Türkiye'de bazı mefhumlar üzerinde, "kavram kargaşası" devam ediyor. "Din" ve dinin fonksiyonu üzerindeki spekülatif değerlendirmeler bunların başında geliyor.
"Millî terbiye", "milli kültür" konuları da bunlardan.
Türk milleti olarak dünya üzerinde varlığımızı sürdüreceksek, Türkiye'de artık hiç olmazsa temel bazı müesseseler hakkında kanaat birliğine ulaşmalıyız. Devlet ve idare olarak, aydınlar olarak... Fikir ve kanaat hürriyetinin bulunduğu bir ülkede herkes dilediği gibi düşünmek; düşüncesini istediği gibi açıklamak hürriyetine sahiptir. Bunu tabiî buluruz... "Allah"a, "Peygamber"e ve "din"e, hatta topkeyûn mukaddeslere inanmayanın inançsızlığından da, bu inançsızlığını -inananları rencide etmemek şartıyla- açıklamasından da rahatsız olmayız... Demek istediğimiz, devletin "gizli" ve "açık" faaliyet gösteren kuruluşları olarak "din" gibi, "millî eğitim" ve "millî kültür" gibi temel bazı müesseseler ve bunların fonksiyonları üzerinde fikir ve uygulama birliği halinde değiliz... Bunlar ki, milleti millet yapan temel unsurlardır.
Sözgelişi, Türkiye'de zaman zaman "irtica" tehlikesi gündeme getirilir. Bazı üniversite mensupları, bazı yazar-çizerler, resmî kişiler, hatta üst yöneticiler bu konuda "ilân-ı fikr" ederler. Bazıları "Yok" derler, bazıları "Var”... "Yok" diyenlerin de, "Var" diyenlerin de "doğru" ve "yanlış"ları olur... İki tarafın da "yanlışları", "doğruları"nı götürür, tartışma ve kargaşa da bir türlü bitmez, sürer-gider...
Bu kargaşanın tehlikesi şuradadır ki, "din" gibi vazgeçilmez ve hassas bir konuda, bu davranışlarımız sebebiyle, birbirlerine karşı fikir grupları oluşur. Sayıca daha büyük kitleler tartışma ortamına çekilir. Sonunda, devlet ve millet hayatında, bu temel müessesenin müsbet fonksiyonlarından istifade edilemez. Tam aksine, bu çok lüzumlu müessese, ayrılık ve kavga konusu bile olur...
"Millî eğitim (yani terbiye)", "millî kültür" konuları da aynıdır. Birimizin "ak" dediğine diğerlerimiz "kara" der, kalkınma çabalarında faydalı ve itici bir güç böylece kavga ve yerinde sayma saiki oluverir...
Bunun sebebi, yukarıda sözünü ettiğimiz içtimaî müesseseler ve fonksiyonları üzerinde . "idare", "uygulayıcılar" ve "aydın kesim" olarak fikir birliği halinde olmamamızdır.
“İRTİCA” MİSALİ
“İrtica” misalini alalım. “İrtica” denilince, "din" müessesesinden "sapmalar"; dinin amme ve devlet düzenine yönelik "istismar"ı kastediliyor. Fakat biz "irtica" ile mücadeleye girişirken bu sınırda kalmıyoruz. Bazılarımız bilerek, birçoğumuz bilmeyerek "din"in ta kendisine saldırıyoruz: "imam-hatip liseleri, Kur'ân kursları ve öğrencileri çoğaldı!.." diye feryat ediyoruz. Böylece cepheyi genişletiyoruz... Bu okul ve kurslarda okuyan, buralardan mezun olan, onların faydasına inananları da karşımıza alıyoruz... Din derslerinin mecburî hale gelmesini sağlayan "Anayasa" hükmünü atışa tutuyor, bu Anayasa'yı yapanları da, %92 çoğunlukla "Evet" deyip yürürlüğe koyanları da karşımıza alıyoruz... "Devlet dairelerinde mescîd açılması"nı tenkit ediyor, bu resmî-sosyal tesisleri lüzumlu bulanları, özellikle de onlardan faydalananları kendimizden uzaklaştırıyoruz. Zaman zaman "Türkçe ezan" merakımız kabarıyor, on milyonlarca insanı rencide ediyor, bir o kadarını da kendimize güldürüyoruz...
Bazılarımız "din" konusunda kendisini o kadar yetkili sayıyor ki, bu uğurda “devlet”i de, onun topyekûn uygulamalarını da red ve inkâr ediyor...
MİLLETİ KÜSTÜRMEMEK
Bu tavır ve üslûpla bugüne kadar bir yere varamadık. Hatta yarayı azdırdık. Zira "irtica" ile "din"i, "din istismarı" ile devlet organlarınca yürütülen resmî, alenî, açık din eğitimi ve din hizmetlerini birbirine karıştırdık. Bu resmî uygulamaları ve topyekûn milleti karşımıza aldık. Sonunda millet çoğunluğunu küstürdük.
Milleti arkanıza takmadan hiçbir konuda başarıya ulaşamazsınız!..
Halk arasında "Miloslu" diye bir tip var... "Kaş yapayım" derken göz çıkarır... Bizim bazı aydınlar, halk müfekkiresinden çıkan bu miloslu tipin bir güzel örneğidir. "Akılsız dost" misali...
Devletin "gizli" ve "açık" etkili ve yetkili kuruluşları biraraya gelip, artık bir "strateji", "üslûp" tesbiti yapmalıdırlar. "Din" üzerinde "dinin fonksiyonları" üzerinde, "laiklik" ve uygulaması üzerinde...
TC devletinde "laiklik" temel prensibine rağmen "din hizmetleri" de, "din eğitimi" de resmen devletin üzerindedir. "Bu, laikliğe sığar mı, sığmaz mı?" tartışmasını bırakalım... "Batı" tipi laikliğe belki sığmaz, fakat bizim "kendimize göre" bir laiklik uygulamamız var... Tarihî zaruretler icabı "Türkiye tipi laiklik" Anayasa Mahkemesi, 15 Haziran 1972 gün, 14216 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan kararında bunu açıkça belirtmiş...
O halde, mefhum kargaşasından kurtulup, kiminle savaşacağımıza karar vermeliyiz... Ne kadar "etkili" ve "yetkili" güç varsa, hepimiz...
"Din" konusu bir "uzmanlık" konusudur. "Din" hakkında "lâf" ederken, konunun fevkalâde hassas, istismara müsait incelikleri olduğunu bilmeliyiz. Kim olursak olalım, "din" hususunda yaptığımız bir yanlış, inananlar arasında telâfisi güç, geniş yankılar uyandırıyor...
Millet çoğunluğunun mukaddes bildiği mefhumları atış menzilimizde tutmayı sürdürür; masum millet çoğunluğunu "irtica" karalamasıyla küstürmeye devam edersek, bundan ancak hakiki "irtica" varsa, işte o faydalanır...