Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
GENÇLİKTEKİ BUNALIM - 25 Ekim 1985

Üniversite   sıralarında iken  yaşadığım bir olayı hatırlıyorum: Tıp Fakültesi'nde okuyan bir arkadaşım bir imkân bulmuş, yaz tatilinde F. Almanya'ya gidecekti. Yerli mi, yabancı mı şu anda    hatırlayamadığım bir kuruluş imkân sağla­mış. Çeşitli ülkelerde tıp tahsili yapan gençler F. Almanya'da biraraya gelecek,  tanışacak,  bil­gi ve görgülerini artıracaklarmış... Hiç unuta­madığım olay şu: Vatan­perverliğinden şüphe et­mediğim arkadaşım, Al­manya seyahatiyle ilgili olarak bana şöyle yakındı: "Şimdi  Ben Almanya'-ya    gideceğim.    Orada Fransız,  İngiliz,  Alman arkadaşlarım olacak. On­lar ülkelerinin zenginlik­leriyle, ileri medeniyet seviyeleriyle övünecekler... Ya ben neyimizle, övüneceğim? Bu endişe, seyahatten duyduğum hazzı gölgeliyor..."

Arkadaşım, böyle di­yordu. Demek, milletine sahip çıkamıyor, Türk ol­maktan gurur duyamıyordu.

Bu bir kültür bunalı­mıdır. Tarihini bilmemek, kendine güvenememektir.

BAYRAK YARIŞI

Medeniyet bir bayrak yarışıdır. Bayrak bugün Batılı ülkelerin elin­dedir. Bu doğru... Dün bizim elimizde idi. İslâ­miyet'ten önce ve sonra uzun yüzyıllar... Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, İlhanlılar, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklu­lar, Osmanlılar gibi uzun yüzyıllar boyunca medeni­yet bayrağını bazan tek başımıza, bazan bize ayak uydurabilen -çok defti 1-birkaç ülke ile münavebe yaparak taşımışız... Çok uzun yüzyıllar ya dünya­nın en büyük gücü veya en büyük güçlerinden biri olmuşuz. Arada bir de Emevi, Abbasi, Endülüs gibi yabancımız olma­yan kardeş atılımlar var. Bu yüzyıllar içerisinde ta­rihin en büyük imparator­luklarını, dünyanın en güçlü ordularını kurmu­şuz. Türk ordularının gir­dikleri Batı ülkelerinde Avrupalı, Osmanlı ne­ferlerinin kullanılmış çiz­melerini, eşyalarını al­mak için can-atmış... Türk malı, Türk gücü, Türk'ün gelenek-görenekleri kapışılır, imrenilir, taklit edilirmiş...

Maksadımız geçmişle, mezartaşı ile övünmek de­ğil şüphesiz... Fakat biz bugünlerden geçip gelmi­şiz... Gel gör ki, yeni ye­tişenlerimize tarihimizi, millet olma tecrübemizi öğretmemiş, sevdirmemi­şiz... Bu sebeple ço­cuklarımız bir kimlik bu­nalımına, kültür arayışı içerisine düşmüşler. Sos­yal bünyemizdeki çal­kantıların yegane sebebi, bu güvensizlik, moralsiz­liktir. Moral ise başarının ne ilk, ne son yegâne şartıdır.

Bu yıl üniversitelerin açıldığı günlerde bir yük­sek okulun önünden geç­tim. Köyden-kentten gel­miş taşralı kız ve erkek çocukların, büyük şehir havasına henüz adapte olamamış, âdeta kendilerinin olmayan kılık-kıyafet ve davranışları dikkati­mi çekti. O görüntü içe­risinde çocuklar bir şey­lere özeniyorlardı ama, hepsi sun'î, hepsi yapma­cık idi... Çocuklara yaptı­ğını bilerek yapan, kendine güvenen, kendine inanan bir şahsiyet kazandıramamışız... Bunu anladım...

KÜLTÜR DEĞİŞİMİ

19uncu yüzyılın sonlarından itibaren bir "Kültür değişimi" ber­zahına girdik. İçti­mai yapımız, henüz bu geçiş döneminde... Kül­türde gömlek değiştireceğiz... Fakat ne önceki yapıdan     kurtulabildik, ne yeni yapıya geçebil­dik. Aynı tarihi paylaş­tığımız komşularımız ve bölgemiz de çoğunlukla aynı dununda. Yani, iç­timai yapı açısından zayıf bir  kuşak  üzerindeyiz. "Milli kültür" kavramramını sınırları, muhtevası bel­li, sağlam bir temele otur­tamadık. "Dinin bütün­leştirici potansiyelinden, bir moral formasyon ola­rak faydalanma konu­sunda fikir birliğimiz yok. Tarih, bilgisini, tarih sev­gisiyle  irtibatlandıramadık. Hiçbir kademe­de de, değerlerin deneti­mi sözkonusu değil. Her­kes başını almış gidiyor, ama nereye bilen yok... Batı hayranlığı, eskiden kopma hevesine ve kendi­ni inkâr psikozuna dönüş­müş... Bu sosyal tered­dütler karşısında gençli­ği millî değerlere bağlı tutacak entelektüel bir zemin sağlanamamış. Halbuki üzerinde bu­lunduğumuz hassas ku­şakta, kıymet hükümle­rimizi daha işlek, daha di­namik, daha muhkem tut­mak zorundayız. Kendine güvenmeyen insan ne keşif ne icad peşine takı­lır... Kendine inancı olmayan kimsenin millî dinamizmi de bulunmaz.

MİLLİ HEYECAN İHTİYACI

En büyük noksanlığı­mız, kanaatımca bu milii heyecan noksanlı­ğıdır. İç ve dış bunalım­ların temelinde, bu heyecansızlık, kendine inan­mama, kendinden kaçma psikolojisi var.

Heyecanı, iddiası, ken­dini aşma ideali, kendini isbat inadı bulunma­yan insan ne öğrencilik­te, ne ilim çabasında, ne diplomaside, ne zanaat ve san'atında, ne işinde başarılı olabilir. Başarı ancak "şahsiye"ini ka­zanmış, kendinden emin nesillerle mümkün ola­bilir.

Bir futbol takımımız, son ay içerisinde Fransa'­nın en güçlü denilen takı­mını eleme başarısını gös­terdi. Bu başarıda, Ma­car antrenörün, takımı galibiyete hazırlama tak­tiği gözlerden kaçmadı. Bu strateji ve üslûp, doğ­rusu hepimize derstir. Macar hoca şöyle dedi: "Türk tarihini inceledim. Geçmişiniz şanlı balşarı­larla dolu... Son olarak Çanakkale'de inanılma­sı zor büyük bir zafer kazandınız. Sizden ikin­ci bir Çanakkale zaferi bekliyorum!" Bu heye­canla sahaya çıkan ço­cuklar herkesi şaşırttılar, sahadan galibiyetle ayrıl­dılar. İdare edenler ve edilenler olarak hepi­mizin bundan alacağı­mız dersler var, diye dü­şünüyorum.

O halde ne yapıp ya­pıp gençliğimizin moral-kimlik problemini, şahsi­yet buhranını tedavi etmeliyiz. Devam edecek millî tereddütlerin, yeni problemleri, yeni buhran­ları davet etmesinden korkulur...