Bu iki kelimeyi yan-yana getirdiğim için okuyucularımdan, İslâm tarihinden ve cümle Müslümanlar'dan özür dilerim. "Müftilik" gibi, İslâm tarihinde, İslâm fıkhında, İslâm dünyasında yeri olan, saygı duyulan bir müesseseyi; sadece Türkiye'ye ve Müslümanlar'a değil, asıl tarihe ve vicdanlarına karşı da suçlu durumda bulunan cibilliyetsiz bir yönetimin adı ile yanyana getirmek, belki de eşi görülmemiş bir gariplik... "Kilise-imam", “cami-papaz” deyimleri gibi... Bundan daha garibini 27 Aralık tarihli TERCÜMAN'da okuduk “Sofya müftüsü” meğer Bulgar gizli servis ajanı imiş... 37 yıldır Bulgar gizli servisi hesabına çalışırmış... Sadece “müftülükü” değil, "Müslümanlık"ı bile sahte imiş... Cuma günü camiye, cumartesi günü havra'ya, pazar günü de kiliseye gidecek cinsten bir sahtekâr...
Henüz 20 yaşında iken Bulgar İstihbarat Servisi DS (Dırjaven Sigornist) tavafından satın alınmış... Özel olarak yetiştirildikten sonra, Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı ve Mezhepler Komitesi onu " başmüftü" ilân etmiş...Bulgaristan, Türkçe konuşma yasağını ol kişi ile başlatmış... imamlık imtihanlarında adayları Bulgarca konuşmaya zorlar, kendisi de Bulgarca konuşurmuş... İtikat itibariyle talim inançlarına değil, "materyalist felsefe"ye bağlı imiş... Nitekim alkollü olarak namaz kıldırır, hacca giderken bile yanında alkol götürürmüş... Hattâ İslam'ın kıblegâhı olan kutsal "Kâbe"ye saygısızlık ve hakaret ettiği tesbit edilmiş...
Son asimilâsyon uygulamalarında adını kendi isteği (!) ile "MİRAN" olarak değiştirmiş; Müslüman-Türk evlerini basan Bulgar muvazzaflarının önüne düşerek onlara yol göstermiş...
BİR TALİHSİZLİK
"Müftü" kılığındaki bu adamı ben 1978 yılında tanıma talihsizliğine uğradım. 1978 yılında, Sovyetler Birliği sınırlan içerisinde kalmış bulunan Müslüman-Türk bölgelerine bir seyahatim olmuştu. "ORTA ASYA VE KAZAKİSTAN MÜSLÜMANLARI DİNÎ İDARESİ"nin daveti Üzerine Özbekistan başşehri Taşkent'e gitmiştik. İran, Irak, Lübnan, Ürdün, Tunus, Kuveyt, Hindistan, Japonya temsilcileriyle birlikte "Bulgaristan Müslümanları" temsilcisi olarak bu kişi de vardı. Özbekistan'ın Taşkent, Ferğana, Merğınan, Semerkant, Tacikistan'ın Düşembe, Azerbaycan'ın Bakü şehirleriyle Sovyet başşehri Moskova'da 13 gün süreyle beraber olduk... O zaman adı “MEHMET” idi. Şimdi "MİRAN" olmuş ve ismi ile musemma hale gelmiş...
13 gün boyunca 27 misafir, 40 yerli mihmandar arasında hep bizimle beraber oldu. Zira Arapça ve orada geçerli başka lisan bilmezdi.. Hocalığı da yoktu. Bunu ilk karşılaşmamızda anlamıştık. Zira önüne her gelene adeta kendisinin de Müslüman olduğunu isbat mecburiyetiyle yüksek sesle "ESSELÂMÜN-ALEYKÜM" der, istihza ile karşılanırdı... Bir gün kendisine selâmı yanlış verdiğini; ya "ESSELÂMÜ-ALEYKÜM" veya "SELÂMÜN-ALEYKÜM" demesi gerektiğini; bir kelimenin hem "Ma'rife", hem "Nekre" olmasının mümkün bulunmadığını uzun uzun anlatmaya çalıştım. Boşuna emek çekmişim... Zira hem, "Ma'rife-nekre" gibi Arapça tabirleri anlamadı, hem yanlışını düzeltmeyi başaramadı. Oyle alışmıştı... Seyahat boyunca, bir "başmüftü" olarak selâmı hep yanlış telâffuz etmekten, bu sebeple de istihza edilmekten kurtulamadı...
HÜKÜMET KOMİSERİ
Dinî konuları konuşmaktan hep kaçardı. Zira bilmezdi.. Günlük normal kıyafetinin üzerine, başına acemice sarılmış bir sarıkla fes oturtmuştu, o kadar... Yedeğini getirmediği için, Sovyet sınırları içerisinde 21 bin kilometreyi bulan seyahatimiz esnasında kirlenen iğreti bir sarık-fes...
Davet konusu kongrede herkes gibi o da bir "tebliğ" sunmaya kalktı. Türkçe olarak sunduğu tebliğine. "Bulgaristan halklarının selâmı"nı sunmakla başladı. Müslüman-Türk azınlığı olarak Bulgar yönetiminden fazlasıyla memnun bulunduklarını ifade etti. Bulgaristan idaresinin, İslâmi geleneklere saygı gösterdiğinden, İslâmî-dini müesseseleri ayakta tutmaya çalıştığından dem vurdu... Propagandaya dayalı bu yalanlarını o kadar uzattı ki, kendisini dinleyen kalmadı. O konuşurken salon ikili-üçlü-beşli sohbet yerine döndü... Kendisi de bunun farkına vardı ama, Sofya’dan aldığı anlaşılan emir üzerine, sıkıcı tebliğini kan-ter içerisinde bitirinceye kadar bil-mecburiye okudu...
Peygamberimiz Efendimiz hakkında "Teaddüd-ü zevcât"ı bahane ederek saygısızca konuştuğunu, Türkiye'den beraber gittiğimiz Halil SEVGİN arkadaşım, Düşembe'de bana intikal ettirdi Tacikistan başşehrinde, Düşembe Irmağı kenarında {bir piknikte idik. Ağzını yokladım, gerçekten İslâmiyet hakkında terbiyesiz lâflar ediyordu. Bunu anladıktan sonra, fırsat buldukça ve başbaşa kaldıkça kendisini ilzam etmeye, sıkıştırmaya, acze düşürmeye başladık. Çok kötü durumlarda kaldı. Kendisini bizden başka duyan olup olmadığım korku ve şüphe ile iyice kontrol ettikten sonra bize bazı itiraflarda da bulundu. Bu itiraflardan anladık ki, kendisi ciddî bir din eğitimi görmemiş... 2 yıllık öğretmen okulu mezunu imiş... Anlaşılan, bir "hükümet komiseri" olarak "baş müftülük" makamına getirtilip oturtulmuş. Mecbur Kalmadıkça namaz kılmadığı da herkesin dikkatini çekmişti.
İşte, "Bulgaristan Türkleri isimlerini kendi istekleriyle değiştirdiler" diye beynelmilel kuruluşlara mektuplar yazan, dünya basınına beyanatlar veren baş müftü (!) MİRAN, böyle bîr ucube...
Yusuf Ziyaeddin, Mustafa Hayri, Ali Rıza Hocazade, Emrullah Efendi, Osman Seyfullah gibi âlimler yetiştiren Balkan Türklüğü'nün başına MİRAN gibi bir "başmüftü" getirilmesi ne acı!..
Bulgar zulmünden bile acı!...