Üniversite sıralarında iken yaşadığım bir olayı hatırlıyorum: Tıp Fakültesi'nde okuyan bir arkadaşım bir imkân bulmuş, yaz tatilinde F. Almanya'ya gidecekti. Yerli mi, yabancı mı şu anda hatırlayamadığım bir kuruluş imkân sağlamış. Çeşitli ülkelerde tıp tahsili yapan gençler F. Almanya'da biraraya gelecek, tanışacak, bilgi ve görgülerini artıracaklarmış... Hiç unutamadığım olay şu: Vatanperverliğinden şüphe etmediğim arkadaşım, Almanya seyahatiyle ilgili olarak bana şöyle yakındı: "Şimdi Ben Almanya'-ya gideceğim. Orada Fransız, İngiliz, Alman arkadaşlarım olacak. Onlar ülkelerinin zenginlikleriyle, ileri medeniyet seviyeleriyle övünecekler... Ya ben neyimizle, övüneceğim? Bu endişe, seyahatten duyduğum hazzı gölgeliyor..."
Arkadaşım, böyle diyordu. Demek, milletine sahip çıkamıyor, Türk olmaktan gurur duyamıyordu.
Bu bir kültür bunalımıdır. Tarihini bilmemek, kendine güvenememektir.
BAYRAK YARIŞI
Medeniyet bir bayrak yarışıdır. Bayrak bugün Batılı ülkelerin elindedir. Bu doğru... Dün bizim elimizde idi. İslâmiyet'ten önce ve sonra uzun yüzyıllar... Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, İlhanlılar, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Osmanlılar gibi uzun yüzyıllar boyunca medeniyet bayrağını bazan tek başımıza, bazan bize ayak uydurabilen -çok defti 1-birkaç ülke ile münavebe yaparak taşımışız... Çok uzun yüzyıllar ya dünyanın en büyük gücü veya en büyük güçlerinden biri olmuşuz. Arada bir de Emevi, Abbasi, Endülüs gibi yabancımız olmayan kardeş atılımlar var. Bu yüzyıllar içerisinde tarihin en büyük imparatorluklarını, dünyanın en güçlü ordularını kurmuşuz. Türk ordularının girdikleri Batı ülkelerinde Avrupalı, Osmanlı neferlerinin kullanılmış çizmelerini, eşyalarını almak için can-atmış... Türk malı, Türk gücü, Türk'ün gelenek-görenekleri kapışılır, imrenilir, taklit edilirmiş...
Maksadımız geçmişle, mezartaşı ile övünmek değil şüphesiz... Fakat biz bugünlerden geçip gelmişiz... Gel gör ki, yeni yetişenlerimize tarihimizi, millet olma tecrübemizi öğretmemiş, sevdirmemişiz... Bu sebeple çocuklarımız bir kimlik bunalımına, kültür arayışı içerisine düşmüşler. Sosyal bünyemizdeki çalkantıların yegane sebebi, bu güvensizlik, moralsizliktir. Moral ise başarının ne ilk, ne son yegâne şartıdır.
Bu yıl üniversitelerin açıldığı günlerde bir yüksek okulun önünden geçtim. Köyden-kentten gelmiş taşralı kız ve erkek çocukların, büyük şehir havasına henüz adapte olamamış, âdeta kendilerinin olmayan kılık-kıyafet ve davranışları dikkatimi çekti. O görüntü içerisinde çocuklar bir şeylere özeniyorlardı ama, hepsi sun'î, hepsi yapmacık idi... Çocuklara yaptığını bilerek yapan, kendine güvenen, kendine inanan bir şahsiyet kazandıramamışız... Bunu anladım...
KÜLTÜR DEĞİŞİMİ
19uncu yüzyılın sonlarından itibaren bir "Kültür değişimi" berzahına girdik. İçtimai yapımız, henüz bu geçiş döneminde... Kültürde gömlek değiştireceğiz... Fakat ne önceki yapıdan kurtulabildik, ne yeni yapıya geçebildik. Aynı tarihi paylaştığımız komşularımız ve bölgemiz de çoğunlukla aynı dununda. Yani, içtimai yapı açısından zayıf bir kuşak üzerindeyiz. "Milli kültür" kavramramını sınırları, muhtevası belli, sağlam bir temele oturtamadık. "Dinin bütünleştirici potansiyelinden, bir moral formasyon olarak faydalanma konusunda fikir birliğimiz yok. Tarih, bilgisini, tarih sevgisiyle irtibatlandıramadık. Hiçbir kademede de, değerlerin denetimi sözkonusu değil. Herkes başını almış gidiyor, ama nereye bilen yok... Batı hayranlığı, eskiden kopma hevesine ve kendini inkâr psikozuna dönüşmüş... Bu sosyal tereddütler karşısında gençliği millî değerlere bağlı tutacak entelektüel bir zemin sağlanamamış. Halbuki üzerinde bulunduğumuz hassas kuşakta, kıymet hükümlerimizi daha işlek, daha dinamik, daha muhkem tutmak zorundayız. Kendine güvenmeyen insan ne keşif ne icad peşine takılır... Kendine inancı olmayan kimsenin millî dinamizmi de bulunmaz.
MİLLİ HEYECAN İHTİYACI
En büyük noksanlığımız, kanaatımca bu milii heyecan noksanlığıdır. İç ve dış bunalımların temelinde, bu heyecansızlık, kendine inanmama, kendinden kaçma psikolojisi var.
Heyecanı, iddiası, kendini aşma ideali, kendini isbat inadı bulunmayan insan ne öğrencilikte, ne ilim çabasında, ne diplomaside, ne zanaat ve san'atında, ne işinde başarılı olabilir. Başarı ancak "şahsiye"ini kazanmış, kendinden emin nesillerle mümkün olabilir.
Bir futbol takımımız, son ay içerisinde Fransa'nın en güçlü denilen takımını eleme başarısını gösterdi. Bu başarıda, Macar antrenörün, takımı galibiyete hazırlama taktiği gözlerden kaçmadı. Bu strateji ve üslûp, doğrusu hepimize derstir. Macar hoca şöyle dedi: "Türk tarihini inceledim. Geçmişiniz şanlı balşarılarla dolu... Son olarak Çanakkale'de inanılması zor büyük bir zafer kazandınız. Sizden ikinci bir Çanakkale zaferi bekliyorum!" Bu heyecanla sahaya çıkan çocuklar herkesi şaşırttılar, sahadan galibiyetle ayrıldılar. İdare edenler ve edilenler olarak hepimizin bundan alacağımız dersler var, diye düşünüyorum.
O halde ne yapıp yapıp gençliğimizin moral-kimlik problemini, şahsiyet buhranını tedavi etmeliyiz. Devam edecek millî tereddütlerin, yeni problemleri, yeni buhranları davet etmesinden korkulur...