İnsan tabiatı 19'uncu yüzyıl "kapttalizm"ini de, klasik "kolektivizm''in 20'nci yüzyıldaki en büyük kâbusu "komünizm"i de mağlûp etme başarısını göstermiştir.
19'uncu yüzyılda bir "kapitalizm" vardı. "Devlet müdahalesi"nin bulunmadığı bir piyasa ekonomisi vaadediyordu. Bu anlayışa göre "sermaye biriktirmek" için her şey mubahtı. Avrupa, Asya ve Afrika'dan yeni kıtaya akan yüzbinlerce işsiz ordusu, sermaye sahiplerinin insafına bırakılmıştı... Hedef sadece "kâr" ve "kârlılık" olunca, insan hakları denilen şey ortalıkta görünmez olmuştu. Sistem bu haliyle yürüyemezdi, zira insan tabiatına tersti... Nitekim yürümedi... Geniş işçi kitleleri, önce sermaye sahiplerinin çıkarlarından ayrı "hak" ve "menfaat"ları bulunduğunun farkına vardılar. Ortak menfaat grupları oluşturdular, kendilerini savunacak "birlik"ler, "sendika "lar kurdular.. Ücret ve sosyal hakları için direnişe geçtiler... Bu uğurda büyük patlamalar oldu, sel gibi kanlar aktı...
1917 komünist ihtilâli, kara kapitalizme karşı ortaya çıkan bu patlamaların en kanlısıdır. Güya çalışanlar haklarına kavuşacaklar; "imtiyazsız", "sınıfsız" bir "düzen" kurulacaktır. "Kapitalizm" ifradı karşısında öyle bir karşı ifrad ki, bu defa "devlet"in dayanılmaz despotluğu başlamıştır. Çalışanın hakkı diye yola çıkılmış, fakat ne "mülkiyet" kalmıştır, ne "hür teşebbüs", ne "ücret" üzerine pazarlık hakkı... Hattâ ne de temel hak ve hürriyetler... Çalışanların alınteri ve gözyaşları üzerinde oturan kara "kapitalizm"e karşı bu defa öyle bir zalim çark ki, rejimin yerleşmesi için sadece Rusya'da 30 milyon insan katledilmiştir.
İnsan tabiatına zıt bu iki ifrat-tefritin ikisi de yaşayamazdı, yaşayamadı.
Bugün artık iki tarafta da eski klasik katılıklar yok... "Kapitalizm" önce "liberalizm"e, oradan da "karma ekonomi"ye doğru yol aldı. "Ferdî menfaat", "kamu menfaati" ile dengelendi. Devletin kontrol ve gerektiğinde müdahalesi, iktisadî hayatın her safhasına girdi. "Bırakınız yapsınlar" anlayışı, yerini "planlı ekonomi"ye bıraktı. İşçi sadece "ücret"i için değil, her türlü sosyal hakları, hatta sermayenin daha rasyonel kullanılması için pazarlık masasına oturdu. Hem de arkasına "devlet"i alarak.
Aynı yumuşama katı kolektivist rejimlerde de görüldü. Nitekim Almanya'da "nasyonal sosvalizm". İtalya'da "faşizm" kötü bir akıbetle tarihe karıştılar. "Bilimsel sosyalizm", "komünizm" adıyla Rusya ve Doğu Avrupa'da tırnak tutturdu ama, ona karşı da kıpırdanışlar bir türlü bitmedi. Rejimin yerleşmesine Macaristan katliâmı yetmedi. Sırasıyla Kızıl Çin, Arnavutluk, Yugoslavya, Polonya, Romanya, Çekoslovakya ve Küba "Moskova modeli "ne sesli-sessiz başkaldırdılar. Böylece Moskova'nın ısrarlı "tek merkezcilik" politikası iflâs etti. "Bir"den çok kolektivist model ortaya çıktı. Bunlar yer yer eski katı prensiplerden saptılar. Sınırlı da olsa "mülkiyet"e, "miras hakkı"na, "özel teşebbüs"e yer vermek zorunda kaldılar.
Klasik kolektivizmin tek direniş ve temsilcisi kala kala Sovyet komünizmi kaldı derken, bugün ne görüyoruz? Sistem taassubunda Kruşçev’le başlayan gevşeme, Gorbaçov'la "değişim"e, "yeniden yapılaşma"ya dönüşmüş görünüyor. İnsanı bir "âlet", "makine" olarak gören onlar da "din"den, "maneviyat"tan, "insana değer verilmesi"nden, insanın tabiî ve sosyal haklarından söz etmeye başladılar.
Katı kapitalizmden sonra böylece, komünizm de iflâs noktasına geldi. Bundan sonra göreceksiniz "üçüncü çözüm" aranmava başlanacak.
Beşerî “izm”ler iflâs edince, geriye elbet “üçüncü çözüm” yani tek çözüm kalacak... Allah'ın dediği olacak... Gelecek sohbette inşallah bu 3'üncü çözüm üzerinde duracağız.