Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
TEVFİK İLERİ - 9 Ocak 1987

Ankaralılar, biri 1986'nın sonunda, diğeri; 1987'nin başında olmak üzere iki millet büyügünü anmanın buruk heyecanını yaşadılar. Şüphesiz her ihtifalde biraz üzüntü, biraz burukluk, biraz heyecan vardır. Biz Ankaralılar, her iki ihtifalde bu duyguların dışında âdeta bir vecd hali yaşadık. İki millet büyüğümüz de birbirine çok benzeyen iman, dâva ve mücadele adamları idiler. Her ikisi de bu millet tarafından baştacı edilmişlerdi. Fakat kendilerini an­lamayanlar da oldu ve sonları bu vefasız­la noktalandı.

26 Aralık'ta "devlet töreni" ile andığımız M.Âkif’e "Çanakkale Âbidesi"nin mimarı; Kurtuluş Savaşı'mızın manevî lideri madalyalarını takmış; vatan kurtulup işimiz bitince de "Sen git, biraz da kumda oyna!" demiştik.

3 Ocak günü vefalı dostların biraraya ge­lip andığı Tevfik İleri'yi ise, en önemli iki bakanlığın başına teknik ve manevî mimar olarak oturttuktan, maddî ve manevî onar­ma hareketini başlattıktan sonra, malûm uğurlamayı reva görmüştük.

Merhum Akîf, acı sona mağlûp olmamış; "Bana çok görme İlâhî, bir avuç toprağını!" demiş, son nefesini yurdunda teslim et­mek üzere bir deri bir kemik yollara düş­üştü. Merhum İleri de demir parmaklık­lar arkasında "milleti için dua etmek"ten bir an olsun geri durmamıştı.

FİKİRLERİ, YAPTIKLARI

"Ecdat bize, kendi kanları pahasına bir vatan bırakmış. Biz bu vatanı torun­larımıza daha mamur olarak devretmek için çalışıyoruz."

Yukarıdaki cümleleri merhum İleri'nin bir konuşmasından alınmıştır. İşte Tevfik İleri budur!.. Allah'a inanmış; Mehmet Akif'in "Bir kubbesine Mevlâ titrer!" de­diği Türk vatanının maddî ve manevî ima­rına baş koymuş; Peygamber müjdeli bu milletin tarihindeki yüceliğe yeniden ulaşması için yola çıkmıştır.

Hiç şüphe etmeyin, İleri, bu yolda hâlâ ilerlemektedir. Toprağın altında bile... Zira o, öyle kalıcı eserler bırakmış ki, yuvarlan­dıkça büyüyen "çığ" gibi o kalıcı hizmet­ler millet büyüğü İleri'nin "amel defteri"ne işlenmeye devam etmektedir. Kıyamete kadar... Niçin mi? Buyurun:

Bayındırlık bakanı olarak açtığı barajlar, yaptığı yollar, başlattığı destanlık hizmet­ler bir yana, imam-hatip okullarını o açmış. Bu okullar ve öğrencilerine o kadar ihtimam gösterirmiş ki, gittiği illerde buraları ziya­ret etmeye çalışır; sokakta rastladığı imam-hatip öğrencilerini okşar, sever, hatta misafir kaldığı konuta götürür, onlara Kur'ân-ı Ke­rim okutur, çevresindekilere bu çocukların ileride yüklenecekleri ağır mesuliyetleri anlat­ır, onlara bakarken gözleri dolu dolu olurmuş. Bu yüzden imam-hatip nesli Tevfik İleri'yi "baba" bilir.

"Kur'ân kursları"nın açılması, "ezan"ın aslî diline çevrilmesi, devlet radyolarında "Kur'ân-ı Kerîm" ve İstiklâl Marşı uygulamasının başlatılması, ilk Yüksek İslâm Enstitüsü'nün açılması hep o ve çevresindeki bir avuç vatanseverin hizmeti, himmetidir.

ÖĞRETMEN BABASI

Merhum İleri, Türkiye'nin geleceğini "Millî Eğitim"de ve öğretmende gör­müştür. Şu cümleler onundur:

"Millî Eğitim dâvasını, bütün dâvaların temeli saymaktayız. Çocuklarımızı ne ka­dar iyi vasıflı öğretmenler eline teslim ede­bilirsek, o kadar vasıflı nesiller kazanırız. Öğretmeni yalnız bilgili insan diye telâkki etmiyoruz. Bilgi verdiği kadar, Türk çocu­ğuna şahsiyet ve karakter verecek bir insan, bir mürebbi olarak kabul ediyoruz."

Görüldüğü gibi o, bugünleri görmüş, mil­lî kültür temeline dayalı bir eğitim için ça­ba harcamıştır. Maarif vekili olarak "köy enstitüleri"ni bunun için kapatmış, öğret­men okullarına yeni bir karakter kazandır­mıştır.

Onun öğretmene ve öğretmenliğe olan tutkusu, "maarif vekili" olduktan sonra başlamaz. Erzurum'a genç bir mühendis olarak gittiğinde, boş zamanlarında gönüllü öğretmenlik yapmış, hatta mühendisliği bı­rakıp Erzurum'da bir köy öğretmeni olma­yı düşünmüştür.

Bu sebeple o, "köy enstitüleri" yerine ika­me ettiği ilköğretmen okulları ve bu ocaktan yetişen öğretmen ordumuzun mimarıdır. İmam-hatip nesli gibi, Türk öğretme­ninin de İleri'yi "baba" bilmesinin sebebi budur.

KARAKTER ABİDESİ

Merhum İleri, bir karakter abidesidir. Her türlü sahteliğe karşı ömrü boyun­ca savaşmış, hep sözde münevverden, söz­de münevverlikten şikâyet etmiştir.

Bu memleketin dağını-taşını yol olup aş­mayı, su olup yeşertmeyi, ışık olup aydın­latmayı hedef almış; ekonomi ile kültürü kalkınmanın ayrılmaz iki hedefi saymıştır.

Şair Ayhan İnal, onu ne güzel anlatır: "İleri'siz dünya bize dar gelir / Zindan­lar, zulümler elbet ar gelir / Onun gibi mil­letinin âşıkı / Onun gibi imanlısı zor gelir / Hitabet, asalet, şefkat ondaydı / Vatana bağlılık, kat kat ondaydı / Fazilet ve çalış­kanlık timsali / Sarsılmayan maneviyat on­daydı / Doyum olmaz şehitliğin tadına / Şe­refle kalacak, adı yarına / Zâlimleri hoş gö­rerek, affedip / Uçuverdi Ulu Tanrı katına / Gönlünde bir değil, bin aslan vardı / Yurt için ölüme kafa tutardı / Tertemiz kalbi "Küt!.. Küt!" diye değil / ömrünce hep "Türk!.. Türk!" diye atardı / Allah'a yol­lanan, adak gibiydi / Ruhla beden de uça­cak gibiydi / "Yüz karamız" kelepçeli ha­liyle / "Zincire vurulmuş sancak" gibiydi." Allah'ın rahmeti onunla olsun...