“Kaht-ı Rical”, “Müsstehcen mi, Müstekreh mi?", "Mukaddesat Korunacak mı?" konulu sohbetlerim beklediğimden çok tepki aldı. Çoğu müsbet, bir kısmı sitemli...
Bir okuyucum "Kaht-ı Ricâl"deki "Kamuoyu şahsiyetsiz" yargıma takılmış. "Niçin bu kadar sert çıktınız?" diyor. Dünyanın dörtyol ağzındaki Türkiye'de bazan sarsıcı, bazan çıldırtıcı olaylar karşısında sâmit ve sâkit kamuoyunun "canlı", "diri", olduğunu dikkatli fakat mütehevvir okuyucumla paylaşacak kaç kişi çıkar bilmem...
Bir eski bakan büyüğümüz "-Niçin çok yumuşaksınız? Kılıcınızı şöyle bir çekseniz ya!" diye sitem ediyor. Ne sitemi, azarlıyor. "Kılıç çekmek"... Neyi kastettiğini çok iyi biliyorum. İste yüzlerce değerlendirmeden iki örnek, İmzalı-imzasız, övgülü-yergili, olaylara şöyle veya böyle bakan binlerce, onbinlerce bakışı bu iki örnekte toplayabilirsiniz.
Ruh doktoru, öğrencilerine ders veriyormuş. Biri iyimser, diğeri kötümser iki hastasından birini sağına, öbürünü soluna almış. Elinde tuttuğu su dolu bardağın yarısını boşaltarak "-Bu nedir?" diye sormuş. Hastalardan biri "-Yarısı boş bir bardak"; diğeri "-Yarısı dolu bir bardak" demiş. Hani, aynı olayı birbirine zıt ayrı açılardan değerlendirmeye, klasik fakat güzel bir misal...
Sosyal psikoloji böyledir. Farklı değerlendirmeler olmasa zaten "Müsademe-i efkâr'da" olmaz, "Hakikat şimşeği" de çakmaz...
Fakat bizde bir garip durum var: Hep "Bardağın yarısı boş" diyenlerin sesi çıkıyor. Bir kısım basın erbabı, sendika yöneticisi, üniversite ve kürsü mensubu -Çoğunluğu tenzih ediyorum -ortalığa hep o 'az'ın karamsarlık patentli sesi-gürültüsü hâkim... Millet çoğunluğuna, bir şey soran yok. Hoş, bu sessiz çoğunluğun bir iddiası, talebi de mevcut değil. Okuyucum kusura bakmasın... "Kamuoyu sessiz" deyişim işte bundan.
NİÇİN BÖYLE?
"Merhum" demeye artık kendimizi yavaş yavaş alıştıracağımız rahmetli Mehmet KAPLAN, sık sık "-Bizim aydınlarımızın müştereken okuduğu on kitap bile yok!" dermiş... Bizdeki münevver buhranı bundan daha güzel nasıl ifade edilir bilmem. Rahmetlinin bu "10" rakamını koyarken müsamahalı davrandığını düşünüyorum. Sağ ve sol entellektüelin müştereken okuduğu kitapları parmaklarınızla şöyle bir saymaya başlayınız lütfen. Bana hak vereceksiniz. Binlerce yıllık devlet geleneğimizin devlet ve idare arşivi; binlerce yıllık irfanın külliyatları, kitapları, yazıları, yazıtları muhafaza edilmemiş... Komşumuz Bulgaristan başta olmak üzere vagon vagon Avrupa'ya taşınmış... Kalanları da mahzenlerde çürümeye almışız. Dahası, dili ve anahtarı elimizde değil... A benim merhum ve mağfur hocam, bütün münevverlerimize sunabileceğimiz kaç on kitabımız var ki!..
İşte "Kaht-ı Rical" dediğim olay bu idi...
Yetişmiş adam yokluğunun da, ortalığa hep "karamsar aydın"ların hâkim bulunmasının da, kamuoyunun sâmit ve sâkit olmasının da sebebi, kanaatımca budur.
Merhum KAPLAN'ın, "Kağıttan Adam" diye bir roman denemesi varmış. Okumadım. Ama neyi kastettiğini iyi tahmin ediyorum. Hem Doğu'yu, hem Batı'yı,hem bugünü, hem dünü; nem kendimizi, hem başkasını okumak zorundayız. Doğu'yu okumadan, kendimizi Doğunun tasallutundan nasıl kurtarırız? Batı'yı iyi bitlmezsek, mensubu olmaya çalıştığımız Batı'ya karşı tavrımızı nasıl ortaya koyar, varlığımızı nasıl isbat ederiz? Türk-İslâm medeniyetinin muhteşem "Madde-ruh" sentezini öğrenmeden, ahlakı, san'atı bile madde temeline oturtmaya kalkışan materyalizmin dengesizliğinden kendimizi nasıl koruruz?
İnsan, "şahsiyet"i varsa değerlidir. Kâğıttan adam değil, demire, çeliğe, fezalara hükmeden adam yetiştirmek istiyorsak, onu sloganlarla değil, ilmin,bilginin objektif doğurganlığı ile teçhiz etmek zorundayız. Aksi halde ne " kamuoyu "nda şahsiyet, ne entellektüelde "hakkaniyet" kalır.
JAKOBİN RUH
Merhum KAPLAN'ın "Kâğıttan Adam" esprisini Taha AKYOL "Jakobin ruh" benzetmesiyle izah ediyor. "Şahsiyetsizlik" açısından... Tek taraflı yetiştirilmiş, şartlandırılmış, azmettirilmiş "Jakobin ruh" için sadece iki renk vardır: "Kara" ve "Ak"... İnsan üzerine nutuk çoktur ama "insan" yoktur.
İnsan kılığına girmiş "iyi" ve "kötü" kavramları vardır. "İnsan" diye nutuk atan fanatik, Allah'ın en büyük eseri insanoğlunu değil, kafasındaki kavramı kastetmektedir. İçi boş, "insansız" kavramları... Buna, insanın kavramlara kurban edilmesi de diyebilirsiniz...
Bu içi boş slogan adamı için tek doğru vardır: Kendi düşüncesi, kendi kanaati... Ona zıt düşünmeyegör, alimallah "hain" olursun... Hele biraz da "Türk", "Müslüman", "Gelenek görenek", "Tarih", diyorsan, "Gerici", "Çağdışı" olmaktan seni kimse kurtaramaz. Çocuklarımız bunları gazetelerde okuya okuya; kürsü, radyo ve televizyonda dinleye seyrede; sinema, tiyatro ve temsillerde temasa ede-göre ya mefhum kargaşasına düştüler veya boşverici oldular.
"İyimserlik" mi, "Karamsarlık" mı?... Karamsarlık kötü.. İyimserlikte aşırılık da öyle... "İyi"yi iyi, "Kötü"yü kötü görmek; zaman içerisinde "İyi"de kötülük, "Kötü"de iyilik görülebileceğini bilmek; topyekûn iyilik, topyekûn kötülük peşine düşmemek; hep aşırı, hep keskin değil, bir de "normal", olduğu gibi görünebilmek...
Şahsiyetli, kendini bilen, kendine güvenen, başkasının da insan olduğunu düşünen, onun da inançlarına, kanaatlarına, kimlik ve kişiliğine saygı duyabilen, olaylara tek taraflı değil, tarafsız bakabilen insan budur...
Ya biz nasılız? Tek taraflılıktan, karamsarlıktan şikâyet ediyoruz. Çocuklarımıza, insanımıza bu şartları hazırladık mı?