'nın tazarrû için kapandığı secde anında alır...

Anadolu'yu Türkleştiren de, Müslümanlaştıran da, her biri öncekinin devamı olan bu gelenektir.

Değerli tarihçi-yazar Ce­mal KUTAY "Kurtuluşun ve Cumhuriyet'in Manevî Mimarları" adlı 350 sayfalık dev eserinde, son İstiklal Sa­vaşımız'ın kazanılmasında, cephe gerisinin organize edi­lip mukavemet teşkilâtları kurulmasında, halkın cephe­yi tahkim, cepheye teşvik, cephede teşci edilmesinde bu manevî mimarların, sarıklı mücahîdlerin, din adamları­nın rolünü anlatır...

Anadolu'nun kapısının milletimize açılmasından son İstiklal Savaşı'miza ka­dar, millet hayatımızın her safhasında bu manevî mimarların alın teri, gönül har­cı, emeği, duası vardır.

Anadolu bu harç, bu emek, bu dua ile ebediyen Türk ve Müslüman olmuştur.