Ankaralılar, biri 1986'nın sonunda, diğeri; 1987'nin başında olmak üzere iki millet büyügünü anmanın buruk heyecanını yaşadılar. Şüphesiz her ihtifalde biraz üzüntü, biraz burukluk, biraz heyecan vardır. Biz Ankaralılar, her iki ihtifalde bu duyguların dışında âdeta bir vecd hali yaşadık. İki millet büyüğümüz de birbirine çok benzeyen iman, dâva ve mücadele adamları idiler. Her ikisi de bu millet tarafından baştacı edilmişlerdi. Fakat kendilerini anlamayanlar da oldu ve sonları bu vefasızla noktalandı.
26 Aralık'ta "devlet töreni" ile andığımız M.Âkif’e "Çanakkale Âbidesi"nin mimarı; Kurtuluş Savaşı'mızın manevî lideri madalyalarını takmış; vatan kurtulup işimiz bitince de "Sen git, biraz da kumda oyna!" demiştik.
3 Ocak günü vefalı dostların biraraya gelip andığı Tevfik İleri'yi ise, en önemli iki bakanlığın başına teknik ve manevî mimar olarak oturttuktan, maddî ve manevî onarma hareketini başlattıktan sonra, malûm uğurlamayı reva görmüştük.
Merhum Akîf, acı sona mağlûp olmamış; "Bana çok görme İlâhî, bir avuç toprağını!" demiş, son nefesini yurdunda teslim etmek üzere bir deri bir kemik yollara düşüştü. Merhum İleri de demir parmaklıklar arkasında "milleti için dua etmek"ten bir an olsun geri durmamıştı.
FİKİRLERİ, YAPTIKLARI
"Ecdat bize, kendi kanları pahasına bir vatan bırakmış. Biz bu vatanı torunlarımıza daha mamur olarak devretmek için çalışıyoruz."
Yukarıdaki cümleleri merhum İleri'nin bir konuşmasından alınmıştır. İşte Tevfik İleri budur!.. Allah'a inanmış; Mehmet Akif'in "Bir kubbesine Mevlâ titrer!" dediği Türk vatanının maddî ve manevî imarına baş koymuş; Peygamber müjdeli bu milletin tarihindeki yüceliğe yeniden ulaşması için yola çıkmıştır.
Hiç şüphe etmeyin, İleri, bu yolda hâlâ ilerlemektedir. Toprağın altında bile... Zira o, öyle kalıcı eserler bırakmış ki, yuvarlandıkça büyüyen "çığ" gibi o kalıcı hizmetler millet büyüğü İleri'nin "amel defteri"ne işlenmeye devam etmektedir. Kıyamete kadar... Niçin mi? Buyurun:
Bayındırlık bakanı olarak açtığı barajlar, yaptığı yollar, başlattığı destanlık hizmetler bir yana, imam-hatip okullarını o açmış. Bu okullar ve öğrencilerine o kadar ihtimam gösterirmiş ki, gittiği illerde buraları ziyaret etmeye çalışır; sokakta rastladığı imam-hatip öğrencilerini okşar, sever, hatta misafir kaldığı konuta götürür, onlara Kur'ân-ı Kerim okutur, çevresindekilere bu çocukların ileride yüklenecekleri ağır mesuliyetleri anlatır, onlara bakarken gözleri dolu dolu olurmuş. Bu yüzden imam-hatip nesli Tevfik İleri'yi "baba" bilir.
"Kur'ân kursları"nın açılması, "ezan"ın aslî diline çevrilmesi, devlet radyolarında "Kur'ân-ı Kerîm" ve İstiklâl Marşı uygulamasının başlatılması, ilk Yüksek İslâm Enstitüsü'nün açılması hep o ve çevresindeki bir avuç vatanseverin hizmeti, himmetidir.
ÖĞRETMEN BABASI
Merhum İleri, Türkiye'nin geleceğini "Millî Eğitim"de ve öğretmende görmüştür. Şu cümleler onundur:
"Millî Eğitim dâvasını, bütün dâvaların temeli saymaktayız. Çocuklarımızı ne kadar iyi vasıflı öğretmenler eline teslim edebilirsek, o kadar vasıflı nesiller kazanırız. Öğretmeni yalnız bilgili insan diye telâkki etmiyoruz. Bilgi verdiği kadar, Türk çocuğuna şahsiyet ve karakter verecek bir insan, bir mürebbi olarak kabul ediyoruz."
Görüldüğü gibi o, bugünleri görmüş, millî kültür temeline dayalı bir eğitim için çaba harcamıştır. Maarif vekili olarak "köy enstitüleri"ni bunun için kapatmış, öğretmen okullarına yeni bir karakter kazandırmıştır.
Onun öğretmene ve öğretmenliğe olan tutkusu, "maarif vekili" olduktan sonra başlamaz. Erzurum'a genç bir mühendis olarak gittiğinde, boş zamanlarında gönüllü öğretmenlik yapmış, hatta mühendisliği bırakıp Erzurum'da bir köy öğretmeni olmayı düşünmüştür.
Bu sebeple o, "köy enstitüleri" yerine ikame ettiği ilköğretmen okulları ve bu ocaktan yetişen öğretmen ordumuzun mimarıdır. İmam-hatip nesli gibi, Türk öğretmeninin de İleri'yi "baba" bilmesinin sebebi budur.
KARAKTER ABİDESİ
Merhum İleri, bir karakter abidesidir. Her türlü sahteliğe karşı ömrü boyunca savaşmış, hep sözde münevverden, sözde münevverlikten şikâyet etmiştir.
Bu memleketin dağını-taşını yol olup aşmayı, su olup yeşertmeyi, ışık olup aydınlatmayı hedef almış; ekonomi ile kültürü kalkınmanın ayrılmaz iki hedefi saymıştır.
Şair Ayhan İnal, onu ne güzel anlatır: "İleri'siz dünya bize dar gelir / Zindanlar, zulümler elbet ar gelir / Onun gibi milletinin âşıkı / Onun gibi imanlısı zor gelir / Hitabet, asalet, şefkat ondaydı / Vatana bağlılık, kat kat ondaydı / Fazilet ve çalışkanlık timsali / Sarsılmayan maneviyat ondaydı / Doyum olmaz şehitliğin tadına / Şerefle kalacak, adı yarına / Zâlimleri hoş görerek, affedip / Uçuverdi Ulu Tanrı katına / Gönlünde bir değil, bin aslan vardı / Yurt için ölüme kafa tutardı / Tertemiz kalbi "Küt!.. Küt!" diye değil / ömrünce hep "Türk!.. Türk!" diye atardı / Allah'a yollanan, adak gibiydi / Ruhla beden de uçacak gibiydi / "Yüz karamız" kelepçeli haliyle / "Zincire vurulmuş sancak" gibiydi." Allah'ın rahmeti onunla olsun...