Türkiye'nin geleceği "Din"e bağlıdır. Müsbet mânâda da, menfî mânâda da...
Önce muhtemel “menfi”den başlayalım: Türkiye'nin başına büyük bir gaile çıkarılacaksa, korkulur ki bu dinin "istismarı" yoluyla olacaktır. "Misak-ı Millî" icabı "Musul" konusu gündeme gelince karşımıza çıkarılan "Doğu" mes'elesinde olduğu gibi... Bu vâkıa-daha gerilerden ve berilerden misalleri de var. Türkiye, "tarihi", bulunduğu bölge ve millî kültür oluşumu itibariyle "din" faktöründen koparılamaz bir yapıya sahiptir. Bu sebeple bizim için "din" olayı her zaman gündemdedir. Nitekim bir yandan bizzat devlet tarafından "din"in kendisi öğretilmeye çalışılırken, diğer yandan bazı mihraklarca ''dinin istismarı" temeline dayalı içten-içe bir "gizli" oluşum geliştirilmektedir. Bu kurnaz gelişimin, masum maskelerle giderek yaygınlaştığı da gözlenmektedir.
Türkiye'nin geleceği "müsbet" mânâda da "din"e bağlıdır. İslamiyet'in bütünleştiriciliğinde birleşmeye... Tek ve alternatifsiz çare de budur...
Ortalıkta "Müslümanlık" diye dolaştırılan flamalara bakmayın siz... Onların çok azı Müslümanlığa sığar. Gerçek Müslümanlık odur ki, çağın anlayış ve diliyle henüz söylenmemiştir. Zira o gerçeği hakkıyla bilen yoktur. Gerçek Müslümanlık bir bilinse hem din esnaflığı yapanlar, hem onlara bakarak dine karşı çıkanlar utançlarından kaçacak delik ararlar...
Bugün ellerinde siyasî ve ideolojik maksatlarla Müslümanlık flaması taşıyan gruplara bir bakın... Kendilerine "radikal Müslüman" diyen en uçtakinden en beridekine kadar... Kendi aralarında bile, en küçük nüansa dahi tahammülleri var mı?.. Sadece ana dinî konularda değil, dünyalık işlerde bile.
"Dinin temel konularını yorumlayan bu kadar içtihad, bu kadar müçtehid, mezheb, ekol ve yol nasıl ortaya çıkmış da, birbirlerine yumruk sallamamışlar?.." diye sormayınız onlara... Zira bilmezler. Problem de işte bu cehaletten doğuyor... Hem din adına çıkarılan problemlerin, hem din tanımazlık namına üretilen sıkıntıların temelinde bu bilmezlik var...
Çare nedir? "Din" gibi bütünleştirici bir müessese bazı sözde savunanlarca da, gerçekten karşı çıkanlarca da "tefrika" unsuru imiş gibi kullanılıyor, bundan devlet ve millet olarak hepimiz zarar görüyorsak, bunu önlemenin çaresi nedir?
İlk çare "din" konusunda "samimi" olmaktır. Dinin lüzumuna inanıyorsak, en yukarıdan en aşağıya bu konuda samimi olalım. Unutmayalım ki, dinî sapmaların istismar ettiği en hazır malzeme, "Devlet" adına yapılan konuşmalardaki hesapsız ifadelerdir. Devlet adamlarımızın halk çoğunluğunun hassasiyet gösterdiği bazı dinî konularda kullandıkları hesapsız ifadeler, istismar çevrelerinin işlerini kolaylaştıran hazır malzemeler olmuştur. Bu malzeme onlara yeni taraftarlar kazandırmıştır. Hâlâ da kazandırmaktadır.
İkinci tedbir "din"i iyi öğretmektir. Bilen, kendini istismar ettirmez. Mecburî din dersi öğretimi, bu bakımdan devlet adına iyi düşünülmüş bir tedbirdir. Fakat bu dersler, teorik öğretim konusu olmaktan çıkarılmalı; işin "eğitim" yönü ihmal edilmemelidir. İslâmiyet'in cihanşümul mesajını içinde duymayan insan, teorik bazı dinî konuları bilse de, istismara açık insandır.
"Din adamları"na gelince, devlet ve din konusunda onlar da daha mücehhez, daha açık olmalıdırlar. Zira din adına yapılan istismarlar ne dine uymakta, ne de devlet ve millete yaramaktadır.
Devlet yöneticileri ve din adamları "Din-Devlet" münasebetleri konusunda çifte standart uygulayarak, milleti şaşırtmamalıdırlar...
Bunun aksi “Devlet”e yazık, "Din"e bühtandır...