Türkiye son birkaç yüzyıldır bir kültür arayışı içerisinde: Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet... Cumhuriyet döneminde de belli aralarla askerî müdahaleler, onarma hareketleri... Her müdahale ve onarma girişiminden sonra yeni anayasalar, anayasa tadilleri... Zaman zaman ortaya çıkan sendika-işçi, üniversite-gençlik olayları, içtimaî çalkantılar... Anayasa ihlâli iddiaları, rejim bunalımları, mangalda kül bırakmayan alenî, sivri, sert tartışmalar, ithamlar...
Bunların bir sebebi var. Çağın şartlarına ayak uyduralım derken, kültür arayışında ölçüyü kaçırmak, millî kimliğimizi inkâr etmek...
Her milletin diğer milletlerden ayrı, kendine ait şartları, tarihî gerçekleri, sosyal dokusu var. İdareye talip olanlar her şeyden önce, mensup oldukları toplumun sosyal dokusunu iyi bilmek; işleyiş mekanizmasını iyi tanımak zorundadırlar. Zira kalkınma, ıslahat tedbir ve teklifleri bu sosyal doku, bu işleyiş mekanizmasına göre tesbit ve tercih edilecektir. Doktor, evvelemirde hastanın hastalığını, sonra bünyesini iyi tanımak zorundadır. Bir hastalığa iyi gelen ilâç, diğer bir hastalığı artırabilir. Bünyenin bir ilâca reaksiyonu olur da, onu kabul etmez. Sosyal bünye de öyledir. Islahat, inkılâp ve idareye talip olanların en büyük güçlüsü de budur.
AYDIN İHANETİ
Peyami Safa'nın bir "münevver" tarifi var. Bu tarife göre münevver odur ki, mensubu bulunduğu milletin inançlarını, geleneklerini, tarihi gelişmesini, misyonunu bilir, ona inanır, kalkınma tekliflerini bu mi'yâra vurarak, bir doktor dikkati ile ortaya koyar.
"Millete rağmen", milletin tarihî misyonu, sosyal yapısı nazara alınmadan, başka milletlerin kendileri için hazırladıkları çözümleri "yenilik" olarak sunarsanız, millî bünye onu kabul etmeyebilir. Peşinden de sosyal çözülmeler, itimatsızlıklar, ideolojik kamplaşmalar, kavgalar ortaya çıkar. Son birbuçuk yüzyıldır Türk aydınının yaptığı budur. "Tanzimat", "Meşrutiyet", "Cumhuriyet" gibi ıslahat hamlelerinde hep "iyi" yakalanmış, fakat ileriki uygulamalar bu "iyi" üzerine oturtulamamiştir. Temelde "İslâm medeniyeti"ne mensup Türk milletinin, talip olduğu "Batı medeniyeti "ne ait değerler sistemi içerisinde müstakâr yükselme çizgisini bir türlü yakalayamamasının sebebi budur. Türk milletinin son yüzyıllar kalkınma serüveni incelendiğinde, problemin bu "aydın ihaneti"nde odaklandığı görülür. Türk aydını halkına inanmayan, halkın da kendisine inanmadığı, milletinden kopuk, yabana hayranı bir "mutlu azınlık" intibaı sergilemiştir.
Bu, tarihte eşi az bulunur bir ihanettir. Bilmezliğe, moda heveslere dayanan bir ihanet. Beynelmilel kültür emperyalizminin bu ihanetten azamî ölçüde menfaatlandığını söylemek doğru olur.
BİR HANDİKAP Kİ!..
Dünyada şartlar değişiyor. "Dün" endüstri toplumu"ndan bahsedilirken, bugün "endüstri ötesi toplum"dan söz ediliyor. Her millet için, bu yeni şartlara, yeni çareler bulma zarureti vardır. Bu badirede bizim slogan aydınları "şekil"den, şekilcilikten öteye geçemediler, önce, birbirlerini kınayan iki gruba ayrıldılar: "İlericiler", onlara karşı çıkanlar. Kendilerine "ilerici" diyenler, millî bünyeye uymayacak elbiseler peşinde idiler, Onların "gerici" dediği muhalifleri ise, yabana formüllere, hattâ bilcümle yeniliklere karsı çıkmakla yetiniyorlar, millî bünyemize uygun makûl teklifler üretmiyor, üretemiyorlardı.
İkisi de yanlıştı. Dünyayı, dünyada gelişen şartları adım adım takip edeceksiniz. Bu şartlara uygun "yeni" çareler, çözümler bulacaksınız. O çözümleri millî bünyenize adapte edecek ve gecikmeden uygulayacaksınız. Aksi halde hâdiselerin gerisinde kalır, onlara "hâkim" değil, "tâbi" hâle gelirsiniz.
Kopya formüller aramak da, onlara karşı çıkmakla tatmin olup oturmak da çare değildir. Bizim yanlışımız bu olmuştur.
MİLLİ KÜLTÜR
Genç mütefekkir Muhammed Sarıtaş çareyi bir “Milli Kültür Projesi” hazırlamakta görüyor. (Türkiye Kültür ve San'at Yıllığı-1985, Yazarlar Birliği, sh. 73-84).
Sarıtaş'a göre, tahlilci ve objektif düşünüşten mahrum Türk aydını son yüzyıllar içerisinde kendisini şema ve sloganlardan kurtaramamış; sonunda, beynelmilel emperyalizme ait provakasyonların birer figüranı haline gelmiştir.
Millet olarak ayakta kalmak istiyorsak, bundan süratle kurtulmak zorundayız. Bunun yolu "kültür farklılaşmalarını sınırlayabilmek", "ortak kültür paydaları bulmak", "bütünleştirici kültür faktörlerini araştırıp belirleyerek, onları yaygınlaştırmak"tır.
Adına "Millî Kültür Projesi" denilecek bu hamle, evvelemirde devletin bu işle mükellef kuruluşlarınca başlatılmalıdır. Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, TRT Kurumu Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, ilgili bakanlık ve kuruluşların bir araya gelerek hazırlayacakları "Millî Kültür Projesi" her dereceden okullarda, radyo ve televizyonda, tiyatro ve sinemalarda, cami ve salonlarda, basın-yayın organlarında yapıcı bir üslûp ve ısrarla uygulanmalıdır.
Her kesimin kendini haklı görüp, diğer kesimleri "hain" ilan etmesi, ülkemizde sonuçsuz bir kördöğüş başlatmıştır. "Aydın"lar eliyle ortaya çıkan bu illet, bu defa yine devletin bürokratlarını teşkil eden münevver kesimce tedavi edilebilir.
Bu, aynı zamanda bir "ihkak-ı hak "tır.