Japonya ve Türkiye, Asya’ın iki ucunda iki kadîm ülke.. Her ikisi de tarihî medeniyetlere imzalarını atmışlar. Her ikisi de hem yükselme, hem inhitat,inkıraz ve fetret günleri yaşamışlar. Her ikisi de "Batı Medeniyeti" denilen madde medeniyetinin hedefi olmuşlar. Biz, hak-hukuk götürdüğümüz topraklardan geri çekilirken, tarihin bir eşine daha rastlamadığı kırım ve kıyımlar yaşamışız. Aynı akıl almazlık Hiroşima ve Nagazaki facialarıyla Japonya'ya da uygulanmış.
Ama Japonya, bağlanmak istendiği zincirlerden kurtulmasını bilmiş, öyle bir hamle, öyle bir silkiniş yapmış ki, -iki süper devletten sonra-"3'üncü büyük" olarak dünyadaki yerini almış..
Japonya'yı bu köşede birden çok sohbete konu yapmış, başka mevzulardaki bazı yazılarımda da, Alman ve Japon kalkınmasından, örnek modeller olarak söz etmiştim. Fakat Japon kalkınma modeli, sebep-sonuç ve muhtevasıyla bize daima meçhul kalmıştı. Muhterem Ahmet Kabaklı hocamız, konuyu "bakan" değil, "gören" gözlerle yerinde inceledi. Az bulunur ibretlerle de Türk okuyucusuna sunuyor. Maddî ve manevî temelleriyle ciltlere sığmayacak "Japon Kalkınma Olayı"nı ise bir kısa cümle ile özetleyiverdi; "Ahlâk ve hüner diyarı Japonya" diye...
Ahmet Kabaklı hocamızın mütefekkir, edîb, sanatkâr, tecrübeli düşünce dünyasından süzülüp çıkan bu tahlil sentezden iktisat bilimcileri ve uygulayıcılar mutlaka faydalanacaklardır.
AHLAK VE HÜNER
“Ahlâk" ve "hüner", kalkınmanın maddî ve manevî temelleri olarak, herhalde vazgeçilmez istinatlardır. Bizim birbuçuk yüzyıllık kalkınma çabalarımızdaki yanlışımız ise, galiba bu iki temel istinatgahı göremeyişimiz, kâh tek ayak üzerinde, kâh hiç ayaksız yürümeye kalkışmamızdır.
Felsefî ve nazarî mânâda değil, "yaşanan" şekliyle "ahlâk", fert ve cemiyet için şüphesiz ruhî ve içtimaî bir disiplindir, onsuz olmaz bir disiplin.
"Ahlâk" olmadan, "teknik kalkınma"yı bir yere kadar getirseniz dahi, istikrarlı bir yükselme çizgisinde tutamazsınız. Daha önemlisi, o tekniği "insan" ve. "insanlık" hayrına kullanamazsınız.
"Hüner" ise, akıl ve zekânın işe uygulanması olsa gerektir. "Sünnetullah" denilen tabiî kanunları, Allah'ın verdiği akıl gücü ile keşfetmek, o kanunları işe uygulamak.
Japonya bunu kâmil mânâda başarmış, öylesine başarmış ki, Türkiye'nin yarısı kadar topraklar üzerinde 120 mjlyonluk nüfusa rağmen, "Adeta insansız, kargaşasız, gürültüsüz, kendi kendine işleyen bir nizam kurmuşlar. Tekniğin, ilmin, nizamın en üst basamağından çatıya da çıkmışlar ama, insanlıkları ölmemiş. Yükseldikçe alçak gönüllü olmuşlar. Konfor, teknik,ihracat, gelir konularındaki Japon gerçeği hayalleri bile aşarken, tevazuda da o ölçüde derinleşmişler."
İhracatta 176 milyar dolar gibi inanılmaz bir rakama ulaşmışlar. Ne ile?.. "Japonya çürük ve hileli mal satmaz" dedirten toplu ahlâkî şuur ile. 120 milyonluk nüfusu âdeta bir "aile" şuuru içerisinde tutan millî dayanışma ile. Ahmet Kabaklı hoca, bu gerçeklere bakarak, kararını veriyor: "Görülüyor ki, mucize dedikleri şey, Japon ahlâkında odaklanmaktadır". Doğrudur, tastamam doğrudur. Maddeyi güden, ruh ve mânâdır. Nitekim bir Japon yönetici de şöyle diyor: "Biz dünyanın her tarafından kültür ve hüner alır, fakat onları Japon'laştırırız."
İşte dünyaya parmak ısırtan bir "Şark ülkesi"nin "Batı"yı da koyup geçen ileri hamlesindeki sır!..
YA BİZDE?!
Kalkınma çabalarımızı Japonya ile aynı yüzyılda başlattık. Bizim hatâmız, "Batı"nın tekniğini alalım derken, kendimizden büsbütün kaçmamız oldu. "Madde"yi emrimize alalım, onu refahımız için kullanalım derken, onu âdeta ilâhlaştırdık. Maksat üzüm yemekti ama, bağcıyı dövmekten başka şey düşünmez olduk. "Öz"de değil, şekil ve kabukta kalan bir kördöğüş başlattık. Kılık-kıyafet, çatal-kaşık tutma âdeti, selâm verme usûlünden ileri gitmeyen bir medeniyet (!) yarışına girdik. En müessir, en aktif ilerleme (!) hamlemiz, zaman zaman "gerici avı"na çıkmak oldu. Cumhuriyet'in ilk yıllarında başlatılan imar hamlesini bile bir süre sonra bir kenara itiverdik. Sonunda ne oldu? Elimizde "ahlak"sız, "hüner"siz, maneviyatsız, vatan-millet tanımaz nesiller kalıverdi. "Türkiye dışarıya hileli ve çürük mal satmaz" imajı nerde, ihraç mallarımız, gönderildiği ülkelerden, hileli olduğu gerekçesiyle geri gönderildi: Yabancılara borç-harç kurdurduğumuz fabrikaları, ideolojik maksatlarla, kendi ellerimizle tahrib ettik. "Grev-boykot" dalgalarıyla, rızık kapımız işyerlerini işlemez, devlet dairelerini çalışmaz hâle getirdik. 50 milyon nüfusu bir "aile" ve millet "şuuru" içerisinde bir ve bütün tutmak yerine, alimallah birbirimizi, hattâ polisimizi, askerimizi arkadan vurduk.
"O mahalle sağcıların, bu mahalle solcuların" diye sokaklarımızı, kapımızı ve gönümüzü birbirimize kapattık.
Şimdi biraz aklımız başımıza geldi de, bunları konuşabiliyor, düşünebiliyoruz.
Japon kalkınma modelinden alacağımız bir ders varsa; o da, önce "Türk" olduğumuzun şuuruna varmak; millî kıymet hükümlerimiz, yaşayış ve an’anelerimizle evvelemirde "Türk" ve 'Müslüman" olmak; çağın en ileri tekniklerini bu altyapı, bu millî şuur üzerine oturtmaktır.
Bunları Japonya'dan alalım demek bile bize ağır ve ters gelir. Fakat ne yapalım ki, henüz bu seviyedeyiz.