Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
FUHUŞ TIRMANDI - 10 Ocak 1986

Böyle bir konuda yazı yazmak zorunda kal­mak şüphesiz kolay değil, hattâ ısdırap verici... Zira Türk milleti tarih bo­yunca içtimaî yapısının sağlamlığı ile örnek gös­terilmiş bir millet... Fu­huş, aile yapısı ile doğru­dan alâkalı bir olay... Bir cemiyette aile müessesesi çözülmeye başladı mı, içtimai hastalıkların önü­nü atamazsınız. Fakat "Namus" denilen ahlâkî unsur var ya, işte o en son kaybedilecek insanî değer... Bir insana "katil" diyebilirsiniz, "cani" diyebilirsiniz, hattâ "hır­sız" ve "ahlâksız" bile diyebilirsiniz fakat "na­mussuz" diyemezsiniz... "Fahiş" veya "fahişe" olmayı hiç kimse kabullen­mez. Bir kimsenin ne ka­dar çok ahlakî zaafı bulunursa bulunsun, "na­mus"unu muhafaza edi­yorsa, âlâ kaybet­mediği bir şeyleri var de­mektir. Onu da kaybeden ise, artık kaybedecek hiç­bir şeyi kalmayandır.

Polis istatistikleri, sos­yolojik araştırmalar ve gazete yayınları, Türk toplumunda kaybedilecek hiçbir şeyi kalmamış kim­selerin çoğaldığını gös­teriyor... Tek başına fu­huş yapan kadın sayısı 1983'te 1125, 1984'te 1287 iken, 1985'in ilk 10 ayında 6775'e  yüksel­miş... öyle ki, "tele-kızlar", "telsiz-kız"lar derken, bu iş yavaş yavaş bir meslek, bir sektör oluştur­maya başlamış... Bir sulh ceza hâkimi bunun hangi boyutlara ulaştığını belir­tiyor, “Eskiden fuhuş suçu ile karşımıza gelen­ler utanır, yüzlerini sak­larlardı. Şimdi normal karşılıyorlar... Gülerek, tebessüm ederek, normal bir olayı anlatır gibi ken­dilerini ve yaptıklarını anlatıyorlar” diyor.

SEBEP

Tarihin hiçbir devrinde ve cemiyetinde tasvip görmemiş bu ahlâkî tü­kenmişliğin sebebi nedir?

Rivayetler muhtelif... 10 Aralık 1985 tarihli TERCÜMAN'da Doç. Dr. İhsan Sezal'ın muhtasar fakat güzel bir araştır­ması yayınlandı... Sezai, fuhşun temelinde "lüks hayat" özentisini bu­luyor. “Tüketim dalgası”, “tüketim fırtınası”, “tüketim isterisi” dediği bu nevzuhûr özentinin zayıf karakterli insanları muhatap geçtiğini belir­tiyor, "Herkese erişilmesi kolay bir mesafede duran, ama yaklaştıkça sanki uzaklaşan cazip tüketim malları şiddetli iştiyak­lara dönüşebilmekte, fuh­şa kadar varan davranış sapmalarına sebep olmak­tadır" diyor... Fuhuş kur­banlarının itirafları da Sa­yın Sezal'ı te'yid adiyor.

ÇARE

Fuhuş, sayısı mahdut si­cilli “fahişe”leri aşmış ve uzmanların ifadesi ile muhkem Türk aile mües­sesesini tehdit eder hale gelmişse, bunun çaresi gevşeyen terbiye siste­mimizi yeniden tahkim et­mektir.

"Tüketim isterisi", lüks yaşama özentisi, sa­dece zenginlerin alabile­cekleri pahalı malların her gün biteviye reklam edil­mesi, namusunu pazara sürme konusunda belki bazı kimseleri tahrik edebilir. Pazara sürülen bu meta'nın alıcı bulması da, aynı istisna sınırını zor­layabilir. Fakat ırz ve na­mus satışının asıl sebebi bunlar olamaz. Sebep tek­tir ve bellidir. O da "na­mus" mefhumunun da içinde bulunduğu mukad­deslerin hesapsızca, akıl­sızca, hunharca tahrip edilmesidir.

"Tüketim arzusu" es­kiden de vardı. Zengin-fakir farkının bulunmadığı zaman mı var?..Bir kısım insanların saray ve köşk­lerde yaşadıkları, diğerle­rinin onlara çalıştığı de­virler olmadı mı? Bu mil­let nice yokluk yılları, nice fetret devirleri, nice kıtlık çağları yaşadı. Ama o za­manlar toplumda sağlam ahlâki değerler, toplu kıy­met hükümleri dimdik ayakta idi.

Burada felsefî veya sos­yolojik bir tartışmanın içerisine girme maksadı­mız yok. Her milletin ken­dine mahsus değer hü­kümleri, terbiye metodları, sosyal müessiriyetleri olabilir... O yargılar bir yana... Türk milleti bin yıldan bu yana hangi kıymet hükümleri ile ter­biye edilmiştir? "Devlete isyan", "topluma tepki", "rüşvet" ve çeşitleri der­ken “o da gidince hiçbir şeyin  kalmayacağı”   en son değeri de kaybetme noktasına gelmişsek, doğ­rusu "aydın - tutucu", "ilerici-gerici", "iktidar-muhalefet" sürtüşmele­rini bırakıp "milli-resmî" tedbirler almanın zamanı gelmiş demektir.

Şunun için: Sosyal olay­lar kolayca yönlendirilemezler... Bir sosyal disip­lin, milii bünyede yüz­yıllar içerisinde oluşur, kazanılır... Yüzyılların emekleriyle kazanılan o disiplini, millî değeri kay­bederseniz, tedavi için ye­niden yüzyıllar, bin yıllar beklemek zorunda kalır­sınız.

Bizim, tarihin derinlik­lerinden kopup gelen milli normlarımız var. İslâ­miyet Öncesinden başlayan, İslâmiyet'le gelişip güçlenen sosyal değerler, içtimaî bağlar...

Özellikle son yüzyıl içe­risinde, bize mahsus bu mili değerlere savaş aç­mış gibiyiz.. Sinemaları­mızla, tiyatro ve temsil­lerimizle, her türlü basın-yayın imkânlarımızla... Müstehcen sınırını çoktan aşmış terbiyesiz yayınları okurken, seyrederken ebeveynlerin kız ve erkek evlâtlarının yüzlerine bakacak halleri kalmadı.

"Basın hürriyeti" ta­mam... Başımızın üstünde yeri var. Ya bu hürriyetin istismarı?.. "Bu hürriyet Batı’da da var" diyorlar.. Doğrudur, ancak orada başka şeyler de var...

Onlarda, eskiden mev­cut olmayan iyiler şimdi şimdi imaj ve icad ediliyor. Biz ise, mevcut iyileri ka­ralamak ve yıkmak için seferber olmuş gibiyiz...