Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
JAPONYA-TÜRKİYE - 3 Haziran 1986

Japonya ve Türkiye, Asya’ın iki ucunda iki kadîm ülke.. Her ikisi de tarihî me­deniyetlere imzalarını atmış­lar. Her ikisi de hem yüksel­me, hem inhitat,inkıraz ve fetret günleri yaşamışlar. Her ikisi de "Batı Medeniyeti" denilen madde medeniyetinin hedefi olmuşlar. Biz, hak-hukuk götürdüğümüz top­raklardan geri çekilirken, ta­rihin bir eşine daha rastlama­dığı kırım ve kıyımlar yaşa­mışız. Aynı akıl almazlık Hi­roşima ve Nagazaki facialarıyla Japonya'ya da uygulan­mış.

Ama Japonya, bağlanmak istendiği zincirlerden kurtul­masını bilmiş, öyle bir ham­le, öyle bir silkiniş yapmış ki, -iki süper devletten sonra-"3'üncü büyük" olarak dün­yadaki yerini almış..

Japonya'yı bu köşede bir­den çok sohbete konu yapmış, başka mevzulardaki bazı yazılarımda da, Alman ve Ja­pon kalkınmasından, örnek modeller olarak söz etmiş­tim. Fakat Japon kalkınma modeli, sebep-sonuç ve muh­tevasıyla bize daima meçhul kalmıştı. Muhterem Ahmet Kabaklı hocamız, konuyu "bakan" değil, "gören" göz­lerle yerinde inceledi. Az bu­lunur ibretlerle de Türk oku­yucusuna sunuyor. Maddî ve manevî temelleriyle ciltlere sığmayacak "Japon Kalkın­ma Olayı"nı ise bir kısa cümle ile özetleyiverdi; "Ah­lâk ve hüner diyarı Japonya" diye...

Ahmet Kabaklı hocamızın mütefekkir, edîb, sanatkâr, tecrübeli düşünce dünyasın­dan süzülüp çıkan bu tahlil sentezden iktisat bilimci­leri ve uygulayıcılar mutlaka faydalanacaklardır.

AHLAK VE HÜNER

“Ahlâk" ve "hüner", kalkınmanın maddî ve manevî temelleri olarak, her­halde vazgeçilmez istinatlar­dır. Bizim birbuçuk yüzyıllık kalkınma çabalarımızdaki yanlışımız ise, galiba bu iki temel istinatgahı göremeyişimiz, kâh tek ayak üzerinde, kâh hiç ayaksız yürümeye kalkışmamızdır.

Felsefî ve nazarî mânâda değil, "yaşanan" şekliyle "ahlâk", fert ve cemiyet için şüphesiz ruhî ve içtimaî bir disiplindir, onsuz olmaz bir disiplin.

"Ahlâk" olmadan, "tek­nik kalkınma"yı bir yere ka­dar getirseniz dahi, istikrarlı bir yükselme çizgisinde tuta­mazsınız. Daha önemlisi, o tekniği "insan" ve. "insanlık" hayrına kullana­mazsınız.

"Hüner" ise, akıl ve zekâ­nın işe uygulanması olsa ge­rektir. "Sünnetullah" deni­len tabiî kanunları, Allah'ın verdiği akıl gücü ile keşfet­mek, o kanunları işe uygula­mak.

Japonya bunu kâmil mâ­nâda başarmış, öylesine ba­şarmış ki, Türkiye'nin yarısı kadar topraklar üzerinde 120 mjlyonluk nüfusa rağmen, "Adeta insansız, kargaşasız, gürültüsüz, kendi kendine işleyen bir nizam kurmuşlar. Tekniğin, ilmin, nizamın en üst basamağından çatıya da çıkmışlar ama, insanlıkları ölmemiş. Yükseldikçe alçak gönüllü olmuşlar. Konfor, teknik,ihracat, gelir konula­rındaki Japon gerçeği hayal­leri bile aşarken, tevazuda da o ölçüde derinleşmişler."

İhracatta 176 milyar dolar gibi inanılmaz bir rakama ulaşmışlar. Ne ile?.. "Japon­ya çürük ve hileli mal sat­maz" dedirten toplu ahlâkî şuur ile. 120 milyonluk nü­fusu âdeta bir "aile" şuuru içerisinde tutan millî dayanış­ma ile. Ahmet Kabaklı ho­ca, bu gerçeklere bakarak, kararını veriyor: "Görülü­yor ki, mucize dedikleri şey, Japon ahlâkında odaklan­maktadır". Doğrudur, tasta­mam doğrudur. Maddeyi gü­den, ruh ve mânâdır. Nitekim bir Japon yönetici de şöyle diyor: "Biz dünyanın her ta­rafından kültür ve hüner alır, fakat onları Japon'laştırırız."

İşte dünyaya parmak ısır­tan bir "Şark ülkesi"nin "Batı"yı da koyup geçen ileri hamlesindeki sır!..

YA BİZDE?!

Kalkınma çabalarımızı Ja­ponya ile aynı yüzyılda başlattık. Bizim hatâmız, "Batı"nın tekniğini alalım derken, kendimizden büsbü­tün kaçmamız oldu. "Madde"yi emrimize alalım, onu refahımız için kullanalım derken, onu âdeta ilâhlaştırdık. Maksat üzüm yemekti ama, bağcıyı dövmekten başka şey düşünmez olduk. "Öz"de değil, şekil ve ka­bukta kalan bir kördöğüş başlattık. Kılık-kıyafet, çatal-kaşık tutma âdeti, se­lâm verme usûlünden ileri gitmeyen bir medeniyet (!) yarışına girdik. En müessir, en aktif ilerleme (!) hamle­miz, zaman zaman "gerici avı"na çıkmak oldu. Cumhuriyet'in ilk yıllarında baş­latılan imar hamlesini bile bir süre sonra bir kenara itiverdik. Sonunda ne oldu? Eli­mizde "ahlak"sız, "hüner"siz, maneviyatsız, vatan-millet tanımaz nesiller kalıverdi. "Türkiye dışarıya hileli ve çürük mal satmaz" imajı nerde, ihraç mallarımız, gön­derildiği ülkelerden, hileli ol­duğu gerekçesiyle geri gönde­rildi: Yabancılara borç-harç kurdurduğumuz fabrikaları, ideolojik maksatlarla, kendi ellerimizle tahrib ettik. "Grev-boykot" dalgalarıyla, rızık kapımız işyerlerini işle­mez, devlet dairelerini çalış­maz hâle getirdik. 50 milyon nüfusu bir "aile" ve millet "şuuru" içerisinde bir ve bü­tün tutmak yerine, alimallah birbirimizi, hattâ polisimizi, askerimizi arkadan vurduk.

"O mahalle sağcıların, bu mahalle solcuların" diye so­kaklarımızı, kapımızı ve gön­ümüzü birbirimize kapattık.

Şimdi biraz aklımız başımıza geldi de, bunları konu­şabiliyor, düşünebiliyoruz.

Japon kalkınma modelinden alacağımız bir ders varsa; o da, önce "Türk" olduğumuzun şuuruna varmak; millî kıymet hükümlerimiz, yaşayış ve an’anelerimizle evvelemirde "Türk" ve 'Müslüman" olmak; çağın en ileri tekniklerini bu altya­pı, bu millî şuur üzerine oturtmaktır.

Bunları Japonya'dan alalım demek bile bize ağır ve ters gelir. Fakat ne yapalım ki, henüz bu seviyedeyiz.