Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
HÜRRİYETİ HAK ETMEK - 20 Şubat 1987

Son aylarda "fikir ve inanç hürriyeti"nden çokça söz edilir oldu. Fikir ve inanç hürriyetinden; bu hürriyetin kulla­nılmasından; fikir denilen, inanç ve ka­naat denilen bu tabiî hakların tezahürle­ri önüne konulan manialardan...

"Din hürriyeti" nedir? Adına biraz da yanlış olarak "vicdan hürriyeti" dediği­miz kanaat-düşünce hürriyeti nerede baş­lar, nerede biter? Artık bir "Anayasa terimi" haline geldiği görülen "din ve vic­dan hürriyeti" ile bir "Anayasa müessesesi" olan "laiklik" arasındaki münasebet nicedir? "Laiklik", "din ve vicdan hürriyeti"ni sağlayan bir "mües­sese" midir, yoksa "din ve vicdan hürriyetinin sınırlarını tesbit eden bir "müeyyide" mi? "İnanç ve kanaat hürdür" deyip, "laiklik" müessesesini, bu hürriyetin önündeki maniaları kaldı­ran bir vasıta olarak mı göreceğiz; yoksa "laiklik" kurumunu korumak uğruna kanaat-düşünce ve bunların tezahürleri­ne sınırlamalar mı getireceğiz?

Son aylarda Türkiye'de yoğun olarak tartışılan konular bunlar. "Tabiî hukuk"un tabiî sonucu ve icabı olan bu klasik haklar dışında tartışma gündeminde, bir de içtimâî-siyasî hak ve hürriyetler var ki, bunlar ayrı bir inceleme konusu.

ONA LAYIK OLMAK

Fikir ve inanç hürriyeti; istediği gibi inanmak, istediği gibi düşünmek hakkı; fikir ve düşüncelerinin icabını yaşama ser­bestliği, tarih boyunca çetin mücadelele­re sebep olmuş. Büyük kavgalardan son­ra bugün "sosyal mukavele", daha isabet­li deyimle "resmî mukavele" safhasına gelinmiş. Fikir ve inanç hürriyetini de içi­ne alan "tabiî haklar" Magna-Charta’dan başlayarak, çeşitli milletlerin üzerinde ittifak ettikleri 30'dan fazla resmî metinde yeralmış. 1776 Amerikan, 1789 Fransız, 1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları beyannameleri bunların ilk akla gelenle­rinden...

Hakkaniyetli düşünürsek, bu tabii hak­ların üzerinde bu kadar durulması, itti­fak edilmesi, insanlık adına memnuniyet verici bir sonuç... Fakat bu metinler ço­ğunlukla kâğıt üzerinde, kitap sayfaların­da kalmış değil midir?

Ateş içerisindeki dünyanın hali malûm. Adı büyüğe çıkmış devletlerin keyfîlikleri, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı'nın bu key­filikler karşısındaki aczi hangimizi üzmemiştir?

Demek "insan hakları"nı nazariyede kabul ve teslim etmek yetmez. Bu, olayın bir boyutu. "Devletler" planındaki bo­yutu... Bir de ferdî plandaki boyutu var ki, o da hürriyeti hak etmek, ona lâyık olmaktır. Hürriyetin tahmil ettiği ferdi mes'uliyeti kaldırabilmek, göze alabilmek…

Erich Fromm, 20'nci yüzyılın dramı­nı, "hürriyetlerin getirdiği sorumluluğu taşıyamaması"nda görür ve buna "Hür­riyetten kaçış" der... Kitaplarından biri­ne de bu adı verir "Hürriyetten Kaçış"...

Şunu kasteder: İnsana birtakım hürri­yetler vermek iyi bir şeydir. Fakat ferdi de buna hazırlamak lâzımdır. Aksi halde "kapalı grup yapıları" oluşur. Hürriyetlerin yüklediği sorumluluğu göze alama­yan nesiller, sığınılacak yerler ararlar. Te­rör odakları, şer hücreleri işte böyle olu­şur. Sahte peygamberler, sahte mürşidler, sahte kurtarıcılar arkasında koşma hevesi de...

İKİ TÜRLÜ HÜRRİYET

“Massachusetts Kanunnamesi”nde "hürriyet"in güzel bir tarifi var: "Hür­riyet, doğru ve iyi olanı yapma hakkıdır!."

"Wintrop" da hürriyetleri ikiye ayırır: Biri, hoşuna gideni yapmak... "Yani, so­nu hürriyetsizliğe varan keyfîlik... Bu key­fîlik her iyiye, her kurala ve otoriteye düş­mandır. Bunu hayvan da, insan da kul­lanabilir.

Bir de medenî ve ahlâkî hürriyet vardır. Gücünü hakdan, doğrudan, en doğ­rusu "Semavî" boyuttan alan hürriyet... Yüzyılların, binyılların kavgası bu hürri­yet üzerinedir.

Peyami Safa'nın 46 yıl önce çok güzel ifade ettiği gibi, fikir hürriyeti, zehir hür­riyeti değildir. Hiçbir eczacı önüne gele­ne avuç avuç zehir satamayacağı gibi, hiç­bir yayın organı, şahıs, kurum, teşkilât, millî ideali zehirleyen fikirleri piyasaya sürememelidir.

En kuvvetli bünye bile, biteviye zerke dilen zebire karşı mukavemet edemez. Fi­kir hürriyeti, basın hürriyeti diye diye, hangi mukaddesleri yıkmadık, bir düşününüz...

Bizde hürriyetin felsefesi ve ilmî münakaşası lâyıkıyla yapılmamıştır. Hürri­yetin sosyal şartları incelenmemiştir. Hürriyet nimetine sahip çıkacak kamuoyu oluşturulamamıştır.

Bu sebeple kamuoyu sessiz, aydın kesim teslimiyetçi, basın mutaarrız, şer odakları ise başıboştur.

Batı'da bu inceleme ikiyüzelli yıldır en ciddi şekilde devam ediyor, Batı'nın bin­lerce eserine karşılık biz konuyu millî ve cihanşümul önemine yakışır tarzda hâlâ ele alabilmiş değiliz.

Fikirsiz bir memlekette, fikir hürriyeti olur mu?

Üsküdar'lı Talât Bey ne güzel söyler: "Âdem olmazsak, kalırsak biz bu istidatta/ Devr-i hürriyet de birdir, devr-i istibdat da..."

Hürriyete talip olmadan önce, ona layık olmalı, onu haketmelidir..