İslâmiyet’te her ibadet güzel... Manevi yücelikleri yanında, dünyevî hikmetleri de var... Fizikî sağlığa, ruhi sağlığa, sosyal hayata bilinen-bilinmeyen menfaatler sağlar... Namazın, zekâtın, haccın, her biri kendi özelliğinde saklı güzellikleri, menâfii mevcut...
Orucun özelliği, güzelliği, kul gücü üstündeki hikmetleri de bir başka...
TOPLUMDA MÜŞTEREK ŞUUR
Onda riya yok... Her ibadet hatır, gösteriş için yapılabilir de, oruç ancak ilâhi rıza için, gönüllü tutulur. Gönüllülük yoksa kimse kimseye oruç tutturamaz. Tutar görünür, gider bir yerde ihlâl eder.
Cemiyet hayatı kendi kuralları içerisinde yaşanır. Toplu şuuru, toplum şuurunu kolay kolay yönlendirmezsiniz. Gönüllü inançlar, toplu davranışlar, müşterek değerlerdir ki, içtimaî şuur oluşur...
İşte orucun cemiyet hayatına müessir -belki de- en önemli yanı, yönü... Yenilmesi, içilmesi meşru şeylerden toplu bir şuurla vazgeçmek, yapılması mubah davranışlardan aynı müşterek duygularla kaçınmak... "Oruçluyum!" diye eli yasaktan, gözü haramdan, kulağı çirkinden alıkoymak, zihni, düşünceyi, gönlü bir ulvî duygu ile yıkamak... Bunlar gerçekten de az şeyler değil... Aynı davranış aynı ahlâk, aynı metot, aynı terbiye, ortak değer ortak düşünce, müşterek sistem, müşterek duygu... Bütün terbiye sistemlerinin hedefi bu değil mi?
ÇARPIŞAN İKİ DUYGU
Her insanda iki zıt duygu var... Biri nefsanî ve şehvanî, diğeri melekî, vicdanî ve ulvî... İnsanda bu iki duygu sürekli olarak çarpışır...
Her insan kul. Kul kusursuz olmaz... Hedef, kusuru ve kusurluyu en aza indirmek... Bir insanda iyi davranışlar da görülür, beklenmedik hareketler de... Bir olayda iyi huylu olan, başka bir olayda kötü huylu olabilir... Bu, insanda mevcut iki zıt duygudan kâh birinin, kâh öbürünün hâkim olması demek... İşte oruç; şehvani duygunun, melekî ve vicdani gücün emrine girmesi demek.. Bir egzersiz..
Olur ki, ulvî duygular hep hakim olmaya, nefsanî, şehvani ve süflî duygular ise susmaya, itaat etmeye, irade karşısında teslim olmaya alışır. Etrafımızda şikâyet edip durduğumuz olaylar, nefislerin tuğyan etmesinin sonucu.. Çarşının, pazarın, piyasanın, okulun, devlet dairesinin, işyerinin gönlümüzce olması, bu dizginlemenin yokluğundan değil mi? Resmî istatistikler, Ramazan ayında suçların azaldığını söylüyor... İşte isbat edilmiş sonuç!.. Keşke herkes oruç tutsa da, nefsanî duygular toptan dizginlenebilse idi!.. Keşke sadece Ramazan'da değil de, orucun getirdiği duygulara yılın her ayında teslim olabilse idik!.. O zaman nefsin, nefsaniliğin, kötü-kara duyguların tuğyanına boyun eğmezdik. Bu kadar da değil "Aç"ın, “Açlık”ın acısını bilir de, bu acıları paylaşmaya can atardık...
Orucun getirdiklerine muhtaç olan, sadece ferdî ve içtimaî ahlâk değil... Doğan, gelişen, bir ömür çalışmaktan yorulan ve yaşlanan fizik organizma da oruca muhtaç...
Sinir sisteminin, sindirim ve dolaşım organlarının oruca "Gel!" çağrısı yapması bundan... Hor ve hoyrat kullanılan mide, orucu dört gözle bekler... Bütün sindirim ve dolaşım organları da aynı... Sinir sistemi ise, günlük streslerden yorulmuş, asab bozucu olaylara karşı sahibinin “-Ben oruçluyum” deyip susmasını bekler... "Oh!" deyip dinlenmek için.
Dilleri olsa da bir sorsak... Ya çocuklar, pide satanlar, imsakiye dağıtanlar!.. Orucun bitmesini değil "Bayram"ı beklerler.
ANCAK YARATAN BİLİR
İslâmiyet’te her ibadet gerçekten güzel... İslâmiyet güzel... İnancı ile, ibadeti ile... Bu inanç ve ibadetin ulvîleştirdiği ahlâkı ile... Oruç ise bir başka güzel... Beden ona muhtaç... Gönül onu bekler... 12 ayda bir olsa da...
Orucu asıl bekleyen ise yüce kudret. "Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim" va'di boşuna değil... Bu va'd, sebepsiz de değil... C.Hak gerçek "Adil" olan... Allah için aç, susuz kalanı, dahası elini, ayağını kötülüklerden çekeni mükâfatsız mı bırakacak? Ya bu kötülük, haksızlık ve çirkinliklerden oruç vesilesi ile, oruç sayesinde kurtulanlar!.. Onların dilsiz duaları hiç yerde kalır mı?
Oruçla gelen, bir büyük nimettir ki, ne tutan bilir, ne tutmayan... Onu ancak yaratan bilir...