Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
VARLIK, ISRAF, TUTUMLULUK - 30 Kasım 1984

“Ak akçe kara gün içindir” Mânâsı şu: Helâlinden kaza­nılıp bir kenarda saklanan para, bir gün gelir, sıkıntılı ve kara bir gü­nümüzde elimizden tutar, bizi ge­nişletir.

Bizim çocukluğumuzda büyük­lerin para keseleri olurdu. Kâğıt paralar yüklük, sandık veya ku­şaklarda itina ile saklanır, bozuk­luklar ise bu ağzı büzmeli keseler­de taşınırdı. Keseden çıkan 40 pa­ralar, 100 paralar (5), (10), (50) kuruşlarla neler alınmazdı ki? Eli­nizdeki 40 paranızla aldığınız Er­menek işi "Tak-tak helva"yı biti­rebilmek için, çocuk iştahınızla öğleye, akşama kadar uğraşmak zorunda kalırdınız. (5), (10), (50) kuruşlar mı? Onları ancak bozdu­rarak harcardınız. Şimdi 5 yaşın­daki çocuğunuza 10 lirayı, 20 lira­yı kabul ettiremezsiniz. Nereden nereye gelmişiz? Dün anamız 40 yaşına, 50 yaşı­na geldiğinde bile, gelin olurken alınan mantoyu giyerdi. Şimdi manto, çizme, çanta yıllık değil, mevsimlik alınır oldu.

Dün hiç olmazsa çocukların iç çamaşırları evde anne tarafından dikilirdi. Eskiyen, küçülen elbise atılmaz, bir başka şekilde değer­lendirilirdi. Yıllık bulgur, tarhana, turşu, makarna evde hazırlanırdı.

Dün şehirlerde bile her evin önünde soğan, patates sekileri olurdu. Yıllık ihtiyaçlar bu sekiler­den kaldırılır, bereket duaları ile anbarlara konurdu.

"Yamalı" giymek ayıp değildi. Gösterişli ve müsrifçe yaşamak ayıptı. Bu sebeple de, keseye, ku­şağa, sandığa giren para dualı, kıymetli, bereketli idi.

"Yerli malı" kullanmak diye bir alışkanlığımız vardı. Ya bugün?

Bugün gün kazanır, gün yer ol­duk. Hattâ henüz etimizde olma­yanı bile harcamaya alıştık. Tak­sitli alış-veriş var ya? İşte onunla.

Erkek tek elbise, tek kundura ile olmaz. Mevsime göre elbise, elbiseye göre kundura, gömlek, kravat giyecek. Kadınlar mı?.. On­lar "yazlık", "kışlık" hattâ 4 mevsimlikle yetinmezler. Her mevsimin değişik modelleri takip edilmelidir.

"Ev işi" “el işi” denilen şey unutuluyor: Herkes çarşıdan alı­yor, çarşıdan giyiniyor. Bunca hayat sıkıntısına rağmen dükkân­lar, mağazalar adeta arı kovanı.

Belki inanmayacaksınız, birçok köyde an'anevî meslek ve meşguliyetler ortadan kalkıyor. Kundura­cılık, terzilik, marangozluk vb. Birçok küçük ekim sahası boş bı­rakılıyor. Her evde bir veya birkaç inek, yeter sayıda tavuk beslenir­di. Bunlardan vazgeçilmiş. Eğirtmeçle ip eğirme, çulfalıkla çul, çaput dokuma, çul-hâki kumaş yap­ma gelenekleri unutulmuş.

Sadece çaya, şekere, sabuna para veren köylü bugün etine, yu­murtasına, peynirine, ununa, mercimeğine kadar her şeyi satın alıyor.

Hayatsıkıntısından, geçim darlı­ğından sözediyoruz. Varlık var ya, işte o tutumluluk, akıllılık işidir. İsrafla varlık birarada durmaz. Der­ya olsa yetiştiremezsiniz. Bu saçıp-savurma ile de, geçim darlı­ğından kurtulamazsınız.

İmkânlarımızla mütenasip yaşa­mıyoruz. Kazandığımızdan çok harcıyoruz. "Hâcet-i asliye" öl­çüsünü bir kenara atmış, lükse, modaya, gösterişe yakamızı kap­tırmış gidiyoruz.

Hayat seviyemiz artmış, doğ­ru... Rusya'dan, Bulgaristan'dan döviz karşılığı elektrik satın alıp köylere, dağ başlarına kadar dağıtmışız. Buzdolabı olmayan bir şehirli, kasabalı kalmamış... çamaşırını elde yıkayan kim kaldı? Radyoyu geçtik, televizyon atma­yan bir aile var mı? Çarktan, eğirtmeçten, çulfalıktan geçtik... Bir köşede unutulan dikiş makinasının kapağı kaç günde, kaç hafta­da, kaç ayda bir açılır?

Hayat seviyemizin yükselmesi güzel. Karasabandan traktöre geçmişsek, karasaban ve boyun­duruğu atalım. Bir döner tekerimiz varsa, geleneksel bineğimiz at ve eşekten inelim. Akarsularımızı enerjiye çevirmişsek, elektrik ay­dınlığına kâna-kana atılalım. Şeh­rimiz, kasabamız, köyümüz belli sınaî yatırımlarla donanmışsa, çulfalıkta, eğirtmeçte ısrar etmeye­lim. Kazancımız bizi, ailemizi ra­hat rahat geçindiriyorsa, kesemi­zin ağzını biraz açalım. Ama yine de ölçülü olmalı, ayağımızı yorga­nımıza göre uzatmalı değil miyiz?

Borçla doyan karın, borla örtü­len vücüt, borçla aydınlanan ev ra­hat, mes'ut değildir.

"Borç yiğidin kamçısı" ama ne zaman? "Damlaya damlaya göl olur" biz ona bakalım.

Otomobille gitmek, atta gitmek­ten, traktörle sürmek karasaban­dan iyidir ama, ona ulaşmışsak. El traktör aldı diye öküzünü satmak, el otomobile bindi diye attan inip yaya kalmak, el şehirden yiyor, diye ineği koyunu bırakıp aç kal­mak, hangi akıllının harcıdır?

Tutumluluk varlığa ne kadar dost ise, israf da o kadar düşman­dır. Varlık, onu koruyabilenin, sa­hip olabilenindir.

Kimse kimsenin sırtından ge­çinmemeli... Herkes kazandığını harcamalı, kazandığı kadar harcamalıdır.

Varlıklı olmak, hayat darlığın­dan kurtulmak, geçim sıkıntısına düşmemek, varlığa lâyık olmakla mümkündür.

Kıtlık yıllarından, savaş günle­rinden geçmiş bir milletiz. Dar­lık ve sıkıntıyı da, bolluk ve refahı da biliriz. Yolumuz, ışığımız yok­ken, elimize bu kadar para geç­mezken nasıl geçiniyorduk? Geç­mişin sıkıntıları ile bugünün şart­larını bir değerlendirsek, asıl ya­şama zamanının şimdi geldiğini anlayacağız.

Gerçekten anlayacağız...