Tabirin doğruluğu veya yanlışlığı konusundaki akademik tartışma bir yana, "galat-ı meşhur" ifade ile "din adamı"nın millet bütünlüğümüzün idamesindeki tarihî ve vazgeçilmez fonksiyonu üzerinde bugünlerde oturup bir değerlendirme yapma mecburiyeti doğmuştur. İdare ve devlet olarak, millet olarak...
"Din adamı" kimdir, ne iş yapar? Millet ona ne gözle bakar? Ondan hangimiz neyi bekleriz? Devlet ve millet hayatımızda din adamının yeri nedir?
İRŞAD FONKSİYONU
Din adamı her şeyden önce "imam"dır. Doğduğumuzda kulağımıza ezan okuyan; delikanlılığımızda duasıyla bizi askere uğurlayan; hastalığımızda başucumuzda bize moral ve maneviyat veren; babasına isyan eden haşan oğlanı terbiye eden; birbirine küsen karı-kocayı, konu-komşuyu barıştıran; öldüğümüzde bizi toprak anaya iade eden, tezkiye ve tebrie edendir. Namaz zamanı camiyi açan, namazdan sonra kapayan değil, ömür boyu kapısını da gönlünü de açık tutan insandır. Vaiz ise irşad eden, "müftü" ise fetva veren,başka ünvanda ise aynı maksada hizmet edendir.
Bu millet "deviet"siz, "hurriyet"siz fetret devirleri de yaşamıştır. İşte o fetret devirlerinde din adamı bizi ayakta tutandır. Fatih'in arkasında Akşemseddin; Osman ve Ertuğrul Gazi'lerin yanında Şeyh Edebalî; Alpaslan nezdinde Sarı Hoca; Orta ve Uzak Asya'dan Afrika ve Avrupa içerilerine kadar yüzlerce yıllık sefere çıkmış Türk fetih ordularının önünde "derviş-gazi", "gazi-derviş" sıfatlarıyla "eren", "alp-eren"; Kâzım Karabekir'li, Mustafa Kemal ve Fevzi Paşa'lı Türk-İstiklâl muharebelerinde Sütçü İmam, "müftü efendi", “hoca efendi”dir.
Kızı evinden kaçan, mahkemeden önce bu "hoca efendi"ye gider... Bağına, tarlasına tecavüz edilen, karakoldan, jandarmadan önce "hoca efendi"ye koşar... Cumada, kandilde, bayramda ilmin-irfanın, şehidliğin-gaziliğin ehemmiyet ve kutsiyetini yüzyıllardır işte bu "hoca efendi" anlatır!.. Biteviye anlatır...
Küçük büyüğü saymayı ondan öğrenir. Büyük zayıf ve küçüğe şefkati ondan edinir... Temizliğin, tertemizliğin; doğruluğun, dosdoğruluğun program ve telkini ondan alınır... "Devlet"e, "Ül'ûl-emr"e itaat onun telkinidir. Vergi kaçırmamak, askerden kaçmamak onun kadîm isteğidir.
Onun içindir ki bu millet, hastasına-sağına, ölüsüne-dirisine koşan onunla bütünleşmiştir.
Dinin gayeli canı, malı, namusu korumaktır. Din adamının yaptığı budur. Devlet de, millet de, idare de bu mefhumların içindedir.
Sarık beyazdır, İslâm'ın safvetini temsil eder. O beyazlığa başka renk sürülemez. O, İslâm'ın ilim-irfan ve faziletinin sembolü, İslâmî hikmetlerin insan kafasına depolanmasıdır. Onu başında taşıyan en büyük hürmete, ihtirama lâyıktır, hor görülmeye değil!..
BİR VASİYET
Bu ibret, bir vasiyet olarak binlerce yıllık Türk tarihi içerisinde devletten-devlete, babadan-oğula devam edip gelmiştir.
İşte Ertuğrul Gazi'nin oğlu Osman'a vasiyeti:
"Dinle oğul!.. Şeyhimiz Edebalî soyumuzun, yolumuzun ışığıdır. Terazisi dirhem şaşmaz. Bana karşı gel, ona karşı gelme!.. Bana karşı gelirsen üzülür, incinirim. Ona karşı gelirsen, gözlerim sana bakmaz, baksa da görmez olur. Sözümüz Edebalî için değil, senceğiz için... Bu dediklerimi vasiyetim say!.."
Bu da Osman Gazi'nin oğlu Orhan'a dedikleri:
"Ey oğul!.. Din ulemasından uzak durma!.. Onları asla hor görme! Onlara ihtiramdan geri kalma!.. Nerede bir din bilgini bulursan, onu ülkene getir, rahat çalışmasını sağla!.. Bizim halimizden ibret al ki, garip bir karınca gibi geldiğimiz Söğüt'e çadırla konduk, fakat C.Hak bize devlet nasibetti. Ulemay-ı din, din ve devletin, mülkü milletin kıvamıdır."
Binlerce yıllık zaferlerden, bozgunlardan iyi ve kötü günlerden bu ruhla, bu özle, bu gelenekle çıkıp geldik. Milletimizin karakteri bu kıvamda yoğruldu. O hamuru bozmadıkça, bu gelenek ve karakteri değiştiremezsiniz.
VURUN ABALIYA
Kendini cemaatının babası sayan din adamı, her türlü dünya nimetlerinden daime müstağni kalmıştır. Polisinden üniversite hocalarına kadar her kesim ihkak-ı hak için sokağa dökülmüştür de, sadece bu çilekeş kesim, bağrına taş basmış, sokağa talip olmamıştır.
Bazı hizmetler vardır, para ile ölçülemez. Tarihî bir taşın kıymetlendirilmesi bile çok zaman imkansız olur da, millet bütünlüğünün sağlanması gibi vazgeçilmez bir fonksiyonu sırtında taşıyan bu sessiz ve çilekeş zümrenin maaş ve ödemeleri sözkonusu olunca onu ve hizmetlerini küçümser, "Yaptıkları iş ne ki?" diye düşünme yanlışlığına düşeriz. Dahası, devlet-millet bütünleşmesi konusunda onun yaptıklarını habire yıkar, millî bünyeyi tahrip eder dururuz. Buna rağmen o bize küsmez, yüklendiği tarihî vazifeyi ifa için didinir durur... Bu, onun devleti, milleti ve yürüttüğü hizmeti bizim sevdiğimizden daha çok sevmesindendir. "Din adamı" işte budur!..