Cahit Obruk "-Yok hemşerim, kusur kimsede değil/Erkekçe konuşalım, yalansız/Kusur düpedüz senin/Bu dağlar soyunurken çırılçıplak/Elin titrememiş..." diyor ve ilâve ediyor:
"-Hani İç Deniz'in suları?/Hani İç Deniz'in yerleri?/Hani İç Deniz'in yolları?/Bu koca yazı yanmış cayır cayır/Kılın kıpırdamamış./Yeşili dövmüşler/Yeşili kovmuşlar/Yeşili öldürmüşler hemşerim/Gık dememişsin".
"Ne dağ keçisini kına/Ne suçu düşmana yükle/Erkekçe konuşalım hemşerim/Tâ beşyüz yıldan beri korkusuz/Bir suçlu dolaşıyor aramızda/Bu kavruk, bu sarı toprağın ahına/Onu, o suçluyu/Şu kel dağlara aşmalı!"
Böyle diyor Cahit Obruk... Biraz sertçe diyor, biraz sinirli diyor, ama doğru diyor... Şu kel toprakların, şu yağır tepelerin, şu kıraç bellerin bir suçlusu olmalı... O "suçlu"yu bulup, kıraçlar ortasında aşmalı... "Asmalı" ki, suç suçluya kâr kalmasın...
ORTA MALI MI?
Asırlar var ki, ormanı bir "Tanrı nimeti" değil, "orta malı" saymışız. Lüzumu halinde, lâzım olduğu ölçülerde faydalanılan; tecavüz ve sarkıntılık edilen; yolunan, yakılan, yıkılan "mübâhât" olarak görmüşüz... İtiraf edelim ki bu, "millet olma" tecrübemize yakışmayan bir tarihî ve sosyal ayımıbızdır.
"Asırlar var ki" dedim... Birkaç asırdan önceye dilim varmaz. Zira "ağaç", "orman", "yeşil" inanç ve geleneklerimizde bir "dokunulmaz" varlık...
"Yaş kesen baş keser" demişiz... "-Zeyd ormanda dolaşırken, abası bir dala takıldıkta, bakılır: Eğer aba, dala bir gûnâ zarar vermeden kurtarılabilirse, ol yapılır... Ve illâ, aba kesilir" diye fetva vermişiz... Ormanlara tecavüz ve sarkıntılık edenleri "-Ormanlarımdan bir dal kesenin, başını keserim!.." diye korkutmuşuz... Zira, bu masuniyet, kaynağını Kur'-ân'da, sünnette bulmuş... Hz. Peygamber Mekke'de, Medine'de, Taif’te yeşiline, otuna-burcuna dokunulmaz alanlar kurmuş... Bunun için yasaklar, yasaklar, müeyideler kovmuş... Ormanlardan zati ihtiyaçların karşılanmasına, "kesilenin yerine yenisinin dikilmesi" şartıyla izin buyurmuş...
BİZ NE YAPMIŞIZ?
Orta Asya'yı kurutarak Anadolu'ya geldiğimizde bu topraklar bir yeşil, bir zümrüt cennet gibiydi. Buraları biraz da onun için sevmiştik. Gel gör, bu Allah vergisi nimeti "aziz" bilemedik... Ona bir "İçtimaî değer" olarak bakamadık... Onu, "yırtıcı hayvanlar barınıyor" diye yaktık... Tarla açmak için ateşe verdik... Taze-körpe demeden, hayvanlara yem yapıp doğradık. .. Namütenahi ihtiyaçlarımız için akılsız, ahmak kıyımlar yaptık...
Hadi, yeşilin çıldırdığı Karadeniz kıyıları ile, yeşilin can çekiştiği Akdeniz kıyılarını tenzih edelim ama, "orta"sından "doğu"suna "güney doğu"suna varıncaya kadar yurdumuz "kurak", "kıraç", "kel" topraklar haline geldi. Bu kuraklık, bu kıraçlık, bu kellik.millet olarak "huzur-ı ilahi"de yüzümüze bir şamar gibi vurulacaktır diye korkarız...
Peki, bu utanç pazarında, bu utançtan kurtulmak için ne yapıyoruz? "Ağaç Bayramı", "Ağaçlandırma Haftası", "Ormancılık Günü", bunlar güzel... Çocukluğumuzdan beri, bu memleketin ormancılığından sorumlu "en üst", "üst", "taşra" yönetici ve görevlilerinin bir parlayıp bir sönen çabalamalarına da el-hak şahidiz... "Kıl keçisi" üzerine, "yangın"lar üzerine, "kaçakçılık", "usulsüz kesim" üzerine çok nutuk, nasihat, vaaz dinledik... "Protokol" seviyeli nice toplantılar, kutlamalar, kokteyller, resm-i kabuller gördük... Diyelim ki, konuyu büsbütün unutmamak için bunlar da güzel... Fakat alınganlık göstermeyecek ve doğruyu konuşacaksak, bunlar lüzumlu fakat yetersiz tedbirlerdir... "Ormanların korunması" değil, sadece Anadolu'ya eski yeşil kisvesinin iadesi, "kararlı", "iradeli", "devamlı" programlar ister...
BİR RÜYA
Bir yakınım, hayra yorduğumuz rüya görmüş, onu anlattı... "Rüya ile amel edilmez" deyip geçmemeli... Rüya vardır "rahmani"dir. Bir bakarsın, tahakkuk ediverir... Rüya vardır insana güç, ilham verir... O ilhamla yola çıkıp da başarıyı yakalayan çok insan, çok millet vardır. Belki bu rüya da öylesidir.
Rüya bu ya; Türkiye'de bir "seferberlik" ilân edilmiş... "Ağaçlandırma seferberliği"... 7'den 70'e herkes bu seferberliğe katılmış... Anadolu bölge bölge, il il, ilçe ilçe, semt semt, dağ tepe demeden parsellenmiş, işaretlenmiş, haritalanmış... Çok değil, birkaç yıllık bir planlama ile Türkiye baştanbaşa ağaçlandırı lacakmış... Silâhlı Kuvvetler bu işin öncülüğünü yapıyormuş. "Er"den, "astsubay"dan "subay "a kol gücü; araç gereç; plan program hepsi onlardan... Mahallî-sivil erkân, okullar, belediyeler, halk da onlara yardımcı... Yol açan, fidelikler yapan, su taşıyan askerî cemse, grayder, tanker ve diğer vasıtalar. Asker-sivil bir işbirliği ki, dağ taş, böcü börtü bu işbirliğine destanlar yakıyorlarmış...
Rüya esprisi bir yana, Cahit Obruk gücenmesin... Bu "kel", "kavruk" topraklar işte böyle bir "müsbet" aktivite ile yeşertilebilir... "Asmak" için "suçlu" arayarak değil...