Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
İYİMSERLİK, KÖTÜMSERLİK VE... - 7 Şubat 1986

“Kaht-ı Rical”, “Müsstehcen mi, Müstekreh mi?", "Mukaddesat Korunacak mı?" konulu sohbetlerim bekle­diğimden çok tepki al­dı. Çoğu müsbet, bir kıs­mı sitemli...

Bir okuyucum "Kaht-ı Ricâl"deki "Kamuoyu şahsiyetsiz" yargıma ta­kılmış. "Niçin bu kadar sert çıktınız?" diyor. Dün­yanın dörtyol ağzındaki Türkiye'de bazan sarsıcı, bazan çıldırtıcı olaylar karşısında sâmit ve sâkit kamuoyunun "canlı", "diri", olduğunu dikkat­li fakat mütehevvir okuyucumla paylaşacak kaç kişi çıkar bilmem...

Bir eski bakan büyüğü­müz "-Niçin çok yumu­şaksınız? Kılıcınızı şöy­le bir çekseniz ya!" diye sitem ediyor. Ne sitemi, azarlıyor. "Kılıç çek­mek"... Neyi kastettiği­ni çok iyi biliyorum. İste yüzlerce değerlen­dirmeden iki örnek, İmzalı-imzasız, övgülü-yer­gili, olaylara şöyle veya böyle bakan binlerce, onbinlerce bakışı bu iki ör­nekte toplayabilirsiniz.

Ruh doktoru, öğrencile­rine ders veriyormuş. Bi­ri iyimser, diğeri kötümser iki hastasından birini sağına, öbürünü solu­na almış. Elinde tuttuğu su dolu bardağın yarısını boşaltarak "-Bu nedir?" diye sormuş. Hastalardan biri "-Yarısı boş bir bar­dak"; diğeri "-Yarısı do­lu bir bardak" demiş. Ha­ni, aynı olayı birbirine zıt ayrı açılardan değer­lendirmeye, klasik fakat güzel bir misal...

Sosyal psikoloji böyle­dir. Farklı değerlendirmeler olmasa zaten "Mü­sademe-i efkâr'da" olmaz, "Hakikat şimşeği" de çakmaz...

Fakat bizde bir garip durum var: Hep "Barda­ğın yarısı boş" diyenlerin sesi çıkıyor. Bir kısım basın erbabı, sendika yöne­ticisi, üniversite ve kür­sü mensubu -Çoğunluğu tenzih ediyorum -orta­lığa hep o 'az'ın karamsarlık patentli sesi-gürültü­sü hâkim... Millet çoğunluğuna, bir şey soran yok. Hoş, bu sessiz çoğunlu­ğun bir iddiası, talebi de mevcut değil. Okuyucum kusura bakmasın... "Ka­muoyu sessiz" deyişim işte bundan.

NİÇİN BÖYLE?

"Merhum" demeye artık kendimizi ya­vaş yavaş alıştıracağımız rahmetli Mehmet KAP­LAN, sık sık "-Bizim ay­dınlarımızın müştereken okuduğu on kitap bile yok!" dermiş... Bizdeki münevver buhranı bun­dan daha güzel nasıl ifade edilir bilmem. Rahmetli­nin bu "10" rakamını ko­yarken müsamahalı dav­randığını düşünüyorum. Sağ ve sol entellektüelin müştereken okuduğu ki­tapları parmaklarınızla şöyle bir saymaya başla­yınız lütfen. Bana hak ve­receksiniz. Binlerce yıl­lık devlet geleneğimizin devlet ve idare arşivi; binlerce yıllık irfanın kül­liyatları, kitapları, yazı­ları, yazıtları muhafaza edilmemiş... Komşumuz Bulgaristan başta olmak üzere vagon vagon Avru­pa'ya taşınmış... Kalan­ları da mahzenlerde çürü­meye almışız. Dahası, di­li ve anahtarı elimizde de­ğil... A benim merhum ve mağfur hocam, bütün mü­nevverlerimize sunabile­ceğimiz kaç on kitabımız var ki!..

İşte "Kaht-ı Rical" de­diğim olay bu idi...

Yetişmiş adam yoklu­ğunun da, ortalığa hep "karamsar aydın"ların hâkim bulunmasının da, kamuoyunun sâmit ve sâ­kit olmasının da sebebi, kanaatımca budur.

Merhum KAPLAN'ın, "Kağıttan Adam" diye bir roman denemesi varmış. Okumadım. Ama neyi kastettiğini iyi tahmin ediyorum. Hem Doğu'yu, hem Batı'yı,hem bugünü, hem dünü; nem kendimi­zi, hem başkasını okumak zorundayız. Doğu'yu oku­madan, kendimizi Doğu­nun tasallutundan nasıl kurtarırız? Batı'yı iyi bitlmezsek, mensubu olmaya çalıştığımız Batı'ya karşı tavrımızı nasıl ortaya ko­yar, varlığımızı nasıl isbat ederiz? Türk-İslâm medeniyetinin muhteşem "Madde-ruh"   sentezini öğrenmeden, ahlakı, san'atı bile madde temeline oturtmaya kalkışan materyalizmin dengesizliğinden kendimizi nasıl koruruz?

İnsan, "şahsiyet"i varsa değerlidir. Kâğıt­tan adam değil, demire, çeliğe, fezalara hükmeden adam yetiştirmek istiyor­sak, onu sloganlarla de­ğil, ilmin,bilginin objek­tif doğurganlığı ile teçhiz etmek zorundayız. Aksi halde ne " kamuoyu "nda şahsiyet, ne entellektüelde "hakkaniyet" ka­lır.

JAKOBİN RUH

Merhum KAPLAN'ın "Kâğıttan Adam" esprisini Taha AKYOL "Jakobin ruh" benzetme­siyle izah ediyor. "Şahsi­yetsizlik" açısından... Tek taraflı yetiştirilmiş, şartlandırılmış, azmetti­rilmiş "Jakobin ruh" için sadece iki renk var­dır: "Kara" ve "Ak"... İnsan üzerine nutuk çok­tur ama "insan" yoktur.

İnsan kılığına girmiş "iyi" ve "kötü" kavram­ları vardır. "İnsan" diye nutuk atan fanatik, Allah'ın en büyük eseri in­sanoğlunu değil, kafasındaki kavramı kastetmek­tedir. İçi boş, "insansız" kavramları... Buna, insa­nın kavramlara kurban edilmesi de diyebilirsiniz...

Bu içi boş slogan adamı için tek doğru vardır: Kendi düşüncesi, kendi kanaati... Ona zıt düşünmeyegör, alimallah "ha­in" olursun... Hele biraz da "Türk", "Müslü­man", "Gelenek göre­nek", "Tarih", diyorsan, "Gerici", "Çağdışı" olmaktan seni kimse kur­taramaz. Çocuklarımız bunları gazetelerde okuya okuya; kürsü, radyo ve televizyonda dinleye sey­rede; sinema, tiyatro ve temsillerde temasa ede-göre ya mefhum kargaşa­sına düştüler veya boşverici oldular.

"İyimserlik" mi, "Ka­ramsarlık" mı?... Karam­sarlık kötü.. İyimserlik­te aşırılık da öyle... "İyi"yi iyi, "Kötü"yü kötü görmek; zaman içerisinde "İyi"de kötülük, "Kötü"de iyilik görülebileceğini bilmek; topyekûn iyilik, topyekûn kötülük peşine düşmemek; hep aşırı, hep keskin değil, bir de "nor­mal", olduğu gibi görünebilmek...

Şahsiyetli, kendini bi­len, kendine güvenen, başkasının da insan olduğunu düşünen, onun da inançlarına, kanaatlarına, kimlik ve kişiliği­ne saygı duyabilen, olay­lara tek taraflı değil, ta­rafsız bakabilen insan budur...

Ya biz nasılız? Tek taraflılıktan, karamsarlıktan şikâyet ediyoruz. Ço­cuklarımıza, insanımıza bu şartları hazırladık mı?