Türkiye'yi tanımak için bir de dışarıdan bakmak lâzım. Bu seyahatımda onu anladım. Minarelerinden 5 vakit “Ezan”ın okunduğu; sokaklarında kendi dilimizin konuşulduğu; okulunda, işyerinde, resmî dairelerinde kendi bayrağımızın dalgalandığı; varlığı-yokluğu, imkânları imkânsızlıklarıyla " biz" olan, " bizim " olan memleketimizin kıymetini, bir de dışarıda yaşayanlara sormalı... Berlin, Münih, Denhaag, Brüksel, Kopenhag sokaklarında kandilsiz "kandil" yaşayanlara; buruk bir sevinçle "bayram" kutlayanlara; "Türkiye" deyince nefesi boğazına tıkananlara... Müstakil, kendi topraklarında hükümran bir "devlet"e, hür bir bayrağa sahip olmanın kadrini-kıymetini bir de onlara sormalı…
"Ol mâhiler ki derya içredir, deryayı bilmezler" sözü herhalde bunun için söylenmiş olmalı... Bayrama yakın günlerde Lahey'de, denizden doldurulmuş kum tepeleri üzerine oturmuş, uçsuz bucaksız "okyanus"u seyreden Türk vatandaşları gördüm. Sanki deniz ufkunda belirecek Türk bayraklı bir gemiyi bekliyor gibi idiler... Tıpkı "Cezayir" ufuklarında o gemiyi beklemekle kendini tüketmiş "Kara Memiş" gibi...
TÜRKİYE’ME SELÂM
Ey özlediğim Türkiye'm! Akif'imin deyişiyle "Bir kubbesine Mevlam'ın titrediği vatan"ım!.. Kadrini-kıymetini bilemediğimiz yurdum, yuvam!.. Siyaset ufuklarında yine "referandum" üstüne, "seçim" üstüne, "geçim" üstüne "kavga" rüzgârları mı esiyor? Gazete manşetlerini yine "irtica", "türban", "Rabıta" tartışmaları mı işgal ediyor? "Eski-yeni", "iktidar-muhalefet" kapışması "arefe", "bayram" demeden yine mi sürüyor?
Olsun... Ben memleketimi o haliyle de özledim… Tartışmasıyla, kavgasıyla, yanına yaklaşılamayan fiyat ve pazarlarıyla, intizamsız şehirleşmesi, plansız yaşayışıyla... Tıpkı gurbetellerde yaşayan 2 buçuk milyon gurbetçi vatandaşım gibi...
Buralarda Türkiye çok eleştiriliyor. 1976'da Frankfurt'a geldiğimde Batı Alman Markı 6 (altı) Türk Lirası idi... Şimdi nerelere çıktı bilemiyorum. Muzun kilosu 1-1,5 mark idi. Hiç değişmemiş. Bunlar emsal gösteriliyor ve Türkiye çok tenkit ediliyor... Ama bü tenkitlerin altında bile "yurt sevgisi", memleket sevgisi var. Hiç şüphe etmeyin o var.
Türk insanı olmaya, "en iyi- en üstün" olmaya alışmış… Şimdi onu arıyor. Cihanşümul hedeflerde yürümeye alışmış bir milleti o hedeflere yürütemezseniz, bu tenkitler, bu sıkıntılar olur...
Batı Berlin'de bir büyük kalabalığa hitabederken sordum: "Türk gibi çalışkan, Türk gibi dürüst, Türk gibi temiz imajını yaymaya var mısınız?" diye... İçlerinde "Divanet"e tereddütle bakanların da bulunduğu; dışarıda birbirlerini peşin fikirle yargılayan binlerce kişilik koca kalabalığı bir görecektiniz… Nasıl da tek ağız, tek yürek oluverdiler... Bu millet "büyük" olmaya, büyük oynamaya hasret... Onu yönlendirmek için onu anlamak, onun anladığı dilden konuşmak gerek...Tenkidinin, inkisarının nasıl da yol gösterici olduğu işte asıl o zaman anlaşılabilir...
GURBETTE BAYRAM
Gürbette "bayram"ı bu duygularla yaşayan; "bayram" edemeyen, Türkiye'nin iki-üç katı Müslüman-Türk soydaşımız var... Avusturya'dan İskandinavya'ya 2 buçuk milyon gurbetçi vatandaş... Varna’da, Filibe'de, Tuna boylarında domuz çobanlarının zebûnu olmuş 2-3 milyon soydaş... İskeçe'de, Gümülcine'de, Dedeağaç'ta dün "çorbacı" dediğimiz insanlara "çorbacılık" yapma durumuna düşürülmüş Batı Trakya'lı yüzbinlerce Müslüman-Türk karındaş... Taşkent'ler, Semerkant'lar, Buhara'lar, Kîrım-Kafkas, Azerbaycan'lar artık bize yurt değil... Asıl ana-yurt olan bu yurtlar şimdi Türkiye nüfusunun iki katı soydaşımıza biteviye bir kabristan. Kaşgar... Bin yıllık Türk yurdu Kaşgar; sırtını Tanrı Dağları'na dayamış Urumçi; Rabia Hatun'un, Kaşgarlı Mahmut'un türbelerine bakıp-ağlayan Müslüman Uygur, Özbek, Kazak, Kırgız Türkleri'ne sanki birer toplu mezar... Kerkük, Musul, Halep bile suçu sadece Türk doğmak, Türk olmak olan kardeşlerin ağıt pazarları...
"Gurbette bayram", işte bu şartlarda yaşanıyor. Son anayurt Türkiye'ye gıpta, hasret, iştiyakla bakarak... Ah Türkiye'm, bunu bir bilebilsek!..
Sular bulanmadan durulmazmış. Köln'de, Münih'te, Berlin'de, Lahey ve Kopenhag'ta "kübra"laşan cemaatlara baktım da, geçen yılların "din" üzerine "oruç" ve "bayram" üzerine kavgalarını hatırladım. Gurbetçi "kavga"dan usanmış... Türkiye'den ulaşan sertliklerden de hoşlanmıyor... Türkiye'den bir iyi haber bekliyor. İktidar-muhalefet, sağ-sol bütünleşmiş denilmesini istiyor... Üniversite basın, işçi sendikaları tek yürek, tek yumruk olsun istiyor... Türkiye'deki "şekil" üzerine tartışmalar artık bitsin istiyor...
Bayrağın biraz daha yükseklere çıkması, gurbette ekmek kavgası veren gurbetçiye bayram ettirecek. İşte o zaman "bayram" daha bir manâlı olacak...
Hamburg'ta konuşurken sözümü kesen ve bize hekimane bir ders veren delikanlı ne kadar haklı idi?
"Hocam, bize bizden bahsetmeyiniz! Türkiye'den bahsediniz! Biz burada, arkamızda güçlü bir Türkiye varsa ayakta kalabiliriz. Bizim gözümüz, onun için Türkiye üzerine... Sizin de sözünüz Türkiye üzerine olursa, biz ancak o zaman sevinebiliriz..."
Bu sözler, 1980 Ramazan'ında Gümülcine'de bir Batı Trakya'lı Türk'ten duyduğum sözlerin aynı idi...
Demek şartlar değişmiyordu. Dışarıdaki Türkier’in “bayram”ı, sevinci, ümidi, gözü-sözü Türkiye üzerine idi...