Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
“İRTİCA” ÜZERİNE - 26 Ağustos 1986

Türkiye'de bazı mefhumlar üzerinde, "kavram kargaşası" devam ediyor. "Din" ve dinin fonksiyonu üzerindeki spekülatif değer­lendirmeler bunların başında geliyor.

"Millî terbiye", "milli kültür" konuları da bun­lardan.

Türk milleti olarak dünya üzerinde varlığımızı sürdüreceksek, Türkiye'de artık hiç olmazsa temel bazı müessese­ler hakkında kanaat birliğine ulaşmalıyız. Devlet ve idare olarak, aydınlar olarak... Fikir ve kanaat hürriyeti­nin bulunduğu bir ülkede herkes dilediği gibi düşün­mek; düşüncesini istediği gi­bi açıklamak hürriyetine sa­hiptir. Bunu tabiî buluruz... "Allah"a, "Peygamber"e ve "din"e, hatta topkeyûn mu­kaddeslere inanmayanın inançsızlığından da, bu inançsızlığını -inananları rencide etmemek şartıyla- açık­lamasından da rahatsız olmayız... Demek istediğimiz, devletin "gizli" ve "açık" faaliyet gösteren kuruluşları olarak "din" gibi, "millî eğitim" ve "millî kültür" gibi temel bazı müesseseler ve bunların fonksiyonları üzerinde fikir ve uygulama birliği halinde değiliz... Bunlar ki, milleti millet yapan temel unsur­lardır.

Sözgelişi, Türkiye'de za­man zaman "irtica" tehlikesi gündeme getirilir. Bazı üniversite mensupları, bazı yazar-çizerler, resmî kişiler, hatta üst yöneticiler bu konuda "ilân-ı fikr" ederler. Bazıları "Yok" derler, bazıları "Var”... "Yok" diyenlerin de,  "Var"  diyenlerin de "doğru" ve "yanlış"ları olur... İki tarafın da "yanlışları", "doğruları"nı götürür, tartışma ve kargaşa da bir türlü bitmez, sürer-gider...

Bu kargaşanın tehlikesi şu­radadır ki, "din" gibi vazgeçilmez ve hassas bir konuda, bu davranışlarımız sebebiyle, birbirlerine karşı fikir grupları oluşur. Sayıca daha bü­yük kitleler tartışma ortamı­na çekilir. Sonunda, devlet ve millet hayatında, bu temel müessesenin müsbet fonksi­yonlarından istifade edile­mez. Tam aksine, bu çok lü­zumlu müessese, ayrılık ve kavga konusu bile olur...

"Millî eğitim (yani terbiye)", "millî kültür" konula­rı da aynıdır. Birimizin "ak" dediğine diğerlerimiz "kara" der, kalkınma çabalarında faydalı ve itici bir güç böylece kavga ve yerinde sayma saiki oluverir...

Bunun sebebi, yukarıda sözünü ettiğimiz içtimaî mü­esseseler ve fonksiyonları üzerinde . "idare", "uygulayıcılar" ve "aydın kesim" olarak fikir birliği ha­linde olmamamızdır.

“İRTİCA” MİSALİ

“İrtica” misalini alalım. “İrtica” denilince, "din" müessesesinden "sap­malar"; dinin amme ve dev­let düzenine yönelik "istis­mar"ı kastediliyor. Fakat biz "irtica" ile mücadeleye giri­şirken bu sınırda kalmıyoruz. Bazılarımız bilerek, birçoğu­muz bilmeyerek "din"in ta kendisine saldırıyoruz: "imam-hatip liseleri, Kur'ân kursları ve öğrencileri çoğaldı!.." diye feryat ediyoruz. Böylece cepheyi genişletiyo­ruz... Bu okul ve kurslarda okuyan, buralardan mezun olan, onların faydasına ina­nanları da karşımıza alıyo­ruz... Din derslerinin mecburî hale gelmesini sağlayan "Anayasa" hükmünü atışa tutuyor, bu Anayasa'yı ya­panları da, %92 çoğunlukla "Evet" deyip yürürlüğe ko­yanları da karşımıza alıyo­ruz... "Devlet dairelerinde mescîd açılması"nı tenkit ediyor, bu resmî-sosyal tesis­leri lüzumlu bulanları, özel­likle de onlardan faydalananları kendimizden uzaklaştırıyoruz. Zaman zaman "Türk­çe ezan" merakımız kabarıyor, on milyonlarca insanı rencide ediyor, bir o kadarını da kendimize güldürüyoruz...

Bazılarımız "din" konu­sunda kendisini o kadar yet­kili sayıyor ki, bu uğurda “devlet”i de, onun topyekûn uygulamalarını da red ve in­kâr ediyor...

MİLLETİ KÜSTÜRMEMEK

Bu tavır ve üslûpla bugüne kadar bir yere varamadık. Hatta yarayı azdırdık. Zira "irtica" ile "din"i, "din istismarı" ile devlet organla­rınca yürütülen resmî, alenî, açık din eğitimi ve din hizmetlerini birbirine karıştır­dık. Bu resmî uygulamaları ve topyekûn milleti karşımı­za aldık. Sonunda millet ço­ğunluğunu küstürdük.

Milleti arkanıza takmadan hiçbir konuda başarıya ulaşa­mazsınız!..

Halk arasında "Miloslu" diye bir tip var... "Kaş yapayım" derken göz çıka­rır... Bizim bazı aydınlar, halk müfekkiresinden çıkan bu miloslu tipin bir güzel örne­ğidir. "Akılsız dost" misali...

Devletin "gizli" ve "açık" etkili ve yetkili kuruluşları bi­raraya gelip, artık bir "stra­teji", "üslûp" tesbiti yapma­lıdırlar. "Din" üzerinde "di­nin fonksiyonları" üzerinde, "laiklik" ve uygulaması üzerinde...

TC devletinde "laiklik" te­mel prensibine rağmen "din hizmetleri" de, "din eğitimi" de resmen devletin üzerindedir. "Bu, laikliğe sığar mı, sığmaz mı?" tartışmasını bı­rakalım... "Batı" tipi laikli­ğe belki sığmaz, fakat bizim "kendimize göre" bir laiklik uygulamamız var... Tarihî za­ruretler icabı "Türkiye tipi laiklik" Anayasa Mahke­mesi, 15 Haziran 1972 gün, 14216 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan kararında bunu açıkça belirtmiş...

O halde, mefhum kargaşa­sından kurtulup, kiminle sa­vaşacağımıza karar vermeli­yiz... Ne kadar "etkili" ve "yetkili" güç varsa, hepimiz...

"Din" konusu bir "uzmanlık" konusudur. "Din" hakkında "lâf" eder­ken, konunun fevkalâde has­sas, istismara müsait incelik­leri olduğunu bilmeliyiz. Kim olursak olalım, "din" husu­sunda yaptığımız bir yanlış, inananlar arasında telâfisi güç, geniş yankılar uyan­dırıyor...

Millet çoğunluğunun mu­kaddes bildiği mefhumları atış menzilimizde tutmayı sürdürür; masum millet ço­ğunluğunu "irtica" karalamasıyla küstürmeye devam edersek, bundan ancak haki­ki "irtica" varsa, işte o fay­dalanır...