Böyle bir konuda yazı yazmak zorunda kalmak şüphesiz kolay değil, hattâ ısdırap verici... Zira Türk milleti tarih boyunca içtimaî yapısının sağlamlığı ile örnek gösterilmiş bir millet... Fuhuş, aile yapısı ile doğrudan alâkalı bir olay... Bir cemiyette aile müessesesi çözülmeye başladı mı, içtimai hastalıkların önünü atamazsınız. Fakat "Namus" denilen ahlâkî unsur var ya, işte o en son kaybedilecek insanî değer... Bir insana "katil" diyebilirsiniz, "cani" diyebilirsiniz, hattâ "hırsız" ve "ahlâksız" bile diyebilirsiniz fakat "namussuz" diyemezsiniz... "Fahiş" veya "fahişe" olmayı hiç kimse kabullenmez. Bir kimsenin ne kadar çok ahlakî zaafı bulunursa bulunsun, "namus"unu muhafaza ediyorsa, âlâ kaybetmediği bir şeyleri var demektir. Onu da kaybeden ise, artık kaybedecek hiçbir şeyi kalmayandır.
Polis istatistikleri, sosyolojik araştırmalar ve gazete yayınları, Türk toplumunda kaybedilecek hiçbir şeyi kalmamış kimselerin çoğaldığını gösteriyor... Tek başına fuhuş yapan kadın sayısı 1983'te 1125, 1984'te 1287 iken, 1985'in ilk 10 ayında 6775'e yükselmiş... öyle ki, "tele-kızlar", "telsiz-kız"lar derken, bu iş yavaş yavaş bir meslek, bir sektör oluşturmaya başlamış... Bir sulh ceza hâkimi bunun hangi boyutlara ulaştığını belirtiyor, “Eskiden fuhuş suçu ile karşımıza gelenler utanır, yüzlerini saklarlardı. Şimdi normal karşılıyorlar... Gülerek, tebessüm ederek, normal bir olayı anlatır gibi kendilerini ve yaptıklarını anlatıyorlar” diyor.
SEBEP
Tarihin hiçbir devrinde ve cemiyetinde tasvip görmemiş bu ahlâkî tükenmişliğin sebebi nedir?
Rivayetler muhtelif... 10 Aralık 1985 tarihli TERCÜMAN'da Doç. Dr. İhsan Sezal'ın muhtasar fakat güzel bir araştırması yayınlandı... Sezai, fuhşun temelinde "lüks hayat" özentisini buluyor. “Tüketim dalgası”, “tüketim fırtınası”, “tüketim isterisi” dediği bu nevzuhûr özentinin zayıf karakterli insanları muhatap geçtiğini belirtiyor, "Herkese erişilmesi kolay bir mesafede duran, ama yaklaştıkça sanki uzaklaşan cazip tüketim malları şiddetli iştiyaklara dönüşebilmekte, fuhşa kadar varan davranış sapmalarına sebep olmaktadır" diyor... Fuhuş kurbanlarının itirafları da Sayın Sezal'ı te'yid adiyor.
ÇARE
Fuhuş, sayısı mahdut sicilli “fahişe”leri aşmış ve uzmanların ifadesi ile muhkem Türk aile müessesesini tehdit eder hale gelmişse, bunun çaresi gevşeyen terbiye sistemimizi yeniden tahkim etmektir.
"Tüketim isterisi", lüks yaşama özentisi, sadece zenginlerin alabilecekleri pahalı malların her gün biteviye reklam edilmesi, namusunu pazara sürme konusunda belki bazı kimseleri tahrik edebilir. Pazara sürülen bu meta'nın alıcı bulması da, aynı istisna sınırını zorlayabilir. Fakat ırz ve namus satışının asıl sebebi bunlar olamaz. Sebep tektir ve bellidir. O da "namus" mefhumunun da içinde bulunduğu mukaddeslerin hesapsızca, akılsızca, hunharca tahrip edilmesidir.
"Tüketim arzusu" eskiden de vardı. Zengin-fakir farkının bulunmadığı zaman mı var?..Bir kısım insanların saray ve köşklerde yaşadıkları, diğerlerinin onlara çalıştığı devirler olmadı mı? Bu millet nice yokluk yılları, nice fetret devirleri, nice kıtlık çağları yaşadı. Ama o zamanlar toplumda sağlam ahlâki değerler, toplu kıymet hükümleri dimdik ayakta idi.
Burada felsefî veya sosyolojik bir tartışmanın içerisine girme maksadımız yok. Her milletin kendine mahsus değer hükümleri, terbiye metodları, sosyal müessiriyetleri olabilir... O yargılar bir yana... Türk milleti bin yıldan bu yana hangi kıymet hükümleri ile terbiye edilmiştir? "Devlete isyan", "topluma tepki", "rüşvet" ve çeşitleri derken “o da gidince hiçbir şeyin kalmayacağı” en son değeri de kaybetme noktasına gelmişsek, doğrusu "aydın - tutucu", "ilerici-gerici", "iktidar-muhalefet" sürtüşmelerini bırakıp "milli-resmî" tedbirler almanın zamanı gelmiş demektir.
Şunun için: Sosyal olaylar kolayca yönlendirilemezler... Bir sosyal disiplin, milii bünyede yüzyıllar içerisinde oluşur, kazanılır... Yüzyılların emekleriyle kazanılan o disiplini, millî değeri kaybederseniz, tedavi için yeniden yüzyıllar, bin yıllar beklemek zorunda kalırsınız.
Bizim, tarihin derinliklerinden kopup gelen milli normlarımız var. İslâmiyet Öncesinden başlayan, İslâmiyet'le gelişip güçlenen sosyal değerler, içtimaî bağlar...
Özellikle son yüzyıl içerisinde, bize mahsus bu mili değerlere savaş açmış gibiyiz.. Sinemalarımızla, tiyatro ve temsillerimizle, her türlü basın-yayın imkânlarımızla... Müstehcen sınırını çoktan aşmış terbiyesiz yayınları okurken, seyrederken ebeveynlerin kız ve erkek evlâtlarının yüzlerine bakacak halleri kalmadı.
"Basın hürriyeti" tamam... Başımızın üstünde yeri var. Ya bu hürriyetin istismarı?.. "Bu hürriyet Batı’da da var" diyorlar.. Doğrudur, ancak orada başka şeyler de var...
Onlarda, eskiden mevcut olmayan iyiler şimdi şimdi imaj ve icad ediliyor. Biz ise, mevcut iyileri karalamak ve yıkmak için seferber olmuş gibiyiz...