Hamdi Mert :: hamdimert.com
Köşe Yazıları
KERKÜK DRAMI - 13 Kasım 1987

Kerkük'te bir şeyler oluyor. Yer isimleri değiştiriliyor; Türk ahâli mecburî tehcire tâbi tutuluyor; Türk ile­ri gelenleri yargılanıp mahkûm ediliyor; idamlar yapı­lıyor; Türk gençleri cepheye sürülüyor; Türkçe yayın, eğitim, hatta işyerlerinde Türkçe konuşma yasaklanı­yor!.. Bu çağda, dünyanın bu şartlarında!..

Basın organlarında bunları okudukça Müslümanlı­ğımızdan, hatta insanlığımızdan utanır olduk...

"Irak"ın bizimle problemi ne ola ki!?. O toprakları yüzyıllarca beklemişiz... Anadolu yokluktan, yol ve su­suzluktan taş-devri yaşarken " Bağdat-Basra"yı Osman­lı varlığının İstanbul'dan destekli sun'î refahında ya­şatmışız... Bağdat halifelerinin lüks ve debdebelerine karşı, İstanbul'dan Bağdat'a en yetişmiş-tecrübeli vali ve idarecileri göndermişiz... Halep ve Şam-ı Şerif (!)'ten başlayarak, Medine ve Mekke'ye kadar uzanan mübarek toprakların imarını dinî bir vecibe saymışız... "İslâm-Arap" kültürüne "Müslüman-Araplar"dan da­ha çok hizmet etmişiz.

Müslüman-Türk tarihinde, bunların yaptığı gibi "teh­cir", siyasî baskı bilinmeyen şeyler...

Ee, ne ister Irak bizden?.. O toprakların hiçbir kıymet-i harbiyesi yokken Osmanlı'nın her türlü im­kânını oralara akıtmışız da, tam petrol varlığı ortaya çıkınca bizi İngilizler'e değişmişler... Lozan'ın devamı olan andlaşmalarla, her yıl bize vermeleri kararlaştırı­lan petrol borcunu ödememişler.. "Misak-ı Milli" sı­nırları içerisinde kalan ve Türk ahâlinin çoğunlukta ol­duğu Kerkük-Musul’u bize vermemek için ortak düş­manımız "Haçlı" güruhuna sığınmışlar...

Biz de el-hak, her türlü tarihî-ahdî haklarımıza rağmen Irak üzerinde hiçbir emel beslememişiz. "Yurtta" "cihanda" sulh istemişiz... "Hiç kimsenin bir ka­rış toprağında gözümüz olmadığını" her fırsatta ilân etmişiz...

O halde ne ister "Müslüman Irak (!)" bizden? Haçlı hamilerine "kist" mı dedik? Irak veya Türk çoğun­luğun bulunduğu topraklar üzerinde bir iddiada mı bu­lunduk?.. Türk ahâlide bir isyan, bir tepki, ileriye dö­nük bir plan mı tesbit ettiler? Hâşâ...

Bu bir komplekstir. "Devlet-baba" olamamadan; aşağılık duygusundan doğan hastalıklı bir tepkidir. Eskiden, yüzyıllarca Osmanlı hâkimiyetinde kalmış ol­manın verdiği ibtidaî bir tepki... Bulgaristan'da, Sovyetler'de "Müslüman-Türk"e baskılar yapılıyor ya... İş­te onun da verdiği kendini "isbat" kompleksi... "-Balon ben de yaparım" ibtidaî duygusu... Belki de Sosyalist BAAS'ın Moskova'dan kumandalı bir uygulaması... Sovyetler'e laboratuvarlık vazifesi...

Devlet olan devlet, kendini teb'asının hâmisi, baba­sı sayar değil mi? Irak henüz o seviyede bir devlet de­ğil... Burası tamam... Devletin bir vazifesi daha var: Yurt dışındaki soydaşlarının siyasî-idarî-kültürel problem­leriyle ilgilenmek... İşte bizim hatamız da bunu yap­mamak... Bulgaristan gözler önünde... Batı Trakya Türklüğu'nün Lozan icabı garantörüyüz... Kerkük-Musul, temelli "Misak-ı Millî" içinde... Suriye ve Irak Türk düşmanlığında "Haçlı"ları da geride bıraktılar. Türkiye nüfusunun 2 katı soydaşımız bu durumda..

Moskova Büyükelçimiz'in 1979 yılında bulunduğumuz Moskova'da gözleri dolu dolu bir yakınma­sını hatırlarım: "Türkiye'den bir Kur'ân-ı Kerîm, bir Türkçe kitap, bir sesli yayın getirtemedim. Sanki An­kara'da bu konuda bir kasıt ve direnme var" diyordu...

Radyo-televizyon ve kültür hareketlerinin bu kadar canlı, hızlı olduğu dünyada çevremizdeki Türkler'in millî değerlerimize bağlılıklarını canlı tutsak da, şimdi "Kerkük'e eyvah!" türküleri çağıracağımıza, ora­daki Türkler problem çıkarmasın diye Irak bizim peşimize takılsa olmaz mı idi? Irak ile bilcümle kendini bilmez komşu...

Bu, sadece Kerkük'ün değil, Türkiye'nin de dramı­dır. Asıl bizim dramımızdır.