Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
“İRTİCA” TARTIŞMASI - 16 Ocak 1987

“Din konusunda çevremize çok seslilik hâkim. Orkestrası, şefi bulun­mayan bir çok seslilik... Bundan çıkan so­nuç ise, ölçüsü, nağmesi olmayan bir gü­rültüdür. Kimsenin kimseyi dinlemediği, anlamadığı iptidaî bir gürültü” (12 Aralık 1986)

“Sözgelişi Türkiye'de zaman zaman ir­tica tehlikesi gündeme getirilir. Bazıları yok derler, bazıları var. Yok diyenlerin de, var diyenlerin de doğru ve yanlışları olur. İki tarafın da yanlışları, doğrularını gö­türür, tartışma ve kargaşa da sürer gider. Bu kargaşanın tehlikesi şuradadır ki, din gibi vazgeçilmez ve hassas bir konuda, bu davranışlarımız sebebiyle birbirlerine kar­şı fikir grupları oluşur. Sayıca daha bü­yük kitleler tartışma ortamına çekilir. So­nunda, devlet ve millet hayatında, din müessesesinin müsbet fonksiyonlarından istifade edilemez, aksine bu çok lüzum­lu müessese tefrika ve kavga konusu bile olur. Bu tavır ve üslûpla bugüne kadar bir yere varamadık. Hattâ yarayı daha da azdırdık. Din konusu bir uzmanlık konu­sudur. Din hakkında lâf ederken, konu­nun fevkalâde hassas, istismara müsait in­celikleri olduğunu bilmeliyiz. Kim olursak olalım, din hususunda yaptığımız bir yanlış, halk arasında geniş yankılar uyan­dırıyor. Bundan da, gerçek irtica varsa, işte o faydalanıyor.” (3 Ekim 1986)

HANGİ İRTİCA?

“Millet çoğunluğumuz irtica, gericilik kelimelerinden hoşlanmıyor. Doğrusu, bu kelimelerle ifade edilmek is­tenen şeyden de... Yani ne irtica denilen ucubeden, ne de bu batıcı kelimelerin ulu­orta kullanılmasından. Bunun sebepleri var: Bir defa millet çoğunluğu bu itham­lardan münezzeh... Saniyen, geçmişte bu ithamları çok hesapsızca kullandık. İmam hatip liseleri, Kur'ân kursları mı, "irtica yuvaları" dedik. Birisi namazdan, oruçtan, dinden, diyanetten mi söz etti, hoşlanmadık, ona bir başka gözle bak­tık. Bunlar doğrusu yanlışından ayrılamayan o kadar hesapsız, maslahatsız itham­lardı ki, şimdi ayıklamaya çalışıyoruz, ama bir türlü doğru sona ulaşamıyoruz. Din ile irticanın her irtibatlandırılmasında; üniversite, basın ve TRT'de din hakkında yapılan her üslûp yanlışında, geniş halk kesimleri kırılıyor, güceniyor. Daha­sı, bu kırgınlıklardan birileri çok iyi fay­dalanıyor. Kıyıda, köşede irtica denilen bir şeyler kalmışsa, sebebi bu üslûp yan­lışıdır. Sadece budur.”         (14 Kasım 1986)

“Bir kesim devleti kalkan yapmış, dine saldırıyor. Bazıları da devletin tâ kendisine. Din adına devlete, devlet adına dine saldırmak yerine, bu imkânları devlet ve millet hesabına iyi kullanmak, daha akıllıca olmaz mı? Fitne ve çok seslilik, bugüne kadar kime ne kazandırmış ki! Bölünüp dağılmadan, parçalanmadan başka..!” (12 Aralık 1986)

“Bazı müesseseler vardır. Polemiklerin dışında tutulmalıdır. Din müessesesi bunların başında gelir.  Din üzerine konuşur­ken, yazarken, bin düşünüp bir konuş­mak, yazmak zorundayız. Ülkemizi, mil­letimizi seviyorsak... Zira bu polemikler, devlet düşmanlarının işine yarıyor"
(28 Kasım 1986)

MİLLETİ KÜSTÜRMEMEK

“Türk insanı, dinî konularda çok hassas. Millî konularda da... Millet de­yince devleti, devlet deyince milleti anlı­yor. Tarihini âdeta dinî bir vecdle seviyor. Kavgadan, sertliklerden hoşlanmıyor. Di­nine, tarihine karşı yapılan azizliklerden ise fevkalâde rencide oluyor, güceniyor.

Bu azizlikler olmasa, biz kısa zamanda, din adına yapılan yanlışları, çizgiden çı­kışları düzeltiriz. Fakat devlet adına ya­pılan bu üslûp yanlışları bizim işimizi her zaman zorlaştırmış, hattâ imkânsız kıl­mıştır. Millete dayanmayan hiçbir faali­yet devamlı olamaz. Münevver kesim ve idare edenler olarak, milleti yönlendirmek elbette vazifemiz. Ancak, alınacak her tedbirde, uygulanacak her icraatta "üslûb"u iyi seçmek; millet çounluğunun an­ladığı dilden konuşmak; ondan devlet ve idare adına bir şey isterken gönlüne hitabetmek zorundayız. Böyle yapıldığında, bu milletle aşılamayacak engel yoktur.

Tıpkı İstiklâl Harbi'nde, Kore ve Kıbrıs’ta, akıllara durgunluk verecek başarıla­rın sağlandığı gibi... Bizim kadîm yanlışımız, bu üslûp ve strateji yanlışıdır. Mil­leti küstürmekle bir yere varılamaz.” (21 Kasım 1986)

“Din hakkında, din okulları hakkında, dinin irtica ile irtibatlandırılması hak­kında yetkili yetkisiz adı edenler, bu mil­letin içine hiç girdiler mi bilmiyorum. Sofrasına oturdular mı? Düğününde, der­neğinde, cenazesinde bolundular mı? On­larla bir kandil, bir bayram yaşadılar mı? Elin adamı Afrika'nın balta girmemiş or­manlarını, uçsuz bucaksız çöllerini dola­şıyor da, oralarda bulduğu 3-5 ailellk ip­tidai kabilelere bir şey telkin etmek için, onlara önce kendini kabul ettirmenin yol­larını arıyor. Onların dillerini öğreniyor, din ve geleneklerini inceliyor, onlar gibi yaşıyor. Kendi kültürünü aşılamak için önce onların heyecanlarını, tutkularını, zevklerini, nefretlerini öğreniyor. Onların itimadını kazanıyor. Onlara bu metodla yaklaşıyor. Söyler misiniz, bizim bu millete yaklaşma usûlümüz, onu kendimize inandırma metodumuz nedir? Bu milleti yönetenler, önce bu milleti anlasınlar... Göreceksiniz, her şey nasıl kolaylaşacak!..”          (26 Aralık 1986)

Muhtelif tarihlerde, yani bundan 1 ay, 2 ay, 3 ay önce bu köşede bunları yazmışız. “Din” üzerinde polemik çıkarılmasından, devlet hesabına endişe etmişiz. Ama ne olmuş? Olan olmuş... 7'den 70’e herkes devlet hesabına endişe duyduğu­muz bu tartışmanın içine çekilmiş. Şim­di herkes bununla meşgul.

Bu ortamda her kesim soğukkanlı olmak zorundadır. Devletini, milletini seven herkes...