Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
EĞİTİMDE ÇARPIKLIKLAR - 13 Mayıs 1986

Okul ve okul dışı eğitimi, bir milletin millet olarak kalmasının başlıca teminatı olsa gerektir.

İnsanoğlunun diğer canlı­lardan farkı, "Aklı" nimeti değil midir? Aklın bir ilâhî nimet oluşu, insanın yaşayı­şına tertip (ve düzen) vermesindendir. "Akıl" denilen bu ilâhi atıfet ve imtiyaz, kendisine başvurulan bir "Mi'yar" değilse, insanın diğer varlık­lardan ne farkı kalır?.. C. Hakkın "Tin Suresi"ndeki hikmetli hükmü de, herhalde budur:

"Yemin olsun ki, biz insa­nı en güzel şekilde yarattık. Sonra onlardan bazılarını, iş­ledikleri yüzünden aşağıların da aşağısına indirdik."

"Akıl" deyiniz,"Eğitim" deyiniz, işte ilâhî hüküm!..

Eskilerin "Ta'lim ve terbiye" dedikleri "Eğitim-öğretim", şimdilerde mânâ ve esprisi üzerinde pek durul­mayan, daha doğrusu hiç du­rulmayan mefhumlar haline geldi.

BİR BABANIN ŞİKAYETİ

Bir yakın dost, bizi de "Maarifçi" saydığı için ola­cak, derinden üzüldüğünü söylediği bir tesbitini anlattı, özet olarak şöyle:

"-Benim iki oğlum var. Bi­rini, ailede dinini bilen, bize de öğreten birisi bulunsun di­ye imam-hatip lisesine verdim. Diğerini de, lisan bilsin, yurt içinde ve yurt dışında is­tediği üniversiteye girebilsin, çağın bilgileriyle mücehhez bulunsun, hattâ ne yalan söy­leyeyim, yarın Türkiye'nin idaresinde de söz sahibi olsun diye, yabancı dille öğretim ya­pan bir koleje gönderdim. Şimdi ikisi de lise seviyesinde; ikisinin de not, karne ve sınıf geçme durumları iyi. Özellikle son yıl içerisinde ço­cukların birbirleriyle fikrî münakaşalar yaptıklarını farkettim. Şans oyunlarından tutun da, spora, musikiye, Ermeni ve azınlıklar mesele­sine, Türkiye'nin uzak ve ya­kın tarihine, dünya üze­rindeki      kalkınmışlık-kalkınmamışlık durumuna kadar... Çocukların, büyük adamlar gibi fikrî tartışmalar yapmaları, başlangıçta hoşu­ma da gitmedi değil. Fakat giderek dikkatimi çeken ve beni üzen bir şey ol­du: Çocukların hayat tercih­lerinde birbirleriyle 180 dere­ce zıt farklılıklar var. Bunu farkedince, tartışmalarına za­man zaman ben de katıldım ve bir hakem gibi yanlışları­nı düzeltmeye çalıştım. Anla­dım ki çocuklarda şimdilik inat yok. "Ben bunu bilmiyordum ki!.. Bize bunu öğret­mediler ki, ne bileyim!?" gi­bi müsbet yaklaşımları bile oldu. Ya ileride bu bilmezlik, karakter oluşumunda mües­sir olursa!.."

Ben kendisini "Delikanlı­lık çağıdır, tartışma psikolojisidir" diye teskin et­meye çalıştım ama, itiraf ede­lim ki, bir babanın, çok azımızda bulunan "Baba" olma mes’uliyetine dayalı endişesi işte bu!..

Aslında Türk insanının en az birbuçuk yüzyıllık dramı bu... Eğitimde farklılık, kök­süzlük, yozlaşma. Peyami Safa'nın "Fatih Harbiye''sinde, Necip Fazıl'ın "Ahşap Konak" ve "Muhasebe"sinde işlenen konu da bu!.. Ay­nı ülkede, aynı şehir, kasaba veya köyde, aynı apartmanda, hattâ aynı ailede, birinin "Ak'' dediğine, diğerinin "Kara" dediği iki ayrı kafa, iki ayrı yetişme tarzı, iki ayrı kültür...

Fikir ve kanaatlarda fark­lılık olur, olmalıdır da... Ama teferruat konularında... Biri Türk tarihini "Eli sopalı, gözü dönmüş adamlarla kapkara" tasvir eder, diğeri aksini savunursa; biri "Ci­hanşümul bir Türk kültürü (mimarisi, musikîsi, edebiya­tı) bulunmadığını" iddia eder, diğeri kendini bunun zıddını isbata mecbur sayar­sa işte, iki ayrı nesil, işte iki ayrı karakter!.. Kimse kimseyi şartlandırmasın. Bu doğru ama, tarihî ve aktüel gerçekleri bir "Milli eğitim" mi'yarı ile öğrettik­ten sonra değil mi?..

Sahi biz "Türk Tarih"ni halâ eli sopalı adamlar, rüküş manzaralarla mı okutuyoruz çocuklarımıza?.. öyle olma­lı ki, bir başka baba da bun­dan yakınıyor:

"Şehrimizde Cumhuriyet Müzesi adıyla bir müze açıl­dı. Biri ilk, diğeri ortaokul­da okuyan çocuklarımı iki yanıma alıp, müzeyi gezdir­mek istedim. Arzu ettim ki, geçmişin iftihar ve gurur gün­lerini görsünler, bugünleriy-le övünsünler. Heyhat, girdi­ğimiz ilk salonda bizi din adamı kılıklı bed adamların uzun sopaları, falakalar, çir­kin padişah figürleri karşıladı. Daha ileriye gitmek istemedim, çocuklarımı alıp âdeta kaçtım."

"-Taze, körpe dimağlara olumsuzluklar, kara görüntü­ler yerine tarihimizin ışıklı, aydınlık yönlerini okutsak ol­maz mı?.."

KADİM  YANLIŞLIK

Bu haklı itirazı duyunca, "Atatürk'ün doğumunun 100'üncü yılının kutlanması" programlarıyla ilgili olarak televizyonda yayınlanan bir konuşmayı hatırladım. Bir emekli bayan öğretmen, şun­ları anlatıyordu:

"-Cumhuriyet Bayramı tö­renleri sebebiyle, öğrencile­rimle birlikte Çankaya'da Paşa'nın huzuruna çıkmış, öğ­rencilerime şiirler okutmuş­tum. Şiirlerden birinde, padişahları kötüleyen bir ifade vardı. Rahmetli Atatürk bu ifadeleri duyunca rahatsız oldu, kaşlarını çattı, öğrencileri dışarıya çıkarmamı işaret etti. Çocuklar çıkınca, bana şunları söyledi: "Çocuklara, ecdada niçin hakaret ettiriyorsunuz? Onlar kendi devirlerinde yapabileceklerini yaptılar. Geçmişi kötülemek­te ne fayda var!?"

Aramızda bu ikaza muhtaç bulunmayan kaç kişi kaldı bilmiyorum. Kimleri kimlere küfrettirmedik, neleri nelere düşman etmedik ki?..

Hâlâ "eğitim"mi, "öğretim"mi, ona bile karar vermiş değiliz...

Eğitim-öğretimde üslûp birliği, "Milli"lik sağlanmadan, hiçbir yere varamayaca­ğımız bilinmiyor.

Aynı okulda öğretmenler­den biri sağı, diğeri solu gös­terirse; derslerden birinde öğ­retileni diğer ders yalanlarsa; ailede öğretileni okul, okul­da öğretileni aile, sokak veya sosyal çevre çocuğun elinden geri alırsa bu öğretimden ne beklenir?..

Her şeyden önce okul ve okul dışı eğitimdeki bu çar­pıklıklar önlenmelidir!..

Kalkınma da, millî bütün­lük de,"çağdaşlık" denilen şey de buna bağlıdır.