Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
DİN FAKTÖRÜ - 25 Eylül 1987

Türkiye'nin geleceği "Din"e bağlıdır. Müsbet mânâda da, menfî mânâda da...

Önce muhtemel “menfi”den başlayalım: Türkiye'­nin başına büyük bir gaile çıkarılacaksa, korkulur ki bu dinin "istismarı" yoluyla olacaktır. "Misak-ı Millî" icabı "Musul" konusu gündeme gelince karşımıza çı­karılan "Doğu" mes'elesinde olduğu gibi... Bu vâkıa-daha gerilerden ve berilerden misalleri de var. Türkiye, "tarihi", bulunduğu bölge ve millî kültür oluşumu itibariyle "din" faktöründen koparılamaz bir yapıya sahiptir. Bu sebeple bizim için "din" olayı her zaman gündemdedir. Nitekim bir yandan bizzat dev­let tarafından "din"in kendisi öğretilmeye çalışılırken, diğer yandan bazı mihraklarca ''dinin istismarı" teme­line dayalı içten-içe bir "gizli" oluşum geliştirilmekte­dir. Bu kurnaz gelişimin, masum maskelerle giderek yaygınlaştığı da gözlenmektedir.

Türkiye'nin geleceği "müsbet" mânâda da "din"e bağlıdır. İslamiyet'in bütünleştiriciliğinde birleşme­ye... Tek ve alternatifsiz çare de budur...

Ortalıkta "Müslümanlık" diye dolaştırılan flama­lara bakmayın siz... Onların çok azı Müslümanlığa sı­ğar. Gerçek Müslümanlık odur ki, çağın anlayış ve di­liyle henüz söylenmemiştir. Zira o gerçeği hakkıyla bi­len yoktur. Gerçek Müslümanlık bir bilinse hem din esnaflığı yapanlar, hem onlara bakarak dine karşı çı­kanlar utançlarından kaçacak delik ararlar...

Bugün ellerinde siyasî ve ideolojik maksatlarla Müs­lümanlık flaması taşıyan gruplara bir bakın... Ken­dilerine "radikal Müslüman" diyen en uçtakinden en beridekine kadar... Kendi aralarında bile, en küçük nü­ansa dahi tahammülleri var mı?.. Sadece ana dinî konularda değil, dünyalık işlerde bile.

"Dinin temel konularını yorumlayan bu kadar içtihad, bu kadar müçtehid, mezheb, ekol ve yol nasıl or­taya çıkmış da, birbirlerine yumruk sallamamışlar?.." diye sormayınız onlara... Zira bilmezler. Problem de işte bu cehaletten doğuyor... Hem din adına çıkarılan prob­lemlerin, hem din tanımazlık namına üretilen sıkıntı­ların temelinde bu bilmezlik var...

Çare nedir? "Din" gibi bütünleştirici bir müessese bazı sözde savunanlarca da, gerçekten karşı çıkan­larca da "tefrika" unsuru imiş gibi kullanılıyor, bun­dan devlet ve millet olarak hepimiz zarar görüyorsak, bunu önlemenin çaresi nedir?

İlk çare "din" konusunda "samimi" olmaktır. Di­nin lüzumuna inanıyorsak, en yukarıdan en aşağıya bu konuda samimi olalım. Unutmayalım ki, dinî sapma­ların istismar ettiği en hazır malzeme, "Devlet" adına yapılan konuşmalardaki hesapsız ifadelerdir. Devlet adamlarımızın halk çoğunluğunun hassasiyet göster­diği bazı dinî konularda kullandıkları hesapsız ifade­ler, istismar çevrelerinin işlerini kolaylaştıran hazır mal­zemeler olmuştur. Bu malzeme onlara yeni taraftarlar kazandırmıştır. Hâlâ da kazandırmaktadır.

İkinci tedbir "din"i iyi öğretmektir. Bilen, kendini istismar ettirmez. Mecburî din dersi öğretimi, bu ba­kımdan devlet adına iyi düşünülmüş bir tedbirdir. Fa­kat bu dersler, teorik öğretim konusu olmaktan çıka­rılmalı; işin "eğitim" yönü ihmal edilmemelidir. İslâmiyet'in cihanşümul mesajını içinde duymayan insan, teorik bazı dinî konuları bilse de, istismara açık in­sandır.

"Din adamları"na gelince, devlet ve din konusun­da onlar da daha mücehhez, daha açık olmalıdırlar. Zira din adına yapılan istismarlar ne dine uymakta, ne de devlet ve millete yaramaktadır.

Devlet yöneticileri ve din adamları "Din-Devlet" mü­nasebetleri konusunda çifte standart uygulayarak, mil­leti şaşırtmamalıdırlar...

Bunun aksi “Devlet”e yazık, "Din"e bühtandır...