Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
GURBETTE BAYRAM - 29 Mayıs 1987

Türkiye'yi tanımak için bir de dışarıdan bakmak lâzım. Bu seyahatımda onu anladım. Minarelerinden 5 vakit “Ezan”ın okunduğu; sokaklarında ken­di dilimizin konuşulduğu; okulunda, işyerinde, resmî dairelerinde ken­di bayrağımızın dalgalandığı; varlığı-yokluğu, imkânları imkânsızlıklarıyla " biz" olan, " bizim " olan memleketimizin kıymetini, bir de dışarıda yaşayanla­ra sormalı... Berlin, Münih, Denhaag, Brüksel, Kopenhag sokaklarında kandilsiz "kandil" yaşayanlara; buruk bir sevinçle "bayram" kutlayanlara; "Türkiye" deyince nefesi boğazına tıka­nanlara... Müstakil, kendi topraklarında hükümran bir "devlet"e, hür bir bayra­ğa sahip olmanın kadrini-kıymetini bir de onlara sormalı…

"Ol mâhiler ki derya içredir, deryayı bilmezler" sözü herhalde bunun için söy­lenmiş olmalı... Bayrama yakın günlerde Lahey'de, denizden doldurulmuş kum tepeleri üzeri­ne oturmuş, uçsuz bucaksız "okyanus"u seyreden Türk vatandaşları gördüm. San­ki deniz ufkunda belirecek Türk bayraklı bir gemiyi bekliyor gibi idiler... Tıpkı "Cezayir" ufuklarında o gemiyi bekle­mekle kendini tüketmiş "Kara Memiş" gibi...

TÜRKİYE’ME SELÂM

Ey özlediğim Türkiye'm! Akif'imin de­yişiyle "Bir kubbesine Mevlam'ın titrediği vatan"ım!.. Kadrini-kıymetini bile­mediğimiz yurdum, yuvam!.. Siyaset ufuklarında yine "referandum" üstüne, "seçim" üstüne, "geçim" üstüne "kavga" rüzgârları mı esiyor? Gazete manşetlerini yine "irtica", "türban", "Rabıta" tartışmaları mı işgal ediyor? "Eski-yeni", "iktidar-muhalefet" kapış­ması "arefe", "bayram" demeden yine mi sürüyor?

Olsun... Ben memleketimi o haliyle de özledim… Tartışmasıyla, kavgasıyla, yanına yaklaşılamayan fiyat ve pazarlarıyla, intizamsız şehirleşmesi, plansız yaşayışıyla... Tıpkı gurbetellerde yaşayan 2 bu­çuk milyon gurbetçi vatandaşım gibi...

Buralarda Türkiye çok eleştiriliyor. 1976'da Frankfurt'a geldiğimde Batı Alman Markı 6 (altı) Türk Lirası idi... Şimdi nerelere çıktı bilemiyorum. Muzun kilosu 1-1,5 mark idi. Hiç değişmemiş. Bunlar emsal gösteriliyor ve Türkiye çok tenkit ediliyor... Ama bü tenkitlerin altında bile "yurt sevgisi", memleket sevgisi var. Hiç şüphe etmeyin o var.

Türk insanı olmaya, "en iyi- en üstün" olmaya alışmış… Şimdi onu arıyor. Ci­hanşümul hedeflerde yürümeye alışmış bir milleti o hedeflere yürütemezseniz, bu tenkitler, bu sıkıntılar olur...  

Batı Berlin'de bir büyük kalabalığa hitabederken sordum: "Türk gibi çalışkan, Türk gibi dürüst, Türk gibi temiz imajını yaymaya var mısınız?" diye... İçlerinde "Divanet"e tereddütle bakanların da bulunduğu; dışarıda birbirlerini peşin fikirle yargılayan binlerce kişilik koca kalabalığı bir görecektiniz… Nasıl da tek ağız, tek yürek oluverdiler... Bu millet "büyük" olmaya, büyük oynamaya has­ret... Onu yönlendirmek için onu anla­mak, onun anladığı dilden konuşmak ge­rek...Tenkidinin, inkisarının nasıl da yol gösterici olduğu işte asıl o zaman anlaşılabilir...

GURBETTE BAYRAM

Gürbette "bayram"ı bu duygularla ya­şayan; "bayram" edemeyen, Türkiye'nin iki-üç katı Müslüman-Türk soydaşımız var... Avusturya'dan İskandinavya'ya 2 buçuk milyon gurbetçi vatandaş... Varna’da, Filibe'de, Tuna boylarında domuz ço­banlarının zebûnu olmuş 2-3 milyon soy­daş... İskeçe'de, Gümülcine'de, Dedeağaç'ta dün "çorbacı" dediğimiz insanla­ra "çorbacılık" yapma durumuna düşü­rülmüş Batı Trakya'lı yüzbinlerce Müslüman-Türk karındaş... Taşkent'ler, Semerkant'lar, Buhara'lar, Kîrım-Kafkas, Azerbaycan'lar artık bize yurt değil... Asıl ana-yurt olan bu yurtlar şimdi Türkiye nüfusunun iki katı soydaşımıza biteviye bir kabristan. Kaşgar... Bin yıllık Türk yurdu Kaşgar; sırtını Tanrı Dağları'na da­yamış Urumçi; Rabia Hatun'un, Kaşgarlı Mahmut'un türbelerine bakıp-ağlayan Müslüman Uygur, Özbek, Kazak, Kırgız Türkleri'ne sanki birer toplu mezar... Ker­kük, Musul, Halep bile suçu sadece Türk doğmak, Türk olmak olan kardeşlerin ağıt pazarları...

"Gurbette bayram", işte bu şartlarda yaşanıyor. Son anayurt Türkiye'ye gıpta, hasret, iştiyakla bakarak... Ah Türkiye'm, bunu bir bilebilsek!..

Sular bulanmadan durulmazmış. Köln'de, Münih'te, Berlin'de, Lahey ve Kopenhag'ta "kübra"laşan cemaatlara baktım da, geçen yılların "din" üzerine "oruç" ve "bayram" üzerine kavgaları­nı hatırladım. Gurbetçi "kavga"dan usan­mış... Türkiye'den ulaşan sertliklerden de hoşlanmıyor... Türkiye'den bir iyi haber bekliyor. İktidar-muhalefet, sağ-sol bü­tünleşmiş denilmesini istiyor... Üniversite basın, işçi sendikaları tek yürek, tek yumruk olsun istiyor... Türkiye'deki "şekil" üzerine tartışmalar artık bitsin is­tiyor...

Bayrağın biraz daha yükseklere çıkma­sı, gurbette ekmek kavgası veren gurbetçiye bayram ettirecek. İşte o zaman "bayram" daha bir manâlı olacak...

Hamburg'ta konuşurken sözümü kesen ve bize hekimane bir ders veren delikanlı ne kadar haklı idi?

"Hocam, bize bizden bahsetmeyiniz! Türkiye'den bahsediniz! Biz burada, ar­kamızda güçlü bir Türkiye varsa ayakta kalabiliriz. Bizim gözümüz, onun için Türkiye üzerine... Sizin de sözünüz Tür­kiye üzerine olursa, biz ancak o zaman sevinebiliriz..."

Bu sözler, 1980 Ramazan'ında Gümül­cine'de bir Batı Trakya'lı Türk'ten duy­duğum sözlerin aynı idi...

Demek şartlar değişmiyordu. Dışarıda­ki Türkier’in “bayram”ı, sevinci, ümidi, gözü-sözü Türkiye üzerine idi...