Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
MEVLİD KANDİLİ ÜZERİNE - 6 Aralık 1985

Bir mütefekkir şairimiz anlatırken adını  söylemez, "O"  derdi...  Saygısından, "O"nun büyüklüğü, manevi ağırlığı karşısında bizim zayıflığınızı ifade etmek isterdi herhalde... "O"nun ismi kurşısında, “O”na saygılı hiç kimse­nin tahammül göstereme­yeceğini düşünürdü. "Kâinatın  O'nun  yüzü suyu hürmetine yaratıldığı"nı ifade eder; "O ki, o yüzden varız" derdi... "O"nun, Hz. Adem Aleyhisselam'dan bugüne, ya­ratılmışların "Öz"ü kemâli, en büyüğü olduğu kanaatini      belirtirdi… Türk milletinin, istiklâli­ni, namusunu korumak üzere cihada sürdüğü as­kerine "O"nun adını sem­bol yaptığını; fakat "O"na hürmetinden " Muhammed"i "Mehemmed", "Mehmed",      sonunda "Mehmetçik" yaptığını düşünürdü.

Türk Milletinin Pey­gamber sevgisi hiç şüp­hesiz bir başka... Necip Fazıl merhumun yukarıda özetlemeye çalıştığını ta­savvufi yorumları bir yana, Türk milletinin Pey­gamberine, O'nun sünne­tine sadâkati malûm. Biz­de sünnet namazlara gös­terilen ihtimam; "Mevlid" geleneği; tarihi "Ha­remeyn" saygısı; dinî edeb ve adab, bunun bariz örnekleri.

Birkaç yıl önce "Diya­net Gazetesi"ni yöneten arkadaşlarımın "Mevlid Kandili" dolayısıyla Pey­gamberimiz efendimiz hakkında benden bir "BAŞYAZI" istediklerini hatırlıyorum.  Fevkalâde heyecan duymuş, mem­nun kalmıştım. Konuya adapte olmak üzere der­hal bu konudaki kitapları derleyip, günlerce üzerle­rinde çalıştım ama, iş yaz­maya gelince bir kelime bile yazamadığımı; mevzuun azameti karşısında kalemimin işlemediğini hiç unutamıyorum. O ay Diyanet Gazetesi "BAŞYAZI"sız çıktı...

Diyanet İşleri Başkan­lığınca bu yıl "Mevlid" olayının değişik program­larla tes'id edilmesi karar­laştırıldı. Vaazlar yapıldı, hutbeler okundu, bölge merkezi sayılan bazı iller­de "Panel"ler düzenlendi, uygulandı... Benden de, televizyonda bir konuşma yapmam istendi. Talebi ilk anda heyecan ve mem­nuniyetle karşıladım. Fa­kat iş başa düşünce, konunun büyüklüğü karşı­sında doğrusu sıkıntıya düştüm, günlerce hiçbir şey yazamadım ve ürper­dim...

"Fiten-i âhir zamanın tuğyan ettiği"; "Ümmet-i Muhammed"in -dini değil belki ama- siyasi ve deği­şik maksatlarla "72 fırka"ya ayrıldığı; herkesin "Ben" dediği bir zamanda Hz. Peygamber (S.A.V)’i anlatmak... "Ben sizi ate­şe düşmekten korumak için eteklerinizden tutu­yorum. Siz ise benden kaçmaya, kurtulmaya ça­lışıyorsunuz" buyuran "O"nu anlatmak. "Ko­lay" diyen varsa buyursun..." Mevlid konuşma­sında niçin mütehevvir idiniz?" sorusunun cevabı da galiba bu.

Hz. Peygamber (S.A.V)'i anlatırken "Uzak" tan ko­nuşmamak gerektiğini düşünüyorum. "O"nu an­latırken, ayağı yere basan cümleler, ifadeler kullan­mak... Bir cemiyet içeri­sinde yaşıyoruz. Sokağa çıkıyor, pazara gidiyoruz. Her gün akraba-komşu, tanıdık-tanımadık değişik insanlarla karşılaşıyoruz. Memur isek daire çevre­miz, işçi isek iş çevremiz, ama mutlaka bir aile çev­remiz var... Memur-işçi, alan-satan, ebeveyn-evlât, öğreten-öğrenci, akraba-komşu, idare eden-idare edilen olarak birbirimize karşı mükellefiyetlerimiz, vazifelerimiz mevcut. Bü­tün bu konularda Peygamber'imiz efendimizin hayatında bizim için güzel örnekler var... önce onu söylemek lâzım...

Bir de birbirimizin kıy­metini bilmek... Elimiz­deki nimetlerin şükrüne, şuuruna varmak.

En yakın komşuları­mızdan başlayarak, çevre­miz tam bir ateş çembe­ri.. Kuzeyden, güneyden, doğudan, batıdan... Biz bu ateş çemberi içerisin­de, yanan alevler ortasın­da çok şükür bir yeşil cennet adacıktayız. Hayat hakkımız, hürriye­timiz, istiklâlimiz var... Irzımızı, namusumuzu aile bütünlüğümüzü koru­yabiliyoruz. İş ve meslek emniyetimiz, idarî bütün­lüğümüz mevcut... Hu­dutları belli, masum, şe­refli bir vatanda, hür insanlar olarak yaşıyoruz.

Bugünlere kolay gelme­dik. Vatanımızın işgal edildiği; ırzımızın, namu­sumuzun lekelendiği gün­leri görenler hâlâ aramız­da yaşıyorlar. O günleri bilmeyen, kuzey ve gü­neyden, doğu ve batıdan bizi saran ateş çemberini düşünmeyenler, bazı de­tay uygulamaları örnek göstererek, her şeyi kapkara görüyor, bu karam­sarlığı inatla yaymaya çalışıyorlar. Çevreyi toz­pembe görmek nasıl tehlikeli ve mü'mine yakış­mazsa, yeis ve karamsar­lık da o kadar tehlikeli ve mü'minin ferasetine uzak­tır. Kendilerini karamsar­lığa kaptıranların ekseri­yetinin iyi niyetli, temiz yürekli, sahi gönüllü, muhlis, mü’min vatandaş­larımız olduğu muhakkak.

Bu iyi niyetleri istismar edenlerin de çoğunlu­ğunun, yaptıklarının şuu­runda oldukları zannedil­miyor. Onlarda da kötü bir niyet yok. Geriye ka­lan çok çok az kişi var ya, işte onların -bilerek bilme­yerek- beynelmilel bir fe­sat plânına hizmet ettiklerinden şahsen şüphem, endişem var...

Yakın geçmişte bizi o karanlık- günlere yeniden döndürmek isteyen iç fe­sat hareketlerle karşılaş­madık mı? Basın-yaym organlarından her gün gö­rüyoruz, bu fesat hareket­ler son bulmuş değil.

Mü'minin vazifesi dünü ve bugünü iyi değerlen­dirmek, fitne ve fesada karşı uyanık bulunmak, kendini bilerek ateşe at­mamaktır. Fitne her za­man kötüdür. Ulu Müslü­manlık âlet edilerek fitne çıkarmak ise, helakin ta kendisidir.

Bir doğum yıldönümünü daha tes'îd etmek şerefine ulaştığımız Peygamberimiz efendimiz "Ahirzaman fitneleri" hususunda bizi ikaz buyurmuştur.
"O"nun yolu açık, mesajı bellidir. Bu mesajı kavramak, aynı zamanda "O"nu anlamak demektir.