Bir mütefekkir şairimiz anlatırken adını söylemez, "O" derdi... Saygısından, "O"nun büyüklüğü, manevi ağırlığı karşısında bizim zayıflığınızı ifade etmek isterdi herhalde... "O"nun ismi kurşısında, “O”na saygılı hiç kimsenin tahammül gösteremeyeceğini düşünürdü. "Kâinatın O'nun yüzü suyu hürmetine yaratıldığı"nı ifade eder; "O ki, o yüzden varız" derdi... "O"nun, Hz. Adem Aleyhisselam'dan bugüne, yaratılmışların "Öz"ü kemâli, en büyüğü olduğu kanaatini belirtirdi… Türk milletinin, istiklâlini, namusunu korumak üzere cihada sürdüğü askerine "O"nun adını sembol yaptığını; fakat "O"na hürmetinden " Muhammed"i "Mehemmed", "Mehmed", sonunda "Mehmetçik" yaptığını düşünürdü.
Türk Milletinin Peygamber sevgisi hiç şüphesiz bir başka... Necip Fazıl merhumun yukarıda özetlemeye çalıştığını tasavvufi yorumları bir yana, Türk milletinin Peygamberine, O'nun sünnetine sadâkati malûm. Bizde sünnet namazlara gösterilen ihtimam; "Mevlid" geleneği; tarihi "Haremeyn" saygısı; dinî edeb ve adab, bunun bariz örnekleri.
Birkaç yıl önce "Diyanet Gazetesi"ni yöneten arkadaşlarımın "Mevlid Kandili" dolayısıyla Peygamberimiz efendimiz hakkında benden bir "BAŞYAZI" istediklerini hatırlıyorum. Fevkalâde heyecan duymuş, memnun kalmıştım. Konuya adapte olmak üzere derhal bu konudaki kitapları derleyip, günlerce üzerlerinde çalıştım ama, iş yazmaya gelince bir kelime bile yazamadığımı; mevzuun azameti karşısında kalemimin işlemediğini hiç unutamıyorum. O ay Diyanet Gazetesi "BAŞYAZI"sız çıktı...
Diyanet İşleri Başkanlığınca bu yıl "Mevlid" olayının değişik programlarla tes'id edilmesi kararlaştırıldı. Vaazlar yapıldı, hutbeler okundu, bölge merkezi sayılan bazı illerde "Panel"ler düzenlendi, uygulandı... Benden de, televizyonda bir konuşma yapmam istendi. Talebi ilk anda heyecan ve memnuniyetle karşıladım. Fakat iş başa düşünce, konunun büyüklüğü karşısında doğrusu sıkıntıya düştüm, günlerce hiçbir şey yazamadım ve ürperdim...
"Fiten-i âhir zamanın tuğyan ettiği"; "Ümmet-i Muhammed"in -dini değil belki ama- siyasi ve değişik maksatlarla "72 fırka"ya ayrıldığı; herkesin "Ben" dediği bir zamanda Hz. Peygamber (S.A.V)’i anlatmak... "Ben sizi ateşe düşmekten korumak için eteklerinizden tutuyorum. Siz ise benden kaçmaya, kurtulmaya çalışıyorsunuz" buyuran "O"nu anlatmak. "Kolay" diyen varsa buyursun..." Mevlid konuşmasında niçin mütehevvir idiniz?" sorusunun cevabı da galiba bu.
Hz. Peygamber (S.A.V)'i anlatırken "Uzak" tan konuşmamak gerektiğini düşünüyorum. "O"nu anlatırken, ayağı yere basan cümleler, ifadeler kullanmak... Bir cemiyet içerisinde yaşıyoruz. Sokağa çıkıyor, pazara gidiyoruz. Her gün akraba-komşu, tanıdık-tanımadık değişik insanlarla karşılaşıyoruz. Memur isek daire çevremiz, işçi isek iş çevremiz, ama mutlaka bir aile çevremiz var... Memur-işçi, alan-satan, ebeveyn-evlât, öğreten-öğrenci, akraba-komşu, idare eden-idare edilen olarak birbirimize karşı mükellefiyetlerimiz, vazifelerimiz mevcut. Bütün bu konularda Peygamber'imiz efendimizin hayatında bizim için güzel örnekler var... önce onu söylemek lâzım...
Bir de birbirimizin kıymetini bilmek... Elimizdeki nimetlerin şükrüne, şuuruna varmak.
En yakın komşularımızdan başlayarak, çevremiz tam bir ateş çemberi.. Kuzeyden, güneyden, doğudan, batıdan... Biz bu ateş çemberi içerisinde, yanan alevler ortasında çok şükür bir yeşil cennet adacıktayız. Hayat hakkımız, hürriyetimiz, istiklâlimiz var... Irzımızı, namusumuzu aile bütünlüğümüzü koruyabiliyoruz. İş ve meslek emniyetimiz, idarî bütünlüğümüz mevcut... Hudutları belli, masum, şerefli bir vatanda, hür insanlar olarak yaşıyoruz.
Bugünlere kolay gelmedik. Vatanımızın işgal edildiği; ırzımızın, namusumuzun lekelendiği günleri görenler hâlâ aramızda yaşıyorlar. O günleri bilmeyen, kuzey ve güneyden, doğu ve batıdan bizi saran ateş çemberini düşünmeyenler, bazı detay uygulamaları örnek göstererek, her şeyi kapkara görüyor, bu karamsarlığı inatla yaymaya çalışıyorlar. Çevreyi tozpembe görmek nasıl tehlikeli ve mü'mine yakışmazsa, yeis ve karamsarlık da o kadar tehlikeli ve mü'minin ferasetine uzaktır. Kendilerini karamsarlığa kaptıranların ekseriyetinin iyi niyetli, temiz yürekli, sahi gönüllü, muhlis, mü’min vatandaşlarımız olduğu muhakkak.
Bu iyi niyetleri istismar edenlerin de çoğunluğunun, yaptıklarının şuurunda oldukları zannedilmiyor. Onlarda da kötü bir niyet yok. Geriye kalan çok çok az kişi var ya, işte onların -bilerek bilmeyerek- beynelmilel bir fesat plânına hizmet ettiklerinden şahsen şüphem, endişem var...
Yakın geçmişte bizi o karanlık- günlere yeniden döndürmek isteyen iç fesat hareketlerle karşılaşmadık mı? Basın-yaym organlarından her gün görüyoruz, bu fesat hareketler son bulmuş değil.
Mü'minin vazifesi dünü ve bugünü iyi değerlendirmek, fitne ve fesada karşı uyanık bulunmak, kendini bilerek ateşe atmamaktır. Fitne her zaman kötüdür. Ulu Müslümanlık âlet edilerek fitne çıkarmak ise, helakin ta kendisidir.
Bir doğum yıldönümünü daha tes'îd etmek şerefine ulaştığımız Peygamberimiz efendimiz "Ahirzaman fitneleri" hususunda bizi ikaz buyurmuştur.
"O"nun yolu açık, mesajı bellidir. Bu mesajı kavramak, aynı zamanda "O"nu anlamak demektir.