Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
KEL TOPRAKLAR - 4 Nisan 1986

Cahit Obruk "-Yok hemşerim, kusur kimsede de­ğil/Erkekçe konuşalım, ya­lansız/Kusur düpedüz se­nin/Bu dağlar soyunurken çırılçıplak/Elin titrememiş..." diyor ve ilâve ediyor:

"-Hani İç Deniz'in suları?/Hani İç Deniz'in yerleri?/Hani İç Deniz'in yolları?/Bu koca yazı yanmış cayır cayır/Kılın kıpırdamamış./Yeşili dövmüşler/Yeşili kovmuşlar/Yeşili öldürmüş­ler hemşerim/Gık deme­mişsin".

"Ne dağ keçisini kına/Ne suçu düşmana yükle/Erkek­çe konuşalım hemşerim/Tâ beşyüz yıldan beri korku­suz/Bir suçlu dolaşıyor ara­mızda/Bu kavruk, bu sarı toprağın ahına/Onu, o suç­luyu/Şu kel dağlara aşma­lı!"

Böyle diyor Cahit Ob­ruk... Biraz sertçe diyor, bi­raz sinirli diyor, ama doğru diyor... Şu kel toprakların, şu yağır tepelerin, şu kıraç bellerin bir suçlusu olmalı... O "suçlu"yu bulup, kıraç­lar ortasında aşmalı... "Asmalı" ki, suç suçluya kâr kalmasın...

ORTA MALI MI?

Asırlar var ki, ormanı bir "Tanrı nimeti" değil, "orta malı" saymışız. Lüzu­mu halinde, lâzım olduğu öl­çülerde faydalanılan; tecavüz ve sarkıntılık edilen; yolu­nan, yakılan, yıkılan "mübâhât" olarak görmü­şüz... İtiraf edelim ki bu, "millet olma" tecrübemize yakışmayan bir tarihî ve sos­yal ayımıbızdır.

"Asırlar var ki" dedim... Birkaç asırdan önceye dilim varmaz. Zira "ağaç", "orman", "yeşil" inanç ve geleneklerimizde bir "dokunulmaz" varlık...

"Yaş kesen baş keser" de­mişiz... "-Zeyd ormanda do­laşırken, abası bir dala takıldıkta, bakılır: Eğer aba, da­la bir gûnâ zarar vermeden kurtarılabilirse, ol yapılır... Ve illâ, aba kesilir" diye fetva vermişiz... Ormanlara tecavüz ve sarkıntılık edenleri "-Ormanlarımdan bir dal kesenin, başını keserim!.." diye korkutmuşuz... Zira, bu masuniyet, kaynağını Kur'-ân'da, sünnette bulmuş... Hz. Peygamber Mekke'de, Medine'de, Taif’te yeşiline, otuna-burcuna dokunulmaz alanlar kurmuş... Bunun için yasaklar, yasaklar, müeyideler kovmuş... Ormanlardan zati ihtiyaçların karşılanmasına, "kesilenin yerine yenisinin dikilmesi" şartıyla izin buyurmuş...

BİZ NE YAPMIŞIZ?

Orta Asya'yı kurutarak Anadolu'ya geldiğimizde bu topraklar bir yeşil, bir zümrüt cennet gibiydi. Bura­ları biraz da onun için sev­miştik. Gel gör, bu Allah vergisi nimeti "aziz" bileme­dik... Ona bir "İçtimaî değer" olarak bakamadık... Onu, "yırtıcı hayvanlar barınıyor" diye yaktık... Tarla açmak için ateşe ver­dik... Taze-körpe demeden, hayvanlara yem yapıp doğ­radık. .. Namütenahi ihtiyaç­larımız için akılsız, ahmak kıyımlar yaptık...

Hadi, yeşilin çıldırdığı Ka­radeniz kıyıları ile, yeşilin can çekiştiği Akdeniz kıyıla­rını tenzih edelim ama, "orta"sından "doğu"suna "gü­ney doğu"suna varıncaya ka­dar yurdumuz "kurak", "kıraç", "kel" topraklar haline geldi. Bu kuraklık, bu kıraçlık, bu kellik.millet ola­rak "huzur-ı ilahi"de yüzü­müze bir şamar gibi vurula­caktır diye korkarız...

Peki, bu utanç pazarında, bu utançtan kurtulmak için ne yapıyoruz? "Ağaç Bayra­mı", "Ağaçlandırma Hafta­sı", "Ormancılık Günü", bunlar güzel... Çocukluğu­muzdan beri, bu memleketin ormancılığından sorumlu "en üst", "üst", "taşra" yönetici ve görevlilerinin bir parlayıp bir sönen çabalamalarına da el-hak şahidiz... "Kıl keçisi" üzerine, "yangın"lar üzerine, "kaçakçılık", "usulsüz kesim" üzerine çok nutuk, nasihat, vaaz dinle­dik... "Protokol" seviyeli nice toplantılar, kutlamalar, kokteyller, resm-i kabuller gördük... Diyelim ki, konu­yu büsbütün unutmamak için bunlar da güzel... Fakat alınganlık göstermeyecek ve doğruyu konuşacaksak, bunlar lüzumlu fakat yeter­siz tedbirlerdir... "Ormanla­rın korunması" değil, sadece Anadolu'ya eski yeşil kisve­sinin iadesi, "kararlı", "ira­deli", "devamlı" programlar ister...

BİR RÜYA

Bir yakınım, hayra yordu­ğumuz rüya görmüş, onu anlattı... "Rüya ile amel edilmez" deyip geçmemeli... Rüya vardır "rahmani"dir. Bir bakarsın, tahakkuk ediverir... Rüya vardır insana güç, ilham verir... O ilham­la yola çıkıp da başarıyı ya­kalayan çok insan, çok mil­let vardır. Belki bu rüya da öylesidir.

Rüya bu ya; Türkiye'de bir "seferberlik" ilân edil­miş... "Ağaçlandırma sefer­berliği"... 7'den 70'e herkes bu seferberliğe katılmış... Anadolu bölge bölge, il il, ilçe ilçe, semt semt, dağ tepe demeden parsellenmiş, işa­retlenmiş, haritalanmış... Çok değil, birkaç yıllık bir planlama ile Türkiye baştan­başa ağaçlandırı lacakmış... Silâhlı Kuvvetler bu işin ön­cülüğünü yapıyormuş. "Er"den, "astsubay"dan "su­bay "a kol gücü; araç gereç; plan program hepsi onlar­dan... Mahallî-sivil erkân, okullar, belediyeler, halk da onlara yardımcı... Yol açan, fidelikler yapan, su taşıyan askerî cemse, grayder, tan­ker ve diğer vasıtalar. Asker-sivil bir işbirliği ki, dağ taş, böcü börtü bu işbirliğine destanlar yakıyorlarmış...

Rüya esprisi bir yana, Ca­hit Obruk gücenmesin... Bu "kel", "kavruk" topraklar işte böyle bir "müsbet" aktivite ile yeşertilebilir... "Asmak" için "suçlu" ara­yarak değil...