Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
DİN ADAMLARIMIZ - 6 Şubat 1987

Tabirin doğruluğu veya yanlışlığı konu­sundaki akademik tartışma bir yana, "galat-ı meşhur" ifade ile "din adamı"nın millet bütünlüğümüzün idamesindeki tarihî ve vazgeçilmez fonksiyonu üze­rinde bugünlerde oturup bir değerlendir­me yapma mecburiyeti doğmuştur. İda­re ve devlet olarak, millet olarak...

"Din adamı" kimdir, ne iş yapar? Mil­let ona ne gözle bakar? Ondan hangimiz neyi bekleriz? Devlet ve millet hayatımız­da din adamının yeri nedir?

İRŞAD FONKSİYONU

Din adamı her şeyden önce "imam"dır. Doğduğumuzda kulağımıza ezan okuyan; delikanlılığımızda duasıyla bizi askere uğurlayan; hastalığımızda başucu­muzda bize moral ve maneviyat veren; ba­basına isyan eden haşan oğlanı terbiye eden; birbirine küsen karı-kocayı, konu-komşuyu barıştıran; öldüğümüzde bizi toprak anaya iade eden, tezkiye ve tebrie edendir. Namaz zamanı camiyi açan, na­mazdan sonra kapayan değil, ömür bo­yu kapısını da gönlünü de açık tutan in­sandır. Vaiz ise irşad eden, "müftü" ise fetva veren,başka ünvanda ise aynı mak­sada hizmet edendir.

Bu millet "deviet"siz, "hurriyet"siz fetret devirleri de yaşamıştır. İşte o fetret devirlerinde din adamı bizi ayakta tutan­dır. Fatih'in arkasında Akşemseddin; Os­man ve Ertuğrul Gazi'lerin yanında Şeyh Edebalî; Alpaslan nezdinde Sarı Hoca; Orta ve Uzak Asya'dan Afrika ve Avru­pa içerilerine kadar yüzlerce yıllık sefere çıkmış Türk fetih ordularının önünde "derviş-gazi", "gazi-derviş" sıfatlarıyla "eren", "alp-eren";  Kâzım Karabekir'li, Mustafa Kemal ve Fevzi Paşa'lı Türk-İstiklâl muharebelerinde Sütçü İmam, "müftü efendi", “hoca efendi”dir.

Kızı evinden kaçan, mahkemeden ön­ce bu "hoca efendi"ye gider... Bağına, tarlasına tecavüz edilen, karakoldan, jan­darmadan önce "hoca efendi"ye koşar... Cumada, kandilde, bayramda ilmin-irfanın, şehidliğin-gaziliğin ehemmiyet ve kutsiyetini yüzyıllardır işte bu "hoca efendi" anlatır!.. Biteviye anlatır...

Küçük büyüğü saymayı ondan öğrenir. Büyük zayıf ve küçüğe şefkati ondan edi­nir... Temizliğin, tertemizliğin; doğrulu­ğun, dosdoğruluğun program ve telkini ondan alınır... "Devlet"e, "Ül'ûl-emr"e itaat onun telkinidir. Vergi kaçırmamak, askerden kaçmamak onun kadîm isteğidir.

Onun içindir ki bu millet, hastasına-sağına, ölüsüne-dirisine koşan onunla bü­tünleşmiştir.

Dinin gayeli canı, malı, namusu koru­maktır. Din adamının yaptığı budur. Dev­let de, millet de, idare de bu mefhumların içindedir.

Sarık beyazdır, İslâm'ın safvetini temsil eder. O beyazlığa başka renk sürüle­mez. O, İslâm'ın ilim-irfan ve faziletinin sembolü, İslâmî hikmetlerin insan kafasına depolanmasıdır. Onu başında taşıyan en büyük hürmete, ihtirama lâyıktır, hor görülmeye değil!..

BİR VASİYET

Bu ibret, bir vasiyet olarak binlerce yıl­lık Türk tarihi içerisinde devletten-devlete, babadan-oğula devam edip gel­miştir.

İşte Ertuğrul Gazi'nin oğlu Osman'a vasiyeti:

"Dinle oğul!.. Şeyhimiz Edebalî soyu­muzun, yolumuzun ışığıdır. Terazisi dir­hem şaşmaz. Bana karşı gel, ona karşı gelme!.. Bana karşı gelirsen üzülür, inci­nirim. Ona karşı gelirsen, gözlerim sana bakmaz, baksa da görmez olur. Sözümüz Edebalî için değil, senceğiz için... Bu dediklerimi vasiyetim say!.."

Bu da Osman Gazi'nin oğlu Orhan'a dedikleri:

"Ey oğul!.. Din ulemasından uzak dur­ma!.. Onları asla hor görme! Onlara ih­tiramdan geri kalma!.. Nerede bir din bil­gini bulursan, onu ülkene getir, rahat ça­lışmasını sağla!.. Bizim halimizden ibret al ki, garip bir karınca gibi geldi­ğimiz Söğüt'e çadırla konduk, fakat C.Hak bize devlet nasibetti. Ulemay-ı din, din ve devletin, mülkü milletin kıvamıdır."

Binlerce yıllık zaferlerden, bozgunlar­dan iyi ve kötü günlerden bu ruhla, bu özle, bu gelenekle çıkıp geldik. Milletimi­zin karakteri bu kıvamda yoğruldu. O ha­muru bozmadıkça, bu gelenek ve karak­teri değiştiremezsiniz.

VURUN ABALIYA

Kendini cemaatının babası sayan din adamı, her türlü dünya nimetlerinden daime müstağni kalmıştır. Polisinden üni­versite hocalarına kadar her kesim ihkak-ı hak için sokağa dökülmüştür de, sade­ce bu çilekeş kesim, bağrına taş basmış, sokağa talip olmamıştır.

Bazı hizmetler vardır, para ile ölçüle­mez. Tarihî bir taşın kıymetlendirilmesi bile çok zaman imkansız olur da, millet bütünlüğünün sağlanması gibi vazgeçil­mez bir fonksiyonu sırtında taşıyan bu sessiz ve çilekeş zümrenin maaş ve öde­meleri sözkonusu olunca onu ve hizmet­lerini küçümser, "Yaptıkları iş ne ki?" di­ye düşünme yanlışlığına düşeriz. Daha­sı, devlet-millet bütünleşmesi konusunda onun yaptıklarını habire yıkar, millî bün­yeyi tahrip eder dururuz. Buna rağmen o bize küsmez, yüklendiği tarihî vazifeyi ifa için didinir durur... Bu, onun devleti, milleti ve yürüttüğü hizmeti bizim sevdi­ğimizden daha çok sevmesindendir. "Din adamı" işte budur!..